Rebîülevvel ayının 12. gecesi. 14 asır önce Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sas) gözlerini açmasıyla birlikte, dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan nurun görüldüğü, Kâbe'deki putların yıkıldığı, ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanan ateşlerinin hiç sebepsiz söndüğü, insanların kendisine taptığı rivayet edilen Sâve Gölü'nün sularının bir anda çekildiği gün... Mevlit Kandili... Bu yıl 28 Ekim'i 29 Ekim'e bağlayan gece yani yarın idrak edilecek. Eğitimci-yazar Z. Hicran Yıldırım'ın Rehberlik Köşesi'nde "Mevlit Kandili" üzerine bir yazı dizisi kaleme alıyor Yazının üçüncü bölümünü yayınlıyoruz
Z. Hicran Yıldırım | Samanyoluhaber
Mevlid Kandili – 3
Ey Güzeller Güzeli gel, bir kere daha yeniden misafirimiz ol.
Gel, her gün biraz daha azgınlaşan şu zulmetleri güneşlere taç giydiren ışığınla dağıt ve herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini söndürüver…
'Vemâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn'
‘Biz seni bütün âlemlere sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.'
(Enbiya, 21/107)
Tarihler, 20 Nisan 571’i gösteriyordu. Fil Hadisesi’nin üzerinden yaklaşık 50 gün geçmişti. Kamerî takvim, Rabîülevvel ayının 12. günü Pazartesi’ydi.
Tan yerinin aydınlığa durduğu bu demde, bütün karanlıkları aydınlığa kavuşturacak bir doğum yaşanıyordu. Hz. Âmine’nin yanında, Abdurrahman İbn Avf’ın annesi Şifa Hatun ile Osman İbn Ebi’l-Âs’ın annesi Fâtıma Hatun vardı. Derken, asırlardır dilden dile muştusu dolaşan Son Peygamber Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), olanca bir sühulet içinde dünyaya teşrif ediverdi.
O (sallallahu aleyhi ve sellem) yetim olarak dünyaya gelmişti; ama başka çocuklara hiç benzemiyordu. Dudakları kıpırdıyor ve bir şeyler söylüyordu. Şifa Hatun biraz dikkat edince, “Allah sana merhamet etsin!” dediğini duydu. Odanın içi bir anda aydınlanıvermiş; Doğu ile Batı bu aydınlıkla nura gark olmuştu. (Kastallânî, Mevâhib, 1/122)
‘Rivayet-i sahiha ile mahşerin dehşetinden herkes hattâ enbiya dahi “nefsî, nefsî” dedikleri zaman, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm “ümmetî, ümmetî” diye re’fet ve şefkatini göstereceği gibi yeni dünyaya geldiği zaman ehl-i keşfin tasdikiyle validesi onun münâcatından “ümmetî, ümmetî” işitmiş.’ (4. Lema, B.Said Nursi)
Fâtıma Hatunun da şehadetiyle evin her bir köşesi, adeta nur kesilmişti. Sanki gökteki yıldızlar salkım salkım uzanmış ve üzerlerine dökülecek gibi olmuştu. (Kâdı İyâz, Şifâ, 1/267)
Hemen Abdulmuttalib’e haber gönderildi ve Abdulmuttalib, heyecanla eve geldi. Âlemin beklediği Nûr’u kucağına aldığında sevinçten sakalı, gözyaşlarıyla yıkanıyordu. Oğulları arasında en çok sevdiği Abdullah’ın yetimi, sağ-salim dünyaya gelmiş; mânâlı bakışlarla kendisini süzüyordu. Kürek kemikleri arasında bulunan işaret, herkesin dikkatini çekmişti; zira bu, din bilginlerinin tarif ettikleri gibi gelecek Son Nebi’nin ‘risâlet mührü’ idi.
Sıra adını koymaya gelince Hz. Âmine, görüp duyduklarını anlattı Abdulmuttalib’e ve adını ‘Muhammed’ koydular. Sonra da Abdulmuttalib, şükrünü eda etmek için torununu kucağına alıp doğruca Kâbe’ye geldi. İlk defa Kâbe, ikizi ile buluşuyordu. Abdulmuttalib’e, Abdullah’ın yetimi biricik torununa niçin bu ismi verdiği sorulunca o şunları söyleyecekti:
– Rüyamda, sanki gümüşten bir silsile gördüm; ortasından bir direk çıkmış, bir tarafı semaya, diğeri yerin derinliklerine, bir diğeri doğuya diğer biri de batıya doğru yönelip yükseliyordu. Daha sonra sanki bu, bir ağaç oluverdi. Her yaprağı nur doluydu. Doğu ve batıdaki herkes, bu ağaca müteveccih olup ona tutunma yarışına girmişlerdi. (Ebû Zehra, Hâtemü’n-Nebiyyîn, 1/140)
Efendiler Efendisini annesinden sonra henüz bir haftalık iken emziren, Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe’dir. Onu, yeğeninin doğumunu haber verdiğinden dolayı Ebû Leheb, bir sevinç nişanesi olarak hürriyetine kavuşturmuştu. Ancak, İslâm’ı tebliğle birlikte yeğeniyle yollarını sonsuza kadar ayıran bu öz amcanın, sırf bu hareketinden dolayı bir nebze de olsa ahiret azabından rahatlık duyacağı bilinmektedir. Zira, vefatından bir yıl sonra kardeşi Hz. Abbas’ın rüyasına giren ve perişan haliyle yürekler yakan Ebû Leheb’e:
– Bu ne hal, nelerle karşılaştın, diye sorulduğunda, iki parmağının arasını işaret edecek ve şu cevabı verecekti:
– Sizden sonra hayır adına hiçbir şey görmedim; sadece Süveybe’yi yeğenimin doğumuna sevinip hürriyete kavuşturduğum için bir yudum su alma imkânım oluyor. (Buhâri, Sahîh, 5/1961 (4813); İbn Hişâm, Sîre, 1/110, 111; İbn Sa’d, Tabakât, 1/108)
Süt anne Süveybe, daha önce Abdulmuttalib’in bir diğer oğlu ve Efendimiz’in amcası olan Hz. Hamza’yı da emzirdiği için, Hz. Hamza ile Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) süt kardeş olmuşlardı. Hz. Hamza’yı, kısa bir süreliğine de olsa Halîme-i Sa’diye de emzirmiş ve böylelikle o, Efendimiz (s.a.s.) ile iki ayrı bağla süt kardeş haline gelmişti. (Buhâri, Sahîh, 2/935 (2502)
Olağanüstü Hadiseler
Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, varlığın yaratılış gayesiydi. Hz. Âdem ile başlayan nübüvvet ağacı en mükemmel meyvesini vermişti. Onun için varlık, O’nun gelişine ilgi gösteriyor ve değişik yansımalarıyla insanların dikkatini, bu kutlu doğuma çekiyordu. Eşya ve hadiseler, kendilerine mahsus bir dille O`na ‘hoş geldin’ diyorlardı.
Sema pırıl pırıl yıldız kandilleriyle Resul-i Kibriya Efendimiz'in sallallahu aleyhi ve sellem gelişini alkışlıyordu. O`nun teşrifiyle birlikte gökyüzünde benzerine rastlanmamış parlaklıkta bir yıldız doğdu.
Kâbe’nin içini karanlık ve kirlere boğan putlar baş aşağı yıkıldı. Dünyaya teşrif eden o Zat sallallahu aleyhi ve sellem vazifesini yerine getirecek ve Allah’a ortak koşanların batıl inançlarını ortadan kaldıracaktı.
Medayin’deki Kisra (İran) sarayının on dört burç çatırdayarak yıkıldı.
İstahrabad’da Bin Seneden Beri Yanmakta Olan, Mecûsîlerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi.
Takdis edilen meşhur Save (Taberiyye) gölü bir anda kuruyuverdi.
Şark ve garbı bir anda aydınlatan muazzam bir nur görüldü. Dünyaya gelen Zat’ın sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ edeceği din şark ve garbı bütün ihtişamıyla kucaklayacaktı.
Gökyüzünden salkım salkım yıldızlar döküldü. Bu hâdiseyle şeytan ve cinlerin semadan haber almaları son bulmuş oldu. Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur!
“Madem Resûl-i Ekrem (a.s.m.), vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibten haber verenlerin ve cinlerin haberlerine set çekmek lâzımdır ki vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’an, nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti; hatta çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 161-163)
Varlığın şiir gibi O'nun sallallahu aleyhi ve sellem adına nazmedildiği,
Gönüllerin O'nun sayesinde varlığı bir meşher gibi temaşa edip değerlendirebileceği, bir kitap gibi okuyup yorumlayabileceği…
O'nun aydınlık ikliminde akıl sahiplerinin yollar bulup Hakk'a yürüyebileceği Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyayı şereflendirmişti.
'Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemin - Biz seni bütün âlemlere sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.' (Enbiya, 21/107)
“(Ey Resûlüm! Sen böyle onların üzerine titrerken) onlar hâlâ senden ve yolundan yüz çevirecek olurlarsa de ki: Bana (yardımcı ve destekçi olarak) Allah kâfidir. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na dayandım, O’na güvendim ve O, (bütün kâinatın, bütün varlıkların idare merkezi olan) Büyük Arş’ın Rabbi`(bütün kâinatın mutlak Sultanı, bütün varlıkların yegâne sığınağı, besleyip yaşatanı, koruyup gözeteni)dir.” (Tevbe sûresi, 9/129)
'Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemin'
Evet, O sallallahu aleyhi ve sellem, alemler için rahmet tecellisidir. Ümit ediyoruz ki, -inşallah- son bir kere daha ümmet-i Muhammed yeryüzünde kendini ifade edecek ve 'Ve mâ erselnâke' hakikati bütün dünyaca duyulacak ve saygıyla karşılanacaktır.
O'nun sayesinde bütün karanlıklar yeniden aydınlığa inkılab edecek; Bediüzzaman’ın ifadeleri ile dünya bir matemhane-i umumiye iken, O'nun sayesinde bayramlara, şenliklere ve şehrayinlere dönüşecektir.
O'nun sayesinde insanlık sahipsiz ve yetim olmaktan kurtulmuş.. ve yine O'nun sayesinde ki insanlık, yokluk çukuruna yuvarlanmaktan bir kere daha kurtulacaktır.
Bugün insanlığı daha fazla titreten ölüm, ahirete…cennet yurduna giden bir koridor haline gelecek ve aydınlanacak; bu itibarla imanın kuvveti nisbetinde herkes, değil ölümden korkmak ve kabirden geriye durmak, ahireti iştiyakla arzular hale gelecektir. Çünkü ahiret O'nun yanında bütün dostların da içtima ettiği bir yerdir.
Yine O'nun neşrettiği nur sayesinde ihtiyarlık, başarılı bir hayatın finali haline gelecek…
Hastalıklar, musibetler, insanı manevi kirlerden arındıran birer kurnaya dönüşecek…
Kâinat, ruhsuz, cansız ölüler olmaktan çıkacaktır.
O rahmet ve ümit insanının neşrettiği hakikat ve nur sayesinde dağlar, taşlar adeta bize birer dost haline gelecek ve O'nun mesajının ulaştığı yerlerde küfür ve nifakla kararmış ve zift gibi görünen bütün eşya birdenbire aydınlanıverecektir...
‘Bizler O'nun sayesinde küfrün ve dalaletin korkunç girdabından kurtulup imanı elde etmişiz. Bediüzzaman'ın yaklaşımıyla O'nun neşretmiş olduğu nur sayesinde insan-ı kâmil olma yoluna girmişiz. O'na yönelen ve gereken cehd u gayreti gösteren herkes, kâmil bir insan olabilir.
‘İşte bu yönüyle Efendimiz, bizim için mahz-ı rahmettir. Aslında Hz. Muhammed (aleyhissalâtü vesselam), o ulvî mahiyetiyle adeta Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin tecessüm etmiş şeklidir. İstidad ve kabiliyetlerini yerinde kullananlar, kullanıp o pak mevride uğrayanlar, o sayede hem dünyalarını hem de ukbalarını mamur etmiş, küfür ve dalaletin verdiği susuzluklarını giderip imansızlığın o korkunç girdabından kurtulabilmişlerdir. Bunların hepsi, Efendimiz'in bizim aramızda rahmet halinde temessül etmesi sayesinde olmuştur.’***
O, öyle geniş bir rahmettir ki, ahirette de 'Rahmeten lilâlemin' olduğunun ifadesi, mücrimlere şefaat edecek...
O Yüceler Yücesi şefaatiyle milyonlarca kişiyi elim bir azaptan kurtarıp saadete ulaştıracaktır. Bu müjdeyi Allah Rasulü bize:
'Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise -inşaallah- duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklıyorum.' ifadeleriyle vermektedir.
'Vemâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn' derken, Cenab-ı Hakk'ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği O zatı sallallahu aleyhi ve sellem yaptığı ve yapacağı bütün bu güzellikleriyle görmeye çalışmalı.
Efendimiz'in nasıl büyük bir hamde vesile olduğunu anlamalı ve şöyle demelidir:
'El-hak Sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammedsin Efendim. Hak'dan bize Sultan-ı müebbedsin. Hammâ-dun Senin ümmetin; Livaü'l-hamdin ve Kevserin sahibi de Sensin.'
Ey güzeller Güzeli gel, bir kere daha yeniden misafirimiz ol.
Tahtını sinelerimize kur ve bize buyurabildiğin her şeyi buyur.
Gel, gönüllerimizdeki karanlıkları kov, bütün benliğimize ruhunun ilhamlarını duyur ve bize yeniden diriliş yollarını göster.
Gel, her gün biraz daha azgınlaşan şu zulmetleri güneşlere taç giydiren ışığınla dağıt ve herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini söndürüver.
Gel, her şekliyle kine, nefrete, düşmanlığa kilitlenmiş şu zavallı ruhların boyunlarındaki zincirleri çöz; sevgiye, merhamete, şefkate hasret giden sinelerimizi muhabbetle, hoşgörüyle coştur.
Dahîlek ya Resûlallah
Bizi de nurlu halkana al ey Allah'ın Resûlü!...
Allahım! Efendimiz Muhammed’e kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, O’nun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar O’nun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar O’nun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine yağmur yüklü bulutlarla rahmet istenilir. Allah’ım, O’na, ehl-i beytine ve ashabına her göz kırpacak ve nefes alıp verecek kadarlık zaman diliminde (her an) Sana malum olan varlıklar sayısınca salât ü selam olsun.