17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalının kilit ismi Rıza Sarraf’la ilgili Başsavcı Preet Bharara’nın sunduğu dosyanın ardından gözler yeniden Sarraf ile AKP’nin üst düzey isimleri arasındaki ilişkiye çevrildi. İran’a ekonomik yaptırımları delmek, para aklamak ve dolandırıcılık gibi suçlar nedeniyle 75 yılla yargılanan Sarraf’ın avukatlarının yaptığı 50 milyon dolarlık kefalet başvurusunu ardından mahkemeye yeni bir dosya sunan Bharara, 17 Aralık fezlekesinin çevirisini de eklemişti. Bharara, Sarraf’ın ‘kaçma şüphesi’ olduğu için kefaletin reddedilmesi gerektiğini belirtirken, bu şüphesine Erdoğan ailesi dahil Türkiye’nin üst düzey yöneticileriyle olan yakın ilişkilerini; eski bakanlar Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Muammer Güler’le kurduğu iddia edilen rüşvet ağını göstermişti.
FEZLEKE YENİ DEĞİL
Birgün Gazetesi'nden Ömür Şahin Keyif, Washington’daki Demokrasileri Koruma Vakfı analistlerinden, CHP eski milletvekili Aykan Erdemir’e davada gelinen noktanın siyasi boyutunu ve gelişmelerin Washington’da oluşturduğu etkiyi
sordu.
Süreci yakından takip eden Aykan Erdemir’e göre, üzeri örtülen 17 Aralık fezlekesinde yer alan bilgilerin Amerika’da bir iddianamede ortaya çıkması, Türkiye’de “acaba sorumlular Amerika’daki bir soruşturma nedeniyle hesap verebilir mi” şeklinde bir kamuoyu yarattı. Ancak, şu anda elimizde olan verilere bakıldığında, Savcı Bharara’nın dilekçesinin ekinde, Türkiye’de yayınlanan 17 Aralık fezlekesinin ötesinde bir bilgi yok.
YENİ İSİM VE BİLGİLER ORTAYA ÇIKACAK
Ancak Erdemir, bu dava esnasında, 17 Aralık fezlekesinin ötesinde, yeni isim ve bilgilerin ortaya çıktığını ve çıkmaya devam edeceğini belirtiyor. Bu gelişmelerden biri, Erdemir’e göre, Rıza Sarraf’ın avukatlarının mahkemeye sunduğu kefalet dilekçesindeydi:
“Dava sürecine fezlekenin ötesinde yeni isimlerin yansımasında Başsavcı Bharara’dan çok Sarraf’ın kefalet dilekçesinin etkisi oldu. Sarraf’ın Türkiye’de cezaevinden salıverildiği 28 Şubat 2014’ten üç gün sonra, 2 milyonluk bağışlar silsilesinin Togem-Der’e havale edildiğini görüyoruz. Elbette bir vatandaş arzu ettiği bir derneğe bağışta bulunabilir, hukuki açıdan burada bir sorun yok. Fakat yargılanmakta olan bir şahsın, serbest bırakıldıktan üç gün sonra devletin en üst makamında bulunan bir kişinin eşinin derneğine büyük meblağlar bağışlaması dünyanın her yerinde, beraberinde bazı siyasi etik soruları getirir.”
SARRAF'IN KEFALET DİLEKÇESİ PARAVAN
Erdemir’e göre, Sarraf bu belgeleri, sonuçlarını bilerek mahkemeye sundu. Sarraf’ın avukatı Benjamin Brafman, her türlü ayrıntıya dikkat eden bir profesyonel. Sarraf, Togem-Der’in internet sitesinde yer verdiği bağışçılar arasında dahi görünmezken, Brafman’ın bağışların dökümünü kazara ya da tesadüf eseri dilekçesine koyması ise söz konusu olamaz. “İsteseydi, Togem-Der’i saklayabilirdi. Kefalet dilekçesi aslında iyi bir paravan rolü oynadı. Sarraf bir itirafçı konumuna düşmeden aslında itiraf etmeye başlamış oldu”. Erdemir, bu hamlenin ABD, Türkiye ve İran’daki kimi makamlara iletilen bir mesaj ya da pazarlık taktiği olabileceğini belirtiyor.
BUZDAĞININ GÖRÜNEN YÜZÜ
Sarraf’a yönelik suçlamaların bulunduğu ilk iddianamenin ardından, mahkemeye pek çok ek belge ve dilekçe sunuldu, ancak dava esastan görülmeye başlanmadı, bu nedenle Bharara henüz asıl iddianamesini vermiş değil. Erdemir, tamamlanmasının eylül ya da ekim ayını bulabileceği konuşulan iddianamenin Türkiye’yi ilgilendiren çok sayıda bilgi ve belge içermesini bekliyor:
“Asıl iddianame daha sonra gelecek. Bugün gördüğümüz halen buzdağının üstü. Daha büyük fırtınalar koparacak, çok daha fazla ayrıntı ve belge içerecek iddianamenin gelmesi söz konusu.”
YAĞMURDAN KAÇTI, DOLUYA TUTULACAK
Erdemir, gelişmelerin Türkiye-ABD ilişkilerine de yansıması olacağını ifade ediyor. Erdemir’e göre dava, “AKP yağmurdan kaçarken doluya tutuldu” şeklinde yorumlanıyor:
“Şöyle bir yorum yapılıyor, eğer Türkiye dış politikada bu tarz bir durumda kalmak istemiyorsa, kendi iç hukukunda bu meseleleri halletmeliydi. AKP hükümeti, bir anlamda, iç politikada yağmurdan kaçarken, dış politikada doluya tutuldu ya da tutulacak, deniliyor.”
‘Bugüne kadar hükümet tarafından örtbas edilmiş bir meselenin, bundan sonra daha da büyük baş ağrılarına yol açacak yeni krizlere gebe olacağını’ söylüyor Erdemir. “Bu krizlerin boyutu büyüdükçe de belki geçmişe yönelik başka pişmanlıklar da gündeme gelecek. Eğer bu mesele iç hukukta halledilmiş olsaydı, belki bugün daha uluslararası boyutta bir sıkışmaya yol açmadan halledilebilirdi” diyor. Ancak Erdemir’e göre, “belli ki artık ok yaydan çıktı.”
“Hükümetin merkezindeki isimler açısından o kadar tehdit yaratan bir süreç yaşanıyor ki hiç manevra alanı kalmadı, kıpırdayamıyorlar” diyen Erdemir’e göre, AKP’yi adım adım Savcı Bharara’yı takip edecekleri yeni bir endişe dönemi bekliyor: “Bir anlamda artık gözlerin kulakların Başsavcı Bharra’yı takip ettiği bir dönem başlıyor AKP yetkilileri için. Bundan sonra endişeli, uykusuz geceler geçirebilirler gibi görünüyor.”
31 MAYIS'A KADAR EK BELGE SUNACAK
Bharara’nın olay olan itirazının ardından, Sarraf’ın avukatı Brafman önceki gün, Hâkim Richard Berman’dan, mahkemeye ek dilekçe vermek için 31 Mayıs’a kadar süre istedi. Bharara’nın argümanlarının ‘kusurlu’ olduğu belirtilerek, ek dilekçede bunlara yanıt verileceği ifade edildi. Berman da talebi kabul etti. 31 Mayıs’ta sunulması beklenen dilekçenin ardından, 2 Haziran’da, yerel saatle 10.00’da New York’ta kefalet duruşması görülecek. Tarafların 16 Haziran’da ise davayla ilgili takvim belirlemek üzere yeniden bir araya gelmesi bekleniyor.
***
'BU BİR ULUSAL GÜVENLİK DAVASI'
Sarraf’ın ABD’deki yargılanma süreci, Türkiye kamuoyunda, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk skandalıyla olan ilişkisi üzerinden ilgi görüyor. Ancak Sarraf 75 yılla yargılandığı davada İran’a yaptırımların delinmesi, kara para aklama, dolandırıcılık ve terörizm finansmanı gibi iddialarla suçlanıyor. Erdemir, bu davanın ABD için bir ‘ulusal güvenlik meselesi’ olduğuna dikkat çekiyor.
Erdemir’e göre Türkiye de Sarraf’ın rüşvet ağına benzer bakış açısıyla yaklaşmalı: “Türkiye için de konuyu yolsuzluk çerçevesine indirgemek hatalı. Türkiye açısından da bu bir ulusal güvenlik meselesidir. Çünkü Sarraf herhangi bir şüpheli değil; İran rejimiyle gerek şahsı gerek ailesi üzerinden çok yakın ilişkileri olan ve İran’dan gelen parayı yöneten bir kişi. Mesele, bir başka ülkenin çıkar ve siyaseti çerçevesinde Türkiye’nin bakanlarının yönlendirilip yönlendirilmediği meselesidir. Meselenin ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de ulusal güvenlik ve casusluk boyutuyla daha kapsamlı hale getirilmesi gerekir.”
BİRGÜN