Maliye Bakanı Hasan Polatkan 25 Mayıs 1960’ta Eskişehir’e giderken Mutahhare Hanım eşini uyardı: “Darbe söylentileri var, Ankara’da kalsanız daha iyi olmaz mı?”
Polatkan, “Hanım, bu nasıl söz? Türk askeri böyle bir şey yapar mı?” diye cevap verdi. Mutahhare Hanım’ın eşi ile son konuşması bu oldu.
26 Mayıs’ta Eskişehir Şeker Fabrikası, Başbakan Adnan Menderes tarafından coşkuyla hizmete açıldı. Bir gün sonra (27 Mayıs) Mutahhare Hanım iki çocuğuyla evde yalnızdı. Gece silah sesleriyle uyandı. Pencereden baktığında askerleri gördü. Korktuğu başına gelmişti.
27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti (DP) iktidarını bir gece baskınıyla düşüren ordu içindeki cunta, 16 ay sonra da Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu idam etti. 16-17 Eylül 1961, Türk demokrasi tarihine kara harflerle geçti. Yıllar geçse de unutulmadı.
Hasan Polatkan nasıl idam edilmişti?
Kabinenin en genç bakanı Hasan Polatkan, 1915’te Eskişehir’de doğdu. Dedeleri Kırım’dan gelmişti. Babası, küçük bir bakkal dükkânını çalıştıran Abdulbahri Bey, annesi yine Kırım Türklerinden, Eskişehir’in tanınmış ailelerinden Seyyid Gazi’nin kızı Gülsüm Hanım’dı. Beş çocuklarından Hasan, ilk, orta ve liseyi pekiyi ile bitirdi. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü’nü kazandı (1933). Ziraat Bankası’nda müfettişken 1946 seçimlerinde DP’den Eskişehir milletvekili seçildi. Menderes hükümetinde Çalışma Bakanlığı yaptı. Daha sonra Maliye Bakanlığı’na getirildi.
Hasan Polatkan’la Mutahhare Hanım 1949’da evlendi. Sema ve Nilgün adlı iki kız çocukları oldu. Polatkan, kabinenin en genç ve en zeki bakanlarından biriydi. Gece geç saatlere kadar çalışıyordu. Muhalifleri bile onu takdir ediyordu. İsmet İnönü, Polatkan’ı görünce, “Bu genci neden CHP’ye getirmediniz?” diye çevresine sitem etmişti. 10 yıllık DP iktidarında ülke baştan başa bir şantiyeye dönmüştü. Özel sektör güçlenmiş, devlet yatırımları hızlanmıştı. Ekonominin başındaki Polatkan’ın bunda katkısı büyüktü. 9 buçuk yıl bakanlık yapan Polatkan, önce çalışma hayatını, sonra da maliyeyi düzene sokmuş, 93 milyarlık yatırıma imza atmıştı. Askerle sivil arasındaki maaş farkını korumak için gösterdiği çaba cuntacıları rahatsız etmişti. Ezanın Arapça aslına döndürülmesi için Menderes’e telkinlerde bulunan da Polatkan’dı.
1957’deki seçimlerden sonra darbenin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Kadın hassasiyetiyle Mutahhare Hanım bazı şeyleri hissetmiş ve eşini uyarmıştı. Ancak Menderes gibi Polatkan da orduya güveniyordu. Nitekim Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun demokrat biriydi ve ordunun siyasete müdahalesine karşıydı; ancak 1950’den itibaren cuntalar faaliyetteydi ve epeyce mesafe almışlardı.
27 Mayıs sabahı Polatkan’ın evi askerlerce sarıldığında artık yapacak bir şey kalmamıştı. Ev didik didik aranırken Mutahhare Hanım, gözyaşları içinde, eşini ve hiçbir şeyden habersiz Nilgün (5) ve Sema’yı (10) düşünüyordu.
Eskişehir’de Menderes’le birlikte tutuklanan Polatkan ise, bir gün sonra Ankara Harbiye’ye getirilmişti. 11 gün sonra da İmralı’ya nakledildi. Mutahhare hanım tüm çabalarına rağmen eşine ulaşamadı.
Darbe gibi idamlara da önceden karar verilmişti. 20 Haziran 1960 tarihli Demokrat İzmir gazetesi: “Sabıkların cezası ölüm olacaktır” manşetini atmıştı.
Yassıada Mahkemesi, tam bir çadır tiyatrosuydu. Polatkan, gidişatı görmüştü, ilk günden ‘Bizi asacaklar’ diyordu. Türk adalet tarihinde unutulmaz yaralar bırakan yargılamada, bütün evrensel hukuk kuralları çiğnendi. Polatkan’ın savunma yapmasına izin verilmedi. Susturuldu. “Neden bu kadar fazla şeker fabrikası yaptınız?” diye sorular soruldu. 175 sayfalık savunma metinleri elinde kaldı.
Yassıada belgeleri arasında, Polatkan’ın iddianameden aldığı notlar da bulunuyordu: “Ben bir gün evinde ziyafet vermiş, davet yapmış, çay tertiplemiş insan değilim. Tek eğlencem sinema ve tiyatro. Türk milletinin büyük kısmı okuma yazma bilmiyordu amma ilme karşı büyük arzusu vardı. Türk köylüsü gerici de değildi.” diyordu.
Polatkanlar yaklaşık 15 ay boyunca sadece iki defa çok kısa ve askerlerin gözetimi altında görüşebildi. İlk buluşma darbeden 11 ay sonra gerçekleşti. Kocasını bitkin hâlde gören Mutahhare Hanım oldukça üzüldü. 83 kiloluk eşi 38 kiloya düşmüştü. Görüşme sırasında öğrendiği bir gerçek ise onda derin izler bıraktı. Polatkan’a işkence ediliyordu.
Yassıada’dan 15 idam kararı çıktı. İmralı’ya elleri arkadan kelepçeli, yüksek güvenlik tedbirleri altında botlarla sevk edildiler.
Millî Birlik Komitesi idamlardan üçünü onayladı. Bayar’la birlikte 12’sinin cezası müebbete çevrildi.
İlk idam edilen, 16 Eylül’de Hasan Polatkan oldu. Onu Fatin Rüştü Zorlu izledi. Bir gün sonra da Menderes’in boynuna ip geçirildi.
Görgü tanıklarının anlattıklarına göre; infazlar sırasında Polatkan çok üzgündü. İnfaz heyeti saat 04.30’a doğru Polatkan’ı bulunduğu odadan idam hazırlığı için alt kata indirdi. Başsavcı Altay Ömer Egesel, “Söylemek istediğiniz bir husus veya yazmak istediğiniz bir şey var mı?” diye sordu. “Karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsuzum. Allah’a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin.” son sözleri oldu. Gardiyanlar kravatını söküp aldı, üzerine beyaz gömlek giydirdi, ellerini arkadan kelepçeledi ve cellatlara teslim etti. Sehpaya çıkarıldı. Direnemedi. İşkence görmüş vücudu bir sağa bir sola sallandı. Ruhu Rahmet-i Rahman’a uçup gitti.
Savunma yapsa da idam değişmezdi
16 Eylül 1961’de Türkiye, Yassıada’dan gelen idam haberleriyle sarsılmıştı. Polatkan’ın İstanbul’daki evindeki akrabaları, eşine nasıl söyleyeceklerini bilemiyordu. Nihayet acı haber, Mutahhare Polatkan’a verildi. Teskin iğneleri bile onu sakinleştirememişti.
Polatkan’ın eşine ve kızlarına yazdığı son mektuplar duygu doluydu.
Eşine:
Çok sevgili karıcığım, bugün karar günü. Allah nasıl takdir etmişse öyle olacak. Allah’a ve vicdanıma karşı fevkalade müsterihim. Sakin ve mütevekkilim. Biz buradan nakil edileceğiz. Gittiğimiz yerden yazarım. Yanımıza yolda ağır olmaması için ancak yedek bir gömlek, çamaşır alıyoruz. Diğer eşyalarımızı gönderdik. Ben hangi eşyaları bana göndereceğinizi yazarım. Annemin ellerinden öperim. Seni, Sema’yı, Nilgün’ü hasretle kucaklar, pek çok öperim. Ablalarımıza, kardeşlerimize çok selamlar. Nebiha ve Ayşe’ye selamlar. Kardeşine de söyle bir mektup yollamıştı.
Kızlarına:
Sevgili çocuklarım Sema ve Nilgün,
Semacığım, imtihanların yaklaşıyor. Allah kolaylık versin. Fakat sen merak etme.
Allah’ın yardımı ile muvaffak olursun.
İmtihanlarınız sözlü olduğuna göre, çekingen olma. Cıvıl cıvıl konuş.
Nilgüncüğüm, ben burada her gün ‘Fatoş ile Güngörmüş’ü okuyor, hem gülüyor hem de seni hatırlıyorum. İnşaallah, seni bir gün dizlerime oturtarak o hikâyeleri sana ben okurum.
İkinizi de hasretle kucaklar, gözlerinizden, yanaklarınızdan öperim sevgili çocuklarım.”
Zalim aynı zalim. Sıfatları ve isimleri değişse de zulüm yöntemleri değişmiyor.
Ali Emir Pakkan