''Zalim gaddar ve cebbarlara karşı bütün mânasıyla -Üstad Hazretlerinin İhtiyarlar Risalesinde ve Şualarda izah ettiği üzere- “Hasbünallah ve ni’me’l-vekil- Vekil… Ni’me’l- Mevla ve ni’me’n-Nasîr” diyerek bu mübarek ve güç kaynağı âyet-i kerimeye sarılarak, derin bir iman ve iz’an ile bu Kur’an hakikatlarını vird-i zebân etmek gerekir''
Safvet Senih/ samanyoluhaber.com
Yeter de artar bile...
“Bana bir dayanma noktası gösterin, dünyayı yerinden oynatayım” diyen Arşimed’in işaret ettiği gibi, sağlam bir istinad noktasının sağlam ve güçlü olmasına göre insan oğlu dünyayı yerinden oynatacak işlere imza atabilir… Hele hele iman, itikad ve iz’an derinliği ile Allah’a dayanıyorsa!...
Şule Risalesinde Bediüzzaman Hazretleri, bazı sırların üzerinden perdeyi, kaldırırcasına şöyle diyor:
“Aziz Kardeşim bil ki: Herşeyi Allah’tan bilip böylece iz’an ettikten sonra, sürur veren şeye de, zarar veren şeye de râzı olman gerekir. Râzı olmazsan, mecburen gaflete düşersin. (…)
“Ey bu fâni dünyada vücudunun bâki kalması için hırs gösteren miskin nefis! Esasen Bâki-i Zülcelal olan Cenab-ı Hak seni bâkileştirmediği takdirde sen fânisin. O’na yönelmezsen, vücudun zeval bulup varlığın sona erecek. Varlığını O’nun yolunda sarf edip bitirmezsen hayatın sönecek. Mâdem hâl böyledir. Öyleyse de ki: Allah’ın Mâlik-i Bâkî olması beka için bana yeter. O’nun Bâkî Mâbudun olduğunu bilmem, bekâ lezzetim için bana yeter. O’nun Bâkî Rabbim olduğunu bilmem bâkî kalma gayem ve arzum için bana yeter. O’nun Bâkî Mûcidim olduğuna imanım, bekâ ve kemâl-i bekâ için bana yeter. Varlığı zarurî olan Cenab-ı Hakkın eseri olmam, vücud ve varlık olarak bana yeter. Gökleri ve yeri yoktan yaratanın sanatı olmam, kıymet-i vücud için bana yeter. Gökleri lâmbalarla, yeri çiçeklerle süsleyenin boyası olduğumu bilmem, vücud ve varlık gayem olarak bana yeter. O’nun Rabbim ve Mucidim olduğunu, benim de O’nun sanat eseri ve mahluku olduğumu bilmem, vücud lezzeti olarak bana yeter. Ölümü ve hayatı yaratan Cenab-ı Hakka güzel isimlerinin tecellilerine mazhar olmam, hayat olarak bana yeter. Vücudumun câmiiyeti (on sekiz bin âlemden numuneleri içinde barındırması) sırrıyla, Gökler ve Arzın Sahibinin güzel isimlerinin pek acip ve garip eserlerini herkesin gözü önünde izharım, kainattaki idrâk sahibi kardeşlerim (melekler, cinler ve ruhaniler) arasında teşhirim ve âlem çarşısında ilanım; hayat için ve hayatın hukuka ve gayesi için bana yeter. O’nun Esma-i Hüsnâsının tecelli eserlerinin numune ve fihriste olmam, gaye-i hayat olarak bana yeter. Gökler O’nun emriyle ayakta duran, yer O’nun izniyle istikrar bulan Zâtın isimlerinin tecellilerini lisan-ı halimle izharım, hayat ve kemâl-i için bana yeter. O’nun bana merhamet eden, ikram ve ihsanda bulunan Yaradanım, İlahım, Rabbim, Fâtırım ve Mâlikim olduğunu, benim de O’nun memlükü, sanat eseri mahluku, kulu ve fakiri olduğumu bilmem, hayat lezzeti için bana yeter. Kemâl için Allah’a imanım bana yeter. Herşey için Allah bana yeter.”
“Aziz kardeşim bil ki: Tevhidde ve herşeyi bir Zâta isnad etmekte, zaruret derecesinde nihayetsiz bir kolaylık ve nihayetsiz yüksek bir kıymet vardır. Şirkte ve yaratılanları kesrete (Allah’tan başka şeylere) isnad etmekte ise, imkansızlık derecesinde nihayetsiz bir zorluk, kıymetten düşmek ve nihayetsiz zillete batmak vardır. Görmüyor musun, bir askerin elindeki şey Sultana nisbet edildiğinde nasıl azamet kazanıyor; Sultanın emri altında bulunmakla nasıl bir izzet ve şeref kazanıyor; Sultan hesabına söylediği sözlerin kıymet ve ehemmiyeti nasıl yükseliyor; hayatının bütün lüzumlu şeyleri Melik’in hazine ve makinelerinden tedarik etmek nasıl çok suhûletle kolaylaşıveriyor! Ve bütün bu sayılan şeyler, askerin isyan ederek Sultandan intisabının kesilmesiyle, nasıl kıymetten düşüyor ve heba olup gidiyor.”
“Fayda gibi zarar da O’ndandır. Hayır gibi şer de O’ndandır. Hayat gibi, ölüm de O’nun kudreti ve kaderiyledir. Zira bir şeyin ölümünde, başka bir hayat veya başlangıcı vardır. Yahut bu ölüm, o hayatın kendisidir. Şer ve zarar da böyledir.”
Üstadımızın bu enfes tesbitinden sonra günümüze gelecek ve olanları değerlendirecek olursak; bir günahkar kadın, susuzluktan dili sarkan bir köpeğe acıyarak kuyuya inip ayakkabısıyla oradan su getirerek içirdiği için günahlarının bağışlandığını; bir kadının da bir kediyi aç bırakıp evinde hapsederek, dışarıya çıkıp karnını doyurmasına bile izin vermediğini ve bu yüzden kedi öldüğünden dolayı o merhametsiz kadının Cehenneme gideceğini Peygamber Efendimiz (S.A.S.) hadis-i şeriflerinde beyan ettiği halde: İslamiyete ve insanlığa adanmış Hizmet gönüllülerine “Onlara bir yudum su bile vermeyin!” diyerek koskoca ülkeyi zindandan bir hapishaneye çevirerek, dış ülkelere gitmelerine bile müsaade etmeyen ve “Açlarından gebersinler!” diye her şeyi yasaklayıp ölmelerini bekleyen daha doğrusu “idam cezası yoksa böyle yok olsunlar işte!” diyen bir kısım zalim gaddar ve cebbarlara karşı bütün mânasıyla -Üstad Hazretlerinin İhtiyarlar Risalesinde ve Şualarda izah ettiği üzere- “Hasbünallah ve ni’me’l-vekil- Vekil… Ni’me’l- Mevla ve ni’me’n-Nasîr” diyerek bu mübarek ve güç kaynağı âyet-i kerimeye sarılarak, derin bir iman ve iz’an ile bu Kur’an hakikatlarını vird-i zebân etmek gerekir. İşte böyle bir iman ve izan ile hiç kimse baş edemez ve bu mânevî gücün karşısında hiçbir gaddar ve zâlim duramaz…
Bakalım Mevlam neler gösterecek…
Görelim Mevlâm neyler… Neylerse güzel eyler…