Kulüplerimiz, dünyanın parasını ödeyerek aldıkları futbolcu ve teknik direktörleri yine dünyanın parasını ödeyerek göndermeye çalışıyor.
Birkaç yıl önceydi. Bir büyük takımımızın iki yöneticisi, Brezilya’ya futbolcu izlemeye gitmişti. Önceden aldıkları bilgiler ışığında 6 numaralı oyuncuya konsantre olmuşlardı. Tam da takımları için aradıkları oyuncuydu. Zaten birkaç görüşme de olmuştu, iş orada bitecekti. Ama aynı maçta 17 numaralı futbolcu da başarılı bir oyun çıkartıyordu. Büyük takımımızın yöneticileri, mihmandarlarına dönerek bu oyuncunun adını sordular. Hemen oracıkta, adı, yaşı gibi temel bilgiler öğrenildi. Ya fiyatı? Kimse bilmiyordu. Az sonra Brezilyalı kulübün yöneticilerine 17 numaralı oyuncunun da fiyatı soruldu. 8 milyon avro dendi. Hemen oracıkta el sıkışıldı. Ertesi gün iki oyuncu çoktan Türkiye semalarına doğru yola çıkmıştı.
Bir büyük takımın böyle bir transfere imza atması mümkün mü? Evet, bu takım Türkiye’de olunca mümkün. Hiçbir ön araştırma olmadan, herhangi bir pazarlığa bile girmeden yapılan bir transfer. Üstelik verilen onca para da cabası… Aslında ne fark eder ki? Ön araştırma yapılınca bir şey mi oluyor sanki? Yine milyonlarca lira sokağa dökülmüyor mu? Yöneticilerden hesap soranın olmadığı bu ülkede sistem böyle gelmiş böyle gitmiyor mu?
Maalesef son yıllarda büyük kulüplerimiz sokağa para saçmayı alışkanlık hâline getirdi. Pahalı bonservis bedelleri ödenerek alınan oyuncular neredeyse bedavaya elden çıkartılıyor. Sadece oyuncular mı, teknik direktörler de… Önceki haftaya G.Saray’ın teknik direktör Frank Rijkaard’ın sözleşmesini feshetmesi damgasını vurdu. Bu olay ülkemizde ne ilkti ne de son olacak. Türkiye’de, son 5 yılda 4 büyük kulüp 5 yabancı teknik direktörü sözleşme süresi tamamlanmadan gönderdi. Bu da onlara pahalıya mal oldu. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor, son 5 yılda, yabancı teknik direktörlere toplam 17 milyon avro tazminat ödedi.
Son olayda Galatasaray, Rijkaard ile 3 milyon avroluk tazminat konusunda anlaşmaya vararak yollarını ayırdı. Hollandalı teknik adam takımın başına geldiğinde yöneticiler, Avrupa futbolunun 10 elit teknik direktöründen biri olan “Sayın Frank Rijkaard” ile anlaştıkları için mutluydu. Ama sonuçlar umdukları gibi gitmedi. Adnan Polat’ın hoca karnesi zaten kötüydü. Rijkaard öncesinde Karl Heinz Feldkamp ve Michael Skibbe’yle de sezon sonunu görmeden yolları ayıran oydu. Tek fark, Kalli ve Skibbe’ye tazminat ödenmemesiydi.
Söz hocalardan açılmışken, bu konuda kimse Beşiktaş’ın eline su dökemez. Siyah-beyazlı takım, Nevio Scala ve Jean Tigana gibi hocalara milyonlarca avro tazminat ödedi. Ama hiçbir tazminat 2004-05 sezonunda Real Madrid’den ayrılıp Beşiktaş’a gelen İspanyol Vicente del Bosque’ye verilen kadar olmadı. Türkiye’de gelmiş geçmiş en pahalı hocaydı Del Bosque. Kötü giden sonuçlar yüzünden onunla yollar ayrıldı. Ancak İspanyol hoca tazminat konusunda anlaşmaya yanaşmadı. Taraflar mahkemelik oldu. Sonunda hukuk mücadelesini kazanan Bosque, Beşiktaş’tan 7,8 milyon avro tazminat aldı. Bazı kişilerin ‘Yeniköy Kasabı’ diyerek dalga geçtiği Del Bosque, sonraki yıllarda İspanya Millî Takımı ile dünya şampiyonluğuna ulaştı.
Türkiye’de paraların havalara saçıldığı bir ortamda F.Bahçe’nin Beşiktaş’tan geri kalması yakışık almazdı! Sarı-lacivertliler İspanya Millî Takımı ile Avrupa şampiyonluğunu kazanan Luis Aragones’i takımın başına getirdi. Üstelik takımı 2 yıl üst üste çalıştıran ve başarılı sonuçlar alan Zico’nun yerine... Aragones, İspanya ile Avrupa şampiyonluğunu kazandıktan hemen sonra F.Bahçe ile anlaştı. F.Bahçe onun yönetiminde 2008-09 sezonunu kötü geçirdi. Finale çıktığı Türkiye Kupası’nda da Beşiktaş’a 4-2 mağlup olunca Aragones ile yollar ayrıldı. Tabii cebine 3 milyon avro tazminat parası koymak suretiyle…
Sütten ağzı yanan Sarı-Lacivertli kulübün yoğurdu üfleyerek yiyeceğini düşünenler yanıldı. Aragones’ten sonra daha önce de bu kulüpte görev alan Alman Christoph Daum ile anlaşıldı. Daum’lu F.Bahçe geçen sezon şampiyonluğu son hafta Bursa’ya kaptırdı. Aziz Yıldırım küplere bindi. Sözleşmesi devam eden Daum ile yollarını ayırdı. Anlaşmaya göre Alman hoca, bol bol tatil yapacağı bir sezon için hiç terlemeden 2,4 milyon avro alacaktı.
Trabzonspor da üç büyükleri taklit olmazdı. Bordo-mavililerin farkı, ayağını yorganına göre uzatması. Öyle 5-10 milyon dolar verecek paraları olmadığı için daha az paralar ödeyeceklerdi. Geçen sezon başında takımın başına getirilen Belçikalı Hugo Bross sadece 13 hafta çalıştı. Kasımpaşa yenilgisinden sonra “Yönetim gitmemi istiyorsa, gereğini yapar.” diyen Bross’un cebine “Ne olursun git!” denilerek 750 bin avro konuldu. Bu parayı alan Bross da yöneticileri kırmayarak ülkesinin yolunu tuttu.
Yayın gelirleri 321 milyon dolar olan ligin bu kadarcık hatası olur tabii. Yöneticiler bu paraları zaten cebinden ödemiyor. Hatta yaptıkları hatalar yanlarına kâr kalıyor. Hatırlayın geçen yıl Tabata’ya 8 milyon, İsmail Köybaşı’na 5,5 milyon avro bonservis bedeli ödeyen başkan için “Yeter Yıldırım Demirören yeter!” diye bağıran Beşiktaş tribünlerini. Aynı tribünler bu sene Guti ve Quaresma transferlerinden sonra “Yetmez Yıldırım Demirören yetmez!” diye bağırdılar. Maalesef, yapılan hatalar unutuluyor. Beşiktaş yönetiminin har vurup harman savuracak o kadar çok parası var ki! Mesela, Matias Delgado’ya verilen paralar… 2006’da Ülker’in sponsorluğu ile Basel’den 5 milyon avroya alınan, 19 Ocak 2009’da 7 milyon 750 bin dolar ödenerek hakları kulübe geçirilen Delgado transferi tam bonkörlük örneği. Hem takımdaki yabancı kontenjanını boşaltmak hem de sakatlığı bahane edilerek Delgado’nun geçen yıl lisansı askıya alınmış, buna rağmen bu oyuncuya 2,2 milyon avro ödenmişti. Delgado bu sene bonservis bedeli alınmadan elden çıkartıldı ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin El Cezire takımına bedavaya verildi.
Büyüklerimizin bir futbolcuya ödediği paralar Anadolu’da bazı takımların yıllık bütçelerine denk. Bakın G.Saray’a… 2007’de 4 yıllık sözleşme imzalattığı Cassio Lincoln’e kulüp tarihinin en büyük ücreti ödendi. 4 yıllık anlaşma gereği Brezilyalı oyuncuya 13,5 milyon avro garanti para verilecekti. Ve bu paranın büyük bir kısmı da verildi. Resmî sözleşmelere göre G.Saray, Lincoln’e ilk yıl 6 milyon avro garanti para ödedi. Sambacı, geri kalan 7,5 milyon avroyu ise 3 yıl içinde 2,5 milyonluk eşit taksitlerle alacaktı. Ve büyük bir kısmını da aldı. Lincoln bu paraları aldıktan sonra ne yaptı? Sözleşmesi devam ettiği hâlde, bavullarını toplayarak ülkesinin yolunu tutarak teşekkür etti! G.Saray, geçen yıl da Joao Alves, Dos Santos ve Abdul Kader Keita’ya milyonlarca dolar verdi. Cim Bom sadece Keita’da zarar etmedi. Keita, 8 milyon 150 bin avroya satıldı.
Paraları havaya saçma yarışında F.Bahçe’yi es geçemeyiz. Kulübe çok değerli hizmetler veren Başkan Aziz Yıldırım’ın dört dörtlük transfer sezonu yok. Mesela Mateja Kezman ve Daniel Guiza transferlerini ele alalım. Kezman, 2006’da 8 milyon avro bonservis bedeli ile alındı. Kendisine yıllık 4 milyon avro veriliyordu. 2 yıl sarı-lacivertli formayı giyen Sırp futbolcunun maliyeti 16 milyon avroyu buldu. Aragones döneminde bu oyuncu 4 milyon avro bonservis bedeliyle Paris Saint Germain’e verildi. Sadece bonservis bedeli zararı 4 milyon avro civarında. Guiza ise geçen sezon 17 milyon avro gibi bir maliyete transfer edildi. F.Bahçe geçen yıl Guiza’dan istediği verimi alamadı. İspanyol oyuncu bu sene ise daha topa dokunmadı.
Bunca paralar sokağa dökülmesine rağmen değirmenin suyu kesilmiyor, bilakis artıyor. Geçmiş yıllarda ülkemize gelen Ortega, Ailton, Rune Lange ve Nonda gibi daha nice oyuncuda benzer problemler yaşandı. Mevcut yönetimler aklını başına almadığı ve sıkı denetlenmediği sürece bu isimlere daha niceleri eklenecek. Haberi yazdığımız saatlerde, geçen yılın devre arasında 3 milyon avro bonservis bedeli ödenerek alınan Trabzonsporlu Teofilo Gutierrez de listeye dâhil edilecek isimlerin başında geliyordu.
(AKSİYON)