''Ve Meriç'i hatırlıyorum; biz ümit ve ümitsizlik arasında sallanıp dururken, ilk olarak o pek heybetli bir bakış fırlattı bize, sonra da içten bir selam çaktı. Kendisiyle işimiz bittikten sonra bize yarenlik eden bottan ayrılırken aynı zamanda otuz küsur yıla dair ne varsa ömrüme sığmış olan, hepsinden de ayrıldık bir bir.''
Mevlüt KARAKAPLAN / Samanyoluhaber.com
Bir Borçtur Vefa, Herkese Farz-ı Ayn olan...
İnsan olmamız münasebetiyle bazen hayatın gerçekliğinden kopup duyguların dünyasına dalabiliyoruz. Bazen de bu dünyada kaybola biliyor insan. Geçenlerde Meriç Nehri ile tanışmamızın sene-i devresi münasebetiyle ben de beni saran yoğun duyguların izinden gitmekten kendimi alıkoyamadım. Telefonumdaki resimlere bakarken o gün yaşadıklarımız sanki bir daha yaşanıyormuşçasına yeniden canlandılar. Bir de baktım ki tüm benliğimle hayal âleminde Meriç Nehrinde ve nehrin ötesindeki o kadim ve o şirin beldede dolaşıyorum: Yunanistan'da.
Olaylar bir bir geçerken gözümün önünden, ben şu bilinmezliğe tekrar yelken açıyorum: Annemle vedalaşmamı hatırladım; sanki beni bir daha hiç görmeyecekmiş gibi sıkı sıkı sarılmasını, yüzüme değen gözyaşlarını. Sonra da bize bir sütre olan o karanlık geceyi… Karanlığın yüzü de ölüm gibi soğuktur normalde Ama 'karanlığın şerri' 'insani şeytanların' şerrinden pek hafif kaldı o gece. Sonra 'Aziz İstanbul’u düşündüm; Annemin bir daha hiç görmeyecekmişçesine bana sarılması gibi ben de İstanbul’a son bakışımı fırlattım, bir daha asla seyredemeyecekmişim gibi…
Ve Meriç'i hatırlıyorum; biz ümit ve ümitsizlik arasında sallanıp dururken, ilk olarak o pek heybetli bir bakış fırlattı bize, sonra da içten bir selam çaktı. Kendisiyle işimiz bittikten sonra bize yarenlik eden bottan ayrılırken aynı zamanda otuz küsur yıla dair ne varsa ömrüme sığmış olan, hepsinden de ayrıldık bir bir. O an içimizde kabaran yoğun hissiyatı daha sonraki günlerde 'cennetmekan' Dr. Halil Dinç hocam, aynı yoldan geçip aynı ızdırapla inlerken hepimizin adına söyle haykıracaktı:
''Tarihin başından beri
Yaşanan, bitmeyen göçten
Yok kimseye imtiyazı
Bilerek geçtim Meriç’ten.
Bir zehirden iftirayı
-Duydum sen say ki baldıran-
Kırk beş yıllık hatırayı
Silerek geçtim Meriç’ten.''
Sonra?
Sonra Yunanistan. Coğrafyası küçük ama insani ve ruhi enginliği 5 bin yıldır tüm insanlığa yeten; iklimi sıcak, insanı sıcak, ortamı sıcak bu kadim diyar, bizleri de kabul etti kendisinden beklenildiği gibi. O gün bizler tutsak iken hür olduk, ''terörist'' iken aslımıza döndük, korku ve endişe içinde iken emin olduk; ama normal insanlar iken mülteci olduk, muhtaç değil iken fakir olduk, evli-barklı insanlar iken yersiz yurtsuz konumuna düştük. Önümüzde ucu bucağı olmayan bir bilinmezlik, içimizde yalnızlık, gariplik, kimsesizlik ve sahipsizlik…
Yunanistan dar imkânlarına rağmen yüz binlerce ''ümit yolcusu''nun uğrağı. Bu memleket, 5 bin yıl önceki o asil dedeleri gibi ve onları mahcup etmeyecek şekilde asil ve bilge. Ulus devletlerin uydurduğu modern-popülist propagandalara aldırmadan, her bir insanı önemsiyor ve misafirlerine merhamet göstererek hepsine yardımcı olmaya çalışıyor. Dolayısı ile bu müstesna beldede dolaşanlar Sokrates’in bilgeliğini ziyadesiyle bu belde insanlarında göreceklerdir. Eflatun'un erdemini derhal fark edeceklerdir. Çünkü dedeleri Sokrates hiçbir eser bırakmamıştı geriye. Onun tek eseri yaşamı idi ve şimdi Yunan halkı dedelerinin izinden giderek yedi düvele duyurmadan sessiz bir kahramanlık yapıyor ve gelen herkese kucak açıp yardımcı oluyorlar. Ayrıca onlar kendi memleketlerinde maddi sıkıntılara aldırmadan, büyük babaları Aristo'nun gerçeklik aşkı ile Yunanistan sokaklarına serptiği ''Erdem''i anlamaya ve özümsemeye çalışıyorlar.
Fakat daha düne kadar düşmanı ve yabancısı olduğumuz bu gerçek ''Rum-eli'', yaşadığımız hislerimizin tümünün farkında olarak karşıladı bizi; öyle muteber bir misafirperver ki, mihmandarlığı dillere destan. Evet, önceleri düşman ve yabancı olarak öğrendiğimiz bu ülkeyi ve bu ülke insanını, aslında benim ilk ciddi tanımam Herkül Milas Hoca'nın Zaman Gazetesi’ndeki yazılarıyla olmuştu. Biz dört gözle bir sonraki yazısı ne zaman yayınlanır diye beklerken, o, her yazısı ile yüreğimizin en derin yerlerine dokunabiliyor ve oralarda insana dair ne varsa, bir şekilde ulaşıp onları ortalığa saçıveriyordu; sevgi, hoşgörü, tahammül, insana saygı, dostluk, kardeşlik, insanca yaşama, vefa ve merhamet… Böylece yaradılışın en güzel hediyeleri sayılan bu hasletlerin bizdeki uzantılarını da ne yapıp edip bir şekilde kımıldatıyordu.
Ne yalan söyleyeyim; ben, onu da birçokları gibi güçten yana tarafını seçip ''ağyara'' karıştığını sanıyorken, o, birkaç gün önce ''Kronos''a verdiği mülakatındaki ifadeleriyle yeniden okşadı yüreğimizi ve yeniden bu ''bilge diyar''a olan önyargımızdan dolayı utandırdı biz.
Gidenler, gezenler, görebilenler bilir ki; Atina toprakları hala bilgelik kokuyor, erdem ve bilinç; adalet, güven ve huzur kokuyor. Nedendir bilinmez Yunan toprağı pek bir aşinalık kokar, müzikleri ise yürek sızısı ve hasret. Denizinde esen meltemler ise ebedilikten haberler getiriyor sanki. Bu bilgelik devam etsin diye, bu huzur katlansın diye (ki o güzel milletin buna ihtiyacı olduğunu sanmıyorum) yolu bu topraklardan geçmiş herkesin bu asil memlekete vefayı bir borç bilmesi gerekir. Çünkü kıymetini bilmediğimiz güzelliklerin ömrü kısa olabiliyor ve bu güzelliğin kıymetini de vefa en iyi şekilde göstererek bilebiliriz. Bu borcu kim nasıl öder bilmiyorum; ama ben bunu, yüreği kocaman o diyara büyük bir minnet ve vefa borcumun olduğunu buradan belirterek ve ölene dek bu güzel beldeyi güzellikle yâd edeceğimi ifade ederek kısmen yerine getirmek istiyorum:
Bilmelisin ki ey Yunanistan! Sana büyük vefa borcum var. Tanımadığı halde evlerini bize güvenerek veren ve her türlü farklılığımızı anlayışla karşılayan Eirini Hanım! Size büyük vefa borcum var. Hayatında ilk defa tanıdığı, ama gurbette yalnızlık çekmesinler diye bizleri önemseyerek 4 yaşındaki oğlumun doğum günümü hatırlayıp ve hazırlayıp kutlayan Madonna Teyze! Sana büyük vefa borcum var. Tatlılığıyla bana çocukluğumdaki zamanı ve anıları yaşatan, her gördüğünde oğlumuzun eline bakkalından zorla çikolata ve benzeri şeyler sıkıştırmaya çalışan Bakkal Yorgo Amca! Sana kocaman vefa borcum var. Ruhu İstanbul’un Ruhu kadar gelişmiş bir belde yoktur diye düşünürken, sıcaklığıyla Ruhumu çepeçevre saran ve tüm Türkiye’den daha sıcak hissettiren Atina! Sana büyük vefa borcum var. Hayata ikinci bir başlangıç yapabileceğimi bana hissettiren Yunanistan! Sana büyük Vefa borcum var.
Çünkü vefa sadece ''bizim yamaçlarımızın gülü ve çiçeği'' değil, aynı zamanda bir borçtur vefa, herkese farz-ı aynı olan.
@mevlutkk13