Yunanistan'da başlanan yeni hayat

15 Temmuz'dan sonra 675 no'lu KHK ile mesleğinden ihraç edilen, şimdi Yunanistan'da hayata tutunmaya çalışan Hasan Y.: "Yıllarca ülkeme verdiğim hizmet bu şekilde geri dönmemeliydi, bedeli bu olmamalıydı."
Mehmet Arda Duru / Kronos

Yunanistan’ın son dönem yetiştirdiği önemli foto muhabirlerinden sevgili arkadaşım Giorgos Moutafis’in objektifinden yansıyanlar Meriç’te yaşananlara dair ipuçları veriyor. Kabaran nehrin sularının alabora ettiği botlar çalılıklara takılmış, bazısı kıyıya vurmuş. Gündüz gözü ile çekilen görüntülerin gece karanlığındaki korkunç boyutlarını ise Alman Bild gazetesi için Liana Spyropoulou yazmış: Bugüne kadar tutulan kayıtlara ve bölgede yapılan araştırmalara göre nehrin altında 1300’den fazla ceset yatıyor.

Önceki günlerde Meriç’ten Yunanistan’a geçmeye çalışan Gülen cemaati mensubu iki ailenin botlarının batmasıyla hayatını kaybeden 7 kişiden 4’ü bu sayının içinde. Fakat bütün geçmişlerini, hayallerini, özlemlerini geride bırakarak hayatları pahasına özgürlüğe adım atanlar her geçen gün artıyor. Hasan Y. ve ailesi sadece bir örnek…

Aylardır Atina’da zor şartlarda hayatını sürdürmeye çalışan aile tek odalı bir dairede yaşıyor. “Türkiye’de tam 25 yıl sağlık memuru olarak çalıştım. Hiçbir soruşturma geçirmedim. Hep takdir ile taltif edildim. Hizmet puanlarım yüksekti. Doğu dediler çalıştım, batı dediler çalıştım. Benim için İzmir, Diyarbakır, Bitlis birbirinden farksızdı. Ya şimdi?” diye soruyor Hasan Y.

15 Temmuz’dan sonra 675 no’lu KHK ile Cumhuriyet Bayramı’nda mesleğinden ihraç edilen Hasan Y., “Beni ve eşimi en çok bize yapılan terörist muamelesi yaraladı,” diyor elleri titreyerek: “Yıllarca ülkeme verdiğim hizmet bu şekilde geri dönmemeliydi, bedeli bu olmamalıydı.”

Mesleğinden atıldığı, tanıyanların selamı sabahı kestiği günlerde Türkiye’de gittiği Cuma namazları geliyor aklına Hasan Y.’nin: “Camiler tıklım tıklım doluydu. Sıradan insanların yanında Türkiye’den 50’den fazla dini cemaat vardı. Hoca kürsüde veya hutbede iken içimden hüngür hüngür ağlamak geliyordu. Moralim bozuluyordu. Ey iman edenler diye başlayan ve ihlasla, kardeşlikle biten sözlerin gerçek hayatta karşılığı yoktu çünkü. Biz hırsız olsaydık, katil olsaydık o insanların arasında yerimiz vardı. Ama şimdi yok. Aslında esas darbe ahlaki darbeydi Türkiye’de.”

5 nüfuslu küçük ailesiyle işsiz kalınca önce arabasını satmış Hasan Y., hazır para azalınca ülkeyi terk etmeye karar vermişler. Çünkü onlar için sokağa çıkmanın bir korku filminin içine düşmekten farkı kalmamış. Ekmek almaya gittikleri bakkaldan şüphelenmeye başlamışlar, adım başı sokağa bakan kameraların kendilerini takip ettiğini düşünmüşler. Yastığa başlarını koyduklarında sabah kapının kimler tarafından çalınacağı endişesini hep duymuşlar. Sebepsiz yere alıp götürülen ve günlerce haber alınamayan iş arkadaşları gelmiş gözlerinin önüne.

Neticede hükümetin hukukla işinin olmadığına, her geçen gün artan adaletsiz uygulamaların devam edeceğine inanınca, “Neden burada duruyoruz ki?” diye sormuşlar eşi Fadile Y. ile birbirlerine: “İnsanlarla rahat konuşamıyoruz, dostlarımızı ziyaret edemiyoruz, çocuğumuzu okuldan alamıyoruz… Annemizi ziyarete bile hep ayrı yollardan gidiyoruz. Öyleyse…”

En çok içilerini acıtan ise “Nerede çalışıyorsunuz?” sorusuna yanıt verememek olmuş. Önceden içine sine sine sağlık çalışanıyım der uzun uzun yaptığı işleri anlatırmış gururla: “İzmir’in en meşhur fenni sünnetçisiydim. Arar, beni bulurlardı. 10 binden fazla çocuğu sünnet ettim. Oysa şimdi listelerde adı geçen bir terörist!”

“Biz bunu kabul edemezdik, kendimize terörist dedirtemezdik,” diyor acılı çift: “Çünkü Türkiye sınırlarından dışarı adım atar atmaz tekrar insan olacaktık. Çünkü evrensel hukuka göre bizim gibi insanlara bu aşağılayıcı suçlamaları yapmak mümkün değildi.” Hasan Y. ekliyor: “Yaşadığım 42 yıl boyunca bir polis karakolunda ifadem var mı, mahkemede bir sorgulamam var mı, aleymine bir dava mevcut mu? Yok… Bu benim iyi bir vatandaş olduğumun, insanlık çizgisinde yaşayan bir kişi olduğumun ispatıdır. İyi ki Yunanistan’a gelmişiz ve buradayız. Burada insanız.”

‘BABA, ÖDÜL DEDİĞİN HAPİSHANE Mİ?’

Çocuklarından hep sakladıkları ve gizledikleri planlarını Edirne’ye bir saat kala açıklamışlar. “Oğlum, kızım, hani size söylüyordum ya hep İngilizce çalışırken. Dil konusunda iyi bir yere gelirseniz sizi tatile çıkaracağım. Bak o gün geldi. Şimdi tatile gidiyoruz ama bu maceralı bir tatil olacak. Biraz yol yürüyeceğiz, bir nehirden botla geçeceğiz. Fakat sakin olmamız lazım çok gürültü yapmamamız lazım. Çünkü gece ve geçtiğimiz yolun üzerineki kuşların yavruları uyuyor, onları uyandırmamamız lazım.”

Çocukların gözleri gece mahmurluğunda fal taşı gibi açılıyor. Tatil heyecanıyla bu serüven dolu anlaşmaya harfiyen uyuyorlar. Fakat önlerine çıkacak zorluklardan habersizler. Nihayet sıkı ders çalışmanın, dil öğrenmenin ödülünü alacaklar…



Bir sonbahar gecesi 5 kişilik aile 9 bin euro karşılığı Meriç’in karşı yakasına, Yunanistan’a geçiyor. İki kişi daha onlarla birlikte olsa da o gece birkaç kafile sorunsuz karşı kıyıda. İki buçuk saat zorlu bir yürüyüşün ardından küçük bir yerleşim yerine varıyor, ucuz bir otele yerleşiyorlar. Meğer polisler haberini almış ve otelin kapısında sabaha kadar nöbet tutmuşlar. Yorgun gelmişlerdir, rahatsız etmeyelim diye de gün ışığını beklemişler… Polislerin ilk sözü, “Rahat olun, telaşlanmayın” olmuş. Sonra Hasan Y. eşini ve çocuklarını almak için odaya çıkmış ve “Hanım, seni de kendimizi de ihbar ettim. Haydi, aşağıda polisler bekliyor,” demiş.

Oğlu Mehmet Akif’in mülteci kampına gelince, “Baba İngilizce öğrenmenin ve başarılı olmamın ödülü hapishane miydi?” deyişini unutamıyorlar.

HAPİSHANEDE ÖZGÜRLÜĞÜ YAŞAMAK

Polis nezarethanesi için “Alışık olmadığımız bir ortam. İşlemleri yapar çıkarız diyorduk. Ama öyle olmadı,” diyor Fadile Y.: “İnce uzun koridorda bir ranza ve üzerinde kirli bir yatak var, başka da birşey yok. Her yer izmarit, pislik dizboyu. Süpürge istedik, yokmuş. El yordamıyla temizledik. Allah’tan gece kampa götürdüler.”

Gece kampa doğru yapılan yolculuk aileyi tedirgin etmiş önce. “Bunlar bizi götürüp Türkiye sınırına bırakacak” diye geçirmişler içlerinden. Kapı açılıp Yunan askerlerini görünce derin bir oh çekmişler. Çocukların aç olduğunu anlayan polisler mülteci kampındaki otomattan kendi paralarıyla bir şeyler almış.

Fakat kampa adım atınca mekânın nezarethaneden hallice olduğunu anlamaları uzun sürmemiş. Her milletten insan, her yer zifiri karanlık…

Kendi aralarında Türkçe konuşunca, içeriden “Bunlar sizden” lafını duymuşlar. Onları kendileriyle aynı kaderi paylaşan Elif adında bir kadın karşılamış. “Biz her yeri temizledik” diyerek kamp düzeninde kadınların ve çocukların olduğu yere almış Fadile Y. ve çocuklarını. Fadile Y’yi en çok etkileyen “Üzülmeyin biz varız burada” sözü olmuş. Çünkü uzun zamandır böylesine şefkatli bir sözü duymamışlar.

Sabah olunca insanların yüzünü görebilmişler. 90 kişilik kampta 20 kişi Gülen cemaati mensubuymuş.

“Akşam yemekler yendi, herkesin canı çay istiyor. Elif Hanımlar bayağı bir nevale getirmişler yanlarında, poşet çaylar da var. Bir de su ısıtıcı var basitinden. Ama bardaklar az. Neyse, önce kadınlar içti çaylarını, sonra erkekler… En sonunda da koğuştaki herkese çay ikram ettik. Dört duvar arasında yeni dostlarla çay içmek, sohbet etmek ve özgürce konuşabilmek ne büyük lüksmüş meğer” diyerek anlatıyorlar o geceyi.

4-5 günlük kamp hayatından sonra işlemleri yapılarak Gümülcine ve Selanik üzerinden Atina’ya ulaşmışlar. Günlüğü 10 euro’ya merkezde bir pansiyona yerleşmişler. Atina’daki ikinci sürpriz ise Fadile Y.’yi cemaat ile ilk tanıştıran ‘abla’lardan biriyle karşılaşmak olmuş.

Uzun süre göremediği bir dosta aynı yolda rastlamak hem şaşırtmış hem sevindirmiş Fadile Y.’yi.

Atina’dan Avrupa’ya ilk geçiş denemesinde havalimanından çaresizce geri dönmek zorunda kalmışlar. Selanik üzerinden ikinci denemelerinde ise yeşil pasaportlarına polis el koymuş. Bu talihsizliğe Türkçe bilmeyen Özbek asıllı tercümanın iş bilmezliği de eklenince şimdi sadece Fadile Y.’nin pasaportu var.

“Artık para bitti, pasaportlar gitti. Beş kişi her denememiz 5 bin euro’ya mal oluyor. Kabuğumuza çekildik,” diyor Y. ailesi.

En çok zorlarına giden kaçakçılara mahkum edilmek. Çünkü başka çare yok. Mülteci zaten kimliği, pasaportu ve parası olmayan kişi demek.

Hasan Y. “Nice insan gördüm, akademik kariyeri var, kaçakçıların kapısında el pençe divan duruyor. Mahkumsunuz onlara… Bu sistem eğitimsiz insanlar için insanları suç zeminine çekiyor,” diyerek şahit olduklarını aktarıyor.

“Atina güzel, iklim güzel, insanlar iyi. Dil de öğreniriz. Ama burada da ekonomik zorluklar var. Elimizdeki tükeniyor, umudun bitiyor. Neyle karşılayacağını bilemiyorsun,” diyor Fadile Y.

Akrabaların uzaklaştığı, yakınlarının sırt döndüğü, parklarda kimlik kontrolü yapılan günler geride, Türkiye’de kalsa da umut yolcularının sorunları bitmiş değil. İşkence yöntemlerinin televizyonlarda anlatıldığı, her geçen gün on binlerce insanın hapishanelere konulduğu bir yerde kalmak mı, yola çıkmak mı sorusu için her seferinde cevaplarının ikincisi olacağını söylüyor Y. ailesi.

Yanlarında getirdikleri kırmızı valizi hazırlanmakta olan ‘Tenkil Müzesi’ne bağışlamışlar. İçindekiler Türkiye’yi hatırlatıyor. Birer kat giyecek ve yedekleri… Bir de çıkılan uzun yolda yanlarına aldıkları ‘tarhana’ bitmiş.

Yine de “Bunlar dert değil,” diyorlar. Politikacılara kırgın ve küskünler, “Allah müstahaklarını versin ve çekeceklerini bu dünyada çeksinler, öbür taraf daha kötü” diyorlar kendilerine kötülük yapanlar hakkında. 15 Temmuz’a 15 günlük bebeğiyle yakalanan Fadile ve Hasan Y. her şeye rağmen yücegönüllü davranıyor: “Tamam okullar kapanıyor, yurtlar mühürleniyor, Türkiye böyle rahat edecekse etsin. Bizim malımız mülkümüz gitmiş önemli değil.”

Tanıdıklarının, akrabalarının sosyal medyada Kordon’da çay içerken paylaştıkları fotoğrafları görünce içleri burkulsa da şimdi yeni hayata sarılma zamanı.

25 Şubat 2018 11:12
DİĞER HABERLER