''Riski, rızıkla aynı mânada kullananlar var. Risk ne kadar çoksa kazanç da o kadar yüksektir, ticarette. Risk almasını bilenler başarıda ileri seviyede olurlar. Korkak bezirgan ne kâr eder ne ziyan… Ama vaktini iyi kullanmadığı için zaten zarar etmiş demektir. Şimdi bu süreçte gayr-i ihtiyarî riskli işlerin ve vazifelerin içinde bulunanlar, zekalarını kullanıp bunları büyük hayırlara çevirmek için gayret göstermelidirler. ''
Safvet Senih / samanyoluhaber.com
Bir tren kazasında bir bacağını kaybetmiş olan William Bolitho, “Hayatta en önemli şey, kazançlarınızı sermayeye ilave etmek değildir. Bunu, en kafasız bir adam da yapabilir. Gerçekte mühim olan, zararlarınızdan fayda temin etmektir. Bu da, zekâyı gerektirir ve akıllı bir adamla aptal bir adam arasındaki farkı ortaya koyar.” demiş. Fakat “Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya bak” kitabının yazarı meşhur Dale Carnegie ise şöyle diyor: “İki bacağını kaybettiği halde, EKSİLERİNİ ARTIYA DÖNÜŞTÜREBİLEN BİR ADAM tanıyorum. Adı, Ben Forston’dur. Kendisiyle, Atlanta Georgia’daki bir otelin asansöründe tanımıştım. Asansöre girdiğim zaman, neşeli tavırlı bu adamın, tekerlekli iskemlesinin üzerinde, asansörün bir köşesinde durduğunu gördüm. Asansör ineceği katta durduğu zaman, arabasını daha rahat hareket ettirebilmesi için, benden biraz kenara çekilmemi rica etti. Yüzünde sıcak bir tebessümle, ‘Sizi rahatsız ettiğim için çok üzgünüm’ dedi. Asansörden inip odama gittiğim zaman, bu neşeli kötürümden başka bir şey düşünemiyordum. Böylece kendisini buldum ve hikayesini anlatmasını istedim.
“1929 senesinde oldu’ diye gülümseyerek anlatmaya başladı. ‘Bahçeme dikmek üzere fasülye sırıkları kesmeye gitmiştim. Sırıkları Ford arabama yüklemiş, eve doğru hareket etmiştim. Tam sert bir viraj alacağım sırada, sırıklardan biri, arabanın altına kaydı ve direksiyon mekanizmasına karıştı. Araba bir setin üzerinden fırlayarak bir ağaca çarptı. Belkemiğim sakatlanmıştı ve ayaklarım tutmuyordu… Bu hadise olduğu zaman yirmi dört yaşındaydım ve o zamandan beri bir adım dahi atmış değilim.’ Yirmi dört yaşında ve ömrü boyunca tekerlekli iskemleye mahkum olmak! Bunu nasıl cesaretle karşılayabildiğini sordum. ‘Cesaretle karşılayamadım!’ dedi. Paniğe kapılmış, isyan etmiş. Kaderine lânetler yağdırmış. Fakat seneler geçtikçe, bu isyankâr, tavrının kendisini, bedbahtlıktan başka hiçbir yere götürmediğini fark etmiş. ‘Nihayet anladım ki’ dedi, ‘diğer insanlar bana karşı iyilik ve nezaket gösteriyorlardı. Ben de onlara, hiç olmazsa, iyilik nezaket göstermeye mecburdum.’
“Kendisine seneler sonra bu kazanın kendisi için kötü bir talih olduğunu düşünüp düşünmediğini sordum. ‘Hayır’ dedi, ‘Şimdi âdeta bu kazanın olduğuna memnunum. Sarsıntı geçtikten şiddetini atlattıktan sonra, yeni bir dünyada yaşamaya başladım. Okumaya başladım. Güzel edebî eserlere karşı büyük bir sevgi duyuyordum artık. On dört yıl içinde en azından bin dört yüz kitap okudum. Bu kitaplar yeni ufuklar açtı ve hayatı düşündüğümden de zengin bir hale soktu. Fakat en büyük değişiklik, düşünmeye vakit bulabilmemdi. Hayatımda ilk defa olarak dünyaya bakıp gerçek değer hükümlerine varabildim. Evvelce uğraştığım bir çok şeyin, o uğraşlarıma değmediğini fark ettim. Okuduğum kitapların neticesi politikayla ilgilenmeye başladım, memleket meselelerini incelemiştim, tekerlekli iskemlemden konferanslar verdim. Şimdi ben iskemlede Georgia Eyaleti milletvekiliyim.”
Kur’an da şöyle buyruluyor: “Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir.” (Bakara Suresi, 2/216) Başarı kazanmış insanların başarılarını tetkik ettikçe, büyük gayretlere, büyük mükâfatlara teşvik eden, NOKSANLARLA hayata atıldıkları için muvaffak olanların adedinin hayret verici şekilde fazla olduğu hakkındaki kanaatlar derinleşmektedir.
William James “Noksanlarımızın bize umulmadık yardımları olmaktadır.” diyor.
Kuvvetle muhtemeldir ki, Milton KÖR olduğu için daha iyi şiirler yazmış. Beethoven SAĞIR olması sebebiyle daha fevkalâde besteler yapmıştır.
Helen Keller’in parlak mesleğine sebep olan ve buna imkân hazırlayan, hem KÖR hem de SAĞIR olmasıdır.
Eğer Çaykovski, feci evliliğinden dolayı intiharı düşünecek kadar acıklı bir hayat yaşamamış olsaydı, o meşhur “Symphonie Pathetique”ini hiçbir zaman bestelemeyecekti.
Dostoyevski ve Tolstoy, ızdırap dolu bir hayat yaşamamış olsalardı, ölümsüz romanlarını belki de hiç yazamazlardı.
Abraham Lincoln… Şayet o, aristokrat bir ailede büyümüş, Harward’da hukuk tahsil etmiş ve mutlu bir evlilik yapmış olsaydı. Gettsyburg’da ölümsüzleştirdiği sözlerini hiçbir zaman kalbinin derinliklerinde duyamayacak; ikinci başkanlık dönemine başlaması dolayısıyla yapılan törende, o müthiş hitabesini içinde hissedemeyecekti. Şimdiye kadar hiçbir idareci tarafından söylenmemiş güzel ve asil sözler: “Hiç kimseye kin tutmadan; herkese şefkat beslemek…”
Harry Emeson Fosdick, “The Power to Seeit Throngh” (Derinlemesine Görebilme Gücü) adlı kitabında der ki, “İskandinavyalıların bir sözünü, bazılarımız hayatımızın düsturu olarak kabul edebiliriz: Vikingleri meydana getiren, Kuzey rüzgârlarıdır.”
Tehlikesiz ve güzel bir hayatın, refahın verdiği rahatlığın, insanları ahlâk sahibi ve mutlu edeceği fikrini nereden aldık? Tam aksine kendilerine acıyan insanlar yumuşak minderler üzerinde yatarlarken dahi kendilerine acırlar. Fakat, tarih göstermiştir ki, mutluluk insanlara, kendi mesuliyetlerini omuzladıkları zaman, iyi, kötü, orta, her çeşit şartlarda gelebilmektedir.
Riski, rızıkla aynı mânada kullananlar var. Risk ne kadar çoksa kazanç da o kadar yüksektir, ticarette. Risk almasını bilenler başarıda ileri seviyede olurlar. Korkak bezirgan ne kâr eder ne ziyan… Ama vaktini iyi kullanmadığı için zaten zarar etmiş demektir. Şimdi bu süreçte gayr-i ihtiyarî riskli işlerin ve vazifelerin içinde bulunanlar, zekalarını kullanıp bunları büyük hayırlara çevirmek için gayret göstermelidirler.