Fethullah Gülen Hocaefendi 'Türkiye'de zulme uğrayanlara , Yurt Dışında yaşamak zorunda olanlara önemli mesajlar verdi
Fethullah Gülen Hocaefendi Bamteli Sohbetinde Zâlimin işini kolaylaştırmak, Allah nezdinde büyük bir vebaldir.
Hocaefendi sohbetinde özetle şunları söyledi..
' İster zindandaki, ister gaybûbet eden, zâlimin işini kolaylaştırmama adına, yaptıkları şeyleri yapmalılar. Zâlimin işini kolaylaştırmak, Allah nezdinde bir vebaldir, bir günahtır. Ne Efendimiz ne de diğer peygamberler ve selef-i sâlihîn, zalimlerin işini kolaylaştırmışlardır. Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselam) Mekke müşriklerinden ayrılıp Medine’ye gitti. “Kaçtı!” demiyorum; “kutsal yolculuk”, “Sevr sultanlığı”, “kutsal yol”, “kutsal şehrâh”; çünkü umumî işlek yoldan gitmediler, âlemin gitmediği bir yol takip ettiler; “gitti!” demek de ne demek, “şereflendirme”dir o, başka bir yeri şereflendirdiler. Gitti Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); kâfirin/zâlimin işini kolaylaştırmamak için. Hazreti Musa, Medyen’e gitti, Firavunların işini kolaylaştırmamak için. Koca “Nâsıralı Genç” diye bilinen seyyidinâ Hazreti Mesih, oradan oraya kaçtı, oradan oraya kaçtı; üç insan buldu, onlara bir şey anlatmak istedi; beş insan buldu, onlara bir şey anlatmak istedi. En-nihayet, bir yerde, Havarilerin de bulunduğu bir yerde, evini bastıkları zaman, Allah (celle celâluhu), Onu (aleyhisselam) vücûd-i necm-i nurânîsiyle mi, vücûd-i hâkânîsiyle mi, nezd-i Ulûhiyetine aldı, semalardaki tahtında, tahtını otağ yaptı, oraya oturttu. İşin mâhiyet-i nefsü’l-emriyesini idrakten âciziz. Söylediğim sözler biraz da o aczi aksettirici mahiyette; siz anlarsınız, Kıtmîr’in o mevzudaki hassasiyetini.
Bir de hicret meselesi var. Hicret… Şimdi, bir yönüyle boşluğa atılma gibi, bir çağlayana salınma gibi, bir şeye salınıyorsun ki, o deryanın nerede sona ereceği, nerede senin bir sahile yanaşacağın, yanaşıp dışarıya çıkacağın belli değil. Akıp gidiyorsun orada… Dolayısıyla mebdeinde çok ciddi bir ızdırap çekersin; çünkü bir meçhule doğru akıp gidiyorsun. “Kanada’ya mı gitsem, Brezilya’ya mı gitsem, Arjantin’e mi gitsem, Şili’ye mi gitsem? Nereye gitsem, nereye iltica etsem?!.” Bu, bir. İkincisi; “Malıma-mülküme el koydular, o gittiğim yerde ne yapabilirim?!” Soruyorum bazılarına, “Ne yaptınız?” Hiç öyle bir işin insanı değil; “Bir tane araba buldum, dolmuşçuluk yapıyorum!” diyor. Öbürü, “Biz de böyle beş-on kuruş bir şey bulduk; hanımlarımız -Allah razı olsun- orada ekmek yapıyorlar veya bizim yemek kültürümüze dair bir şey yapıyorlar, onu satıyorlar, onunla geçinmeye çalışıyoruz.” diyor. Bir iş tutturuncaya kadar ızdırap içinde kıvranıyorlar.
Hicret… Ve aynı zamanda bunlar, dışta muavenet oluşumları teşkil ediyorlar; bu kadarcık olsun eli kolu açık olmayan, daha doğrusu eli-kolu bağlı bulunan insanlara yardım etme adına heyetler oluşturuyorlar; “Acaba, bu elde ettiğimiz şeyden beş-on kuruş artırıp o mağdurların yardımına koşabilir miyiz?!.” Onu yapıyorlar. Şimdi bu yönüyle de hicret, hicrettir.
Esasen, bunların hepsi o ilklerin gölgesinde yaşanan mazlumiyet ve mağduriyetlerdir. O “zindan”ı, hakikî manada yaşayan, o “gaybubet”i hakikati manada yaşayan -ki, Efendimiz de yaşamıştır onu-, o “hicret”i hakiki manada yaşayan insanların zindanlarının, gaybubetlerinin, hicretlerinin gölgesi olarak, o işin izâfîsi olarak günümüzde de yaşanıyor.