''Bu dünya ve içindekiler fanî oldukları gibi, içinde işlenen iyilikler, güzellikler, hayır ve hasenatlar da sanki gafletli nazarlara göre fanî görünebilir. İşte “Hasbünallah Ve ni’me’l-Vekil” ayeti, bu gafleti yanlış bakışın perdesini de sıyırıp kaldırıyor.''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
İnsanda kemâlât sahiplerine, meşhur insanlık yıldızlarına karşı bir alâka vardır. Onlarla görüşmek arzusu herkeste bulunur. Üstad Hazretleri “Şimdi İmam-ı Rabbanî hayatta olsa, onunla görüşmek için her türlü sıkıntı ve fedakârlığa katlanmaya râzı olduğunu” söylüyor. Elbette başta Efendimiz (S.A.S.) olarak bütün peygamberleri görmeye dair müthiş bir arzu ve iştiyak vardır. Ama imanî şuur olmazsa, geçmiş-gelecek ve içinde olanlar yok ve yok olmuş hükmündedir. İnsan için ne büyük çaresizlik ve ızdırap kaynağıdır. İman geçmişi-geleceği, zaman ve mekanı aydınlatan ve canlandıran bir nurdur.
Üstad Hazretleri “Hasbünallahü Ve ni’me’l-Vekil” âyetinin tefsirini yaparken bu ince ve derin hakikatı şöylece gözlerimizin önüne seriyor:
“Hem o imanî şuur, intisap ve münasebet ve alâkadarlığı cihetiyle bütün EHL-İ KEMÂLÂTA karşı bir uhuvvet peydâ olur. O halde Bâki-i Sermedî’nin varlığıyla ve bekâsıyla o hadsiz ehl-i kemâl mahvolmayıp zâyi olmadıklarını bilmekle, takdir ve tahsin ile bağlı ve dost olduğu hadsiz dostlarının bekâları ve kemâlâtlarının devamı, o îmanî şuur sâhibine ulvî bir zevk verir.
“Hem o şuur-ı îmânî ve intisap ve münasebet ve alâkadarlık ve uhuvvet vasıtasıyla bütün dostlarımın –ki hayatımı ve bekâmı memnuniyetle onların saadetlerini için fedâ ediyorum, onların – mesud olmalarıyla hadsiz bir saadeti kendim de hissedebilir gördüm. Çünkü bir samimi dostun saadetiyle, şefkatli dostu dahi saadetlenir ve lezzetlenir. Şu halde Bâki-i Zülkemâl olan Cenab-ı Hakkın bekâsı ve varlığı ile, başta Resul-i Ekrem (S.A.S.) ve âl ve ashabı olarak umum seyyidlerim, dost ve arkadaşlarım olan peygamberler, evliya ve asfiyâ ve bütün diğer hadsiz dostların ebedî yok olmaktan kurtulduğunu ve ebedî bir saadete mazhar olduklarını o imanî şuur ile hissettim. Ve münasebet, alâka, uhuvvet, dostluk sırrıyla saadetleri bana yansıyıp saadetlendirdiğini zevk ettim.
“Hem o îmânî şuur ile rikkat-i cinsiye ve akrabaya şefkat yüzünden gelen hadsiz elem ve acılardan kurtulup, hadsiz ruhânî bir zevk duydum. Çünkü, hayatım ve bekâmı iftiharla onların tehlikelerden kurtulmaları için fedâ etmeyi fıtrî arzu ettiğim başta pederlerim ve vâlidelerim ve bütün neslî, nesebî ve mânevî akrabalarım, Bâki-I Hakîkî olan Cenab-I Hakkın bekâsı be varlığıyla mahvolmaktan, yok olmadan ve ebedî idamdan ve hadsiz elemlerden kurtulup o hadsiz rahmetine mazhar olduklarını îmanî şuur ile hissettim. Gam ve eleme sebep olan cüz’î ve tesirsiz şefkatime bedel, nihayetsiz bir rahmet, onlara nezâret ve himaye ettiğini duydum, hissettim. Bir vâlide, evladına lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevk duyması gibi ben de o bütün şefkat ettiğim zatların, o rahmetin himayesi altındaki kurtuluşlarıyla ve istirahatleriyle zevk aldım, ferahlandım ve çok derin şükrettim.
“Hem o îmanî şuur ile hayatımın neticesi, saadetimin sebebi ve fıtratımın vazifesi olan Nur Risaleleri de zâyi olmaktan, mahvolmaktan, faydasız kalmaktan ve mânen kurumaktan kurtulmalarını, meyvedar, bâkî kalacaklarını o îmanî intisap ile bildim, hissettim, kanaat getirdim. Kendi bekâmın lezzetinden çok ziyade bir mânevi lezzet duydum, tam hissettim. Çünkü iman ettim ki; Bâki-i Zülkemâl olan Cenab-ı Hakkın bekâsı ve varlığıyla Nur Risaleleri, yalnız insanların hâfızalarında ve kalblerinde nakşolmuyor; belki hadsiz şuur sahibi mahlûkatın ve rûhânilerin bir mütâlaagâhları olmakla beraber Allah’ın rızâsına mazhar ise, Levh-i Mahfuz’da ve elvâh-ı mahfuzda irtisam ederek sevap meyleriyle tezyin edilirler. Bilhassa Kur’an’a mensup olmaları ve Efendimizin (S.A.S.) kabulü ve inşaallah İlâhî rıza ve hoşnutluk cihetiyle bir andaki varlıkları ve Cenab-ı Hakkın Rabbanî nazarına mazhariyetleri, bütün ehl-i dünyanın takdirlerinden daha ziyade kıymetli bildim. İşte hayatımı ve bekamı, o Risalelerden imanî hakikatları isbat eden her bir Risalenin bekâsına, devamına, ifadesine, makbuliyetine fedâ etmeye her vakit hazır olduğumu ve saadetimi de o Risale-i Nurların Kur’an’a hizmet etmelerinde bildim. Ve o halde, İlahî Bekâ ile yüz derece insanların tahsinlerinden daha ziyade bir takdire mazhariyetlerini o imanî intisapla anladım. Bütün kuvvetimle ‘HASBÜNALLAHÜ VE Nİ’ME’L-VEKİL! Onun Bekâsı bize yeter’ dedim.
Bu dünya ve içindekiler fanî oldukları gibi, içinde işlenen iyilikler, güzellikler, hayır ve hasenatlar da sanki gafletli nazarlara göre fanî görünebilir. İşte “Hasbünallah Ve ni’me’l-Vekil” ayeti, bu gafleti yanlış bakışın perdesini de sıyırıp kaldırıyor. “Bâki-i Hakikî olan Cenab-ı Hak o salih amellere beka verip ebedî meyvelere çevirecek!..” diye müjde veriyor: “Hem o îmanî şuur ile ebedî bir bekâ ve daimî bir hayat veren Bâki-i Zülcelâlin bekâsına ve vücuduna iman ve imanın sâlih ameller gibi neticeleri, bu fânî hayatın bâki meyveleri ve ebedî bir bekânın vesileleri olduğunu bildim. Meyvedar bir ağaca inkılâb etmek için kabuğumu terkeden bir çekirdek gibi, ben de o bâkî meyveleri vermek için bu dünyevî bekânın kabuğunu bırakmaya nefsimi kandırdım. Nefsimle beraber “Hasbünallahü Ve ni’me’l-Vekil, O’nun bekâsı bize yeter.” dedim.
İnsanın büyük derdi, kapısı kapanmayan kabir!.. Fânî dünya hayatın en son varıp dayanacağı durak; KARA TOPRAK! İşte “Allah bize yeter. O, ne güzel Vekil’dir” mealindeki âyet ve onu durmadan 500 defa tekrar etmek, aydınlık bir kapı açıyor: “Hem o îmanî şuur ve ubûdiyet ile (Allah’la irtibata geçerek, intisap edip bağlanmak suretiyle her türlü KOPUKLUKTAN kurtularak toprak perdesinin arkasının ışıklandığını ve ağır toprak tabakasının da ölülerin üstünden kalktığını ve kabir kapısıyla girilen yeraltı dahi, ucu yokluğa bulaşan karanlıklar olmadığını ilmî bir yakîn ile bildim. Bütün kuvvetimle “HASBÜNALAHÜ VE Nİ’ME’L-VEKİL dedim.”
Âhiretin varlığını ve ebedî saadeti Kur’anî makuliyetle aklı ve kalbi ikna ve tatmin edecek şekilde Üstad Hazretleri Onuncu Söz’de ve Yirmi Dokuzuncu Söz’de geniş geniş ele almış ve gerçekten isbat etmiştir…