"Asıl tasfiye Anadolu çocuklarını hayatın her alanında etkin kılan ve bu nedenle de statükoya tehdit oluşturan Hizmet’e yapıldı. Ama başta Kürtler ve liberaller olmak üzere bütün muhaliflere ağır zarar verdiler. Bu defa tasfiyeyi siyaseti kullanarak, dindar kisveli biri eliyle, toplumu ters köşeye yatırarak yaptılar. Millet narkoz altında ne yapılanı hissetti, ne acıyı duydu."
Mahmut Akpınar | Tr724
Yüzyılın balans ayarı: 15 Temmuz
28 Şubat sürecinin kudretli komutanı Çevik Bir, “Demokrasiye balans ayarı yaptık!” demişti. Asker alana indirilmeden, derin devletin etki ajanları, sivil görünümlü bindirme kıtaları kullanılarak post modern bir darbe yapılmıştı.
Türkiye’de İttihatçı’larla komitacı bir statüko kuruldu. Cumhuriyetle bu “Kemalist Rejim”e dönüştü. Millete rağmen devleti kontrol eden, paramiliter silahlı örgütlere, etki ajanlarına sahip bu yapı belirli aralıklarla devleti-toplumu hizaya sokuyordu. Zira çok partili sisteme geçilince kurulan düzenden sapmalar oluyordu. Bu sebeple daha ziyade TSK’da üstlenmiş statüko siyasi, sosyal, ekonomik hayata ayar verme işini 10-15 yılda bir yapar oldu. Seçimler, demokrasi, hukuk devletin “ayar”larını değiştiriyor, kurulan yapıyı aşındırıyordu. Bunun için sivil, demokratik güçlere balans ayarı yapılması, devletin “zararlı unsurlardan temizlenmesi” gerekiyordu.
1960 darbesi bu ayarların ilkiydi. TSK dahil, her alanda büyük tasfiyeler yapıldı. Solcuların yücelttiği bu darbeyle devlete ayar verildi, toplum tekrar kalıba sokuldu. 1971’de bu defa sola ayar verildi ve özellikle siyasi aktörler hizaya getirildi. Ama seçimler olduğu sürece “cahil, eğitimsiz halk” kurulu düzenden uzaklaşıyordu.
1980’de her görüşten aydın, gazeteci, siyasetçinin hissesini aldığı büyük balans ayarlarından birisi daha yapıldı. Kenan Evren’in adalet anlayışı içinde “bir sağdan bir soldan” insanlar asıldı. Yüzbinlerce kişi işinden, ekmeğinden oldu, hapislere dolduruldu. “Darbe şartları olgunlaşsın” diye gençler vuruştuldu. Duruşu, görüşü olan herkes cezalandırıldı.
1961 Anayasasıyla getirilen ve her darbe döneminde daha da güçlendirilen paralel bir bakanlar kuruluna dönüşen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) mekanizması kuruldu. Asker ağırlıklı bu “anayasal” yapının misyonu statüko namına iktidarları denetlemek ve frenlemekti. Ayrıca düşünen, yazan konuşan herkesin korkulu rüyası Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) vardı. MGK hükümetlerin, DGM aydınların ensesinde giyotindi. Kurulu düzeni eleştiren, ilkeli her aydının yolu DGM’ye uğrardı. “Devletin güvenliği”, “Milletin bölünmez bütünlüğü” gibi muğlak kavramlarla özgürlükler, insan hakları rafa kalkardı.
Devlet içinde konuşlu, toplum içinde organize zinde güçler her dönem etkin oldular. MGK, DGM gibi kurumlarla birlikte paramiliter yapılar, mafyatik illegal unsurlar milletin, siyasetin üzerinde her daim çivili sopa oldu. Statükoya biat etmeyenler, sorgulayanlar Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Recep Yazıcıoğlu gibi trafik kazasına veya suikaste kurban giderdi. Asit kuyuları, betona gömme, beyaz torosla kaçırıp imha etme yaygın “güvenlik” usulleriydi.
Ama yasal-anayasal dengeleyici yapılara, hatta mafyatik cezalandırma yöntemlerine rağmen millet “raydan çıkıyordu”. “Bölücü, yıkıcı, irticai” odaklar devleti tehdit ediyordu. Bu nedenle 10-15 yılda bir “tasfiye” gerekiyordu. 1960 ve 1980 darbelerinden önce ordunun müdahalesinin toplumda karşılık bulması, “şartların olgunlaştırılması” için çalışmalar yapıldığını Kenan Evren’in itirafından biliyoruz.
Ne var ki bir süre sonra askeri müdahaleler kabak tadı vermeye başladı. Zira askerler ekonomiyi, üretimi, refahı tahrip ediyordu. Yozlaşma, liyakatsızlık, kayırmacılık zirveye çıkıyor, TSK’ya tepki artıyordu. Bu nedenle 28 Şubat’ta post modern darbe yöntemi benimsendi. Artık “ayar” TSK’yı alana indirmeden verilecek, figüranlarla, Cumhuriyet mitingleriyle ortam olgunlaştırılacak, MGK eliyle siyaset ve toplum hizaya getirilecekti. Davul siyasetçilerin boynunda olacak, ama tokmağı asker tutacaktı. Kıvrıkoğlu’nun “Bin yıl sürecek!” dediği bu dönemde Doğu Perinçek’in de ifadesiyle Hizmet Hareketi en büyük hedefti, 10 yıla yakın yargılandı ve beraat etti.
Laikçiler, askeri elitler, Kemalist görünümlü organize yapılar inançlı insanların devlet ve toplum üzerinde müessir olmasını asla istemiyordu. Köyde çoban olan dindar, evinde oturan başörtülü tehdit değildi. Ama Cemaat köyden, kırdan topladığı gençleri okutuyor, etkili konumlara getiriyor; yüzyıldır işleyen statükoyu “tehdit” ediyordu. 28 Şubat’ta Cemaate baskı laikçi elitlerden geldiği için toplumda itibar görmedi. Anası, hanımı örtülü subay-astsubayın ordudan atıldığı bu dönemde insanlar Cemaat kadrolarının açık-örtülü darbelere karşı sigorta olduğunu düşünüyordu. Bugün AKP eliyle “terörist” diye hapse atılanlar o dönemin demokratlarından, muhafazakarlardan takdir alıyordu. 28 Şubatçılar iktidarı değiştirmeyi başarsalar da etkili bir tasfiye yapamadılar. Zira ağır aksak da olsa bir hukuk vardı; amme vicdanı rahatsızdı. Dönemin önemli aktörü Türkan Saylan: “Biz asılız, bu ülkede bizim istemediğimiz bir şey olmaz” demiş, siyasetçilere Menderes’in akıbetini hatırlatmıştı. “Biz”den kastının kimler olduğu hala tartışılmadı.
28 Şubat bir balans ayarı yaptı ama bir “kazıma” operasyonuna ihtiyaç vardı. Kendini devletin sahibi, milletin efendisi görenlere göre devletin ayarı bozulmuştu. Bu defa muhafazakar kesimin itiraz edemeyeceği bir proje uygulanmalıydı. Bunu TSK, laikler yapamazdı. Toplum onlara tepki verirdi. O nedenle “görev”, dini kimliği olan, iyi Kur’an okuyan ve laikler tarafından mağdur edilmiş birine ihale edilmeliydi. Proje dershanelerin kapatılması ısrarıyla başladı. 17/25 yolsuzluk operasyonları sonrası Ergenekon-Erdoğan işbirliği resmiyet kazandı. “Biz asılız!” diyenler 15 Temmuz’da kılçıksız iş çıkardı, Anadolu insanına yüzyılın tasfiyesini yaptılar. Zor şartlarda okuyan, hayata tutunan “taşralıları” “terörist” ilan etmekle kalmadı, her yerden kazıdılar.
Proje için Cemaat içinden elemanların da devşirildiği, iki yıllık ince işçilik yapıldığı anlaşılıyor. Selalar, AKP teşkilatlarının, SADAT’ın hazırlıkları, kum kamyonları, uçakların sabaha kadar gürültüyle uçması, projeye psikolojik harekat uzmanlarının yön verdiğini gösteriyor, Gün geçtikçe 15 Temmuz’un çelişkileri ortalığa saçılıyor ama Erdoğan resmi söyleme itiraz edeni cezalandırıyor, sorgulayanı hapse atıyor. Bu arada statükonun etki elemanları 15 Temmuz söyleminde Erdoğan’a mutlak destek veriyor. Zira sonuçtan pek memnunlar.
15 Temmuz asimetrik balans ayarının ülkeye zararı bütün darbelerden daha ağır oldu. Ekonomi çökertildi, milletin gelecek 50 yılı satıldı, demokrasi, hukuk açık darbelerden beter tahrip edildi. Toplum lime lime ayrıştırıldı. Dinin, ahlakın içi boşaltıldı. Toplumun umudu bitirildi. Yetişmiş beyinler ya atıl bırakıldı veya ülke dışına çıktı. Toplum projeye uyanamadı; zira dini, milli duyguları istismar etmeyi çok iyi bilen, hanımı örtülü Erdoğan baş roldeydi.
Hareket’in ihmalleri, hataları ayrı bir bahsin konusu. Ama sonuçta “hırsızlar” ile devlet içinde konuşlu mafyatik yapılar koordine çalıştı ve ülkeye yüzyılın operasyonunu yaptılar, 1980’den bu tarafa tehdit görülen Hizmet’i Erdoğan eliyle biçtiler. Avrasya Kamuoyu Araştırma Merkezi (AKAM) Başkanı Kemal Özkiraz, “28 Şubat ölmedi, Külliye’de yaşıyor. Dindarların iktidarında, dindarlar 28 Şubat’ı aştı, 29 Şubat yaşanıyor. Üniversiteye alınmayan başörtülü bacılarınız çocuklarıyla birlikte hapiste. Ama siz bunları bir İslamcıdan duyamazsınız” diye açıklamada bulundu.
Asıl tasfiye Anadolu çocuklarını hayatın her alanında etkin kılan ve bu nedenle de statükoya tehdit oluşturan Hizmet’e yapıldı. Ama başta Kürtler ve liberaller olmak üzere bütün muhaliflere ağır zarar verdiler. Bu defa tasfiyeyi siyaseti kullanarak, dindar kisveli biri eliyle, toplumu ters köşeye yatırarak yaptılar. Millet narkoz altında ne yapılanı hissetti, ne acıyı duydu. Kesildi, biçildi, dengeleriyle oynandı. Halk elbette narkozdan çıkacak ve ağrıları hissedecek, ama atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacak!
Yüzyılın operasyonu başarıyla sonuçlandı ama Ergenekon, statüko için bir problem vardı. Misyonu başarıyla tamamlayan Erdoğan’ı göndermek sanıldığı kadar kolay değildi. 15 Temmuz’dan sonra elde ettiği güçle Erdoğan kendi derin, kirli, silahlı yapılarını oluşturmuş, Ergenekon’a meydan okuyordu. SADAT’ı kurmuş, cihadistlerle işbirlikleri geliştirmiş, AKP teşkilatlarına yüzbinlerce silah dağıtmıştı. Yüzyıllık statükoyu da tasfiye edecek adımlar atıyordu.
Şimdilerde Ergenekoncu statüko, ekonomik krizlerle sarsılan, seçmen desteği eriyen, uluslararası alanda itibar kaybeden ama devletin bütün güç unsurlarına hakim Erdoğan’ı gönderip eski statükoyu tahkim etmenin yollarını arıyor. Anlaşılan o ki Sedat Peker’in ifşaatları dışında ellerinde güçlü enstrüman yok. Ama uzun vadede statükonun inşasında rolü olan global güçlerin statükodan yana tavır alacağını düşünüyorum.
Erdoğan’la kirli işbirliği kurarak Cemaati tasfiye etmek zor olmadı. Birlikte halkı da uyuttular. Lakin Erdoğan kolay lokma değil. Ülkeyi yakar, pekala iç savaşa da sokar.
Önümüzdeki dönem Türkiye için çok önemli. Birlikte 15 Temmuz filmini çeviren Ergenekon ve Erdoğan arasında şimdilerde devletin derin, genetik kodlarına hükmetme rekabeti görülüyor. Kemalistler, Ergenekoncular Erdoğan’a, “Görevin bitti, tasfiyeyi yaptın. Direksiyonu bize devret ve kenara çekil” diyor. Erdoğan ise her yönüyle ve tamamen kendisine bağlı yeni bir devlet kurmak istiyor.
“Ne Erdoğan, ne Ergenekon!” diyen, hukukun üstünlüğüne, çoğulcu demokrasiye, insan haklarına dayalı yönetim isteyenlerin sesi cılız. Çünkü AKP’liler “güç bizde!” diye demokrasiye, hukuka prim vermiyor. CHP’de, İYİ Parti’de, medyada, sosyal muhalefet içinde ise eski statükonun elemanları hala çok etkili. Ülkede gerçeği arayan, hukuka inanan, samimi demokrat bulmak zor. Halkın demokrasi hukuk bilinci ise oldukça zayıf.
Allah sonunuzu hayır etsin. Bir çukurdan öteki çukura yuvarlanarak yol alıyor, bir türlü belimizi doğrultamıyoruz.