Zekeriya Öz 17 Aralık sürecini şöyle yorumladı: Demek ki üstü örtülmek istenen yolsuzluk o kadar büyük ki, bunu kapatmak için ülkeyi felâkete sürüklemekten bile geri durulmuyor. Ancak biz savcıyız; hukuku uygularız.
Bir suç işlendiğini öğrenince, kanundaki yetkilerimizle işin hakikatini araştırırız. Yaptığımız soruşturmaların siyasi sonuçları bizi ilgilendirmez...
Operasyon başlayınca hükümet polislerin büyük kısmını değiştirdi. Yerine gelenlerin ifadelere müdahale ettikleri, sorulmuş ve cevabı yazılmış soruları sildirmeye çalıştıkları bilgisi geldi. Aralarında “Bakan çocuklarına böyle soru sorulur mu” diye konuşuyorlarmış. Savcı Celal Kara ifade aldığı için emniyete ben gittim.
Zekeriya Öz, yolsuzlukları takip ederken, kendisi çok ağır iddiaların muhatabı haline geldi. Açtığı hakaret davaları, takipsizlikle neticeleniyor, tekzipleri gazetelerde yayınlanmıyor. Buna mukabil, yolsuzluk dosyaları örtbas edildi. Acaba, böyle bir vurgunu bekliyor muydu? N.I.
17 Aralık operasyonundan sonra sizinle ilişkiye geçen sadece Bursa’da görüştüğünüz o iki kişi değildi. Hamdi Topçu’yu da Tayyip Erdoğan’ın aracı olarak yolladığını biliyoruz. Topçu’yu nasıl bu kadar iyi tanıyorsunuz?
GÖRÜŞMEK İSTİYORSA ADLİYEYE GELSİN
17 Aralık günü operasyon duyulduktan sonra, THY’ den sekreter arayıp Hamdi Topçu’nun benimle görüşmek istediğini iletti. Akşam birkaç kere daha aradılar. Ancak operasyon günü olduğu için, işlerimin yoğunluğu sebebiyle müsait zaman bulamadım; telefona bakamadım ve görüşemedik. Aynı gün Erdoğan’a yakın bir işadamı da birkaç kez sekreteri vasıtasıyla aradı; ben, niçin aradıklarını tahmin ettiğimden görüşmedim. Bunun üzerine, 17 ya da 18 Aralık’ta odama, Hamdi Topçu ile de iyi görüşen, eskiden beri tanıyıp sevdiğim ve değer verdiğim yüksek yargı kökenli iki kişi geldi. Onların soruşturmaya müdahale niteliğinde herhangi bir beyan ya da davranışları olmadı. Hukukçu olduklarından, olayları anlamaya çalışıyorlardı. Dosyada hangi delillerin ve suçlamaların bulunduğunu ayrıntılı biçimde anlattım.
18 Aralık’ta yine Hamdi Topçu birkaç kere aradı, görüşmek istedi. Ben de görüşmek istiyorsa adliyeye gelmesini söyledim. Fakat daha sonra Ankara’dan önemli misafirlerinin geldiği mazeretini beyan ederek, adliyeye gelmedi; o ziyaret gerçekleşmedi. Muhtemelen Hamdi Bey benimle görüşen o 2 hukukçudan bilgi almış ve dosyanın delillerinin güçlü olduğunu öğrenmiş olmalı. Daha sonra internette yayınlanan konuşmalarından, Hamdi Topçu’yu, Bilal Erdoğan vasıtasıyla Başbakan Erdoğan’ın yönlendirdiğini öğrendim.
25 ARALIK DOSYASIYLA ALAKAM OLMADI
Hamdi Topçu’yu bir arkadaşım vasıtasıyla Ergenekon soruşturması sürecinde tanımıştım. Zamanla dostluğumuz ilerledi ve ailece görüşmelerimiz oldu. Kendisini çalışkan ve dürüst bir insan olarak tanıyorum. Ergenekon sürecinde veya diğer soruşturmalarda hiçbir talebi olmamıştır.
Bursa’da buluştuğunuz 2 kişinin Bilal Erdoğan’ın soruşturmasının yumuşatılmasını istediğini söylediniz. Aslında, bildiğim kadarıyla Bilal Erdoğan ile ilgili dinleme kararı alınmamıştı. Operasyon sonrası evinde de bir arama yapılmadı. Zaten, ona karşı oldukça nazik davranılmış gibi görünüyor.
25 Aralık soruşturmasını ben de sizin gibi medyadan öğrendim ve hiçbir alâkam olmadı. Ama çıkan ses kayıtlarını sorduğumda, 25 Aralık dosyasından Bilal Erdoğan’ın dinlenmediğini öğrendim. Aslında soruşturma savcısının (Muammer Akkaş), Bilal Erdoğan hakkında, Başbakan Erdoğan’dan dolayı, olabildiğince ve hukukun izin verdiği çerçevede nezaketli davrandığını ve takdir hakkını bu yönde kullandığını düşünüyorum. Muhtemelen, bu nedenle de 25 Aralık’ta yaptırılmayan operasyonda bir çok kişi hakkında zorla getirme ve arama kararları verilmişken, Bilal Erdoğan hakkında sadece davetiye çıkarılması bunu doğruluyor. Ancak söylediğim gibi bunlar benim tahminlerim. Bu konuyu soruşturmayı yürüten savcı Muammer Akkaş Bey bilir.
Siz, dosyanın savcısı değildiniz; Başsavcı vekiliydiniz. Ama emniyete gitmeniz ve polislerle konuşmanız sizi ön plana çıkarttı. Niye gittiniz? Bu davranış sizce normal mi?
BAZI SORULAR BELLİ ÇEVRELERİ RAHATSIZ ETMİŞ Kİ...
Bizdeki ceza muhakemesi sisteminde soruşturmanın patronu savcıdır ve kolluk, işlemlerini savcının talimatıyla, onun adına yapar. Bu nedenle, bir savcının, yürüttüğü soruşturmayla ilgili olarak, gözaltındaki sanıkların bulunduğu Emniyet’e gitmesi çok normal ve kanuna, hukuka uygun. Hiçbir şey olmasa bile gözaltındaki şüphelilere nasıl davranıldığını denetlemek için bile gidebilir. Bir savcı, kendi adına ve emriyle soruşturmayı yürüten Emniyet’e neden gitmesin? Bu olay şöyle gerçekleşti:
Soruşturmanın başlamasını müteakip, hükümetin müdahalesiyle müdürler ve amirler ile polislerin büyük bir kısmı değiştirildi. Yerine atanan ve benzer soruşturmaları daha önce yapmamış olmaları nedeniyle çok tecrübesiz sayabileceğimiz amirler ve müdürlerin ifadelere müdahale ettiklerine, sorulmuş ve cevabı yazılmış soruları sildirmeye çalıştıklarına, polislere baskı yaptıklarına dair bilgiler geldi Emniyet’ten. Yani gözaltındaki şüphelilere sorulan soruların bazısı, belli çevreleri rahatsız etmiş ki, bu soruları ve cevapları ifade tutanaklarından çıkarmak istiyorlar. Bunu kimin istediğini siz de tahmin edersiniz. Kim bu soruşturmayı kapatmak istiyorsa o çevreler.
SORULARI DEĞİŞTİRMEK İSTİYORLAR
Savcı Celâl Kara’ya polisler bilgi verince, o da beni aradı ve kendisinin ifade aldığını, bunun açıkça soruşturmaya müdahale olduğu için çok kızdığını ama ifade alması sebebiyle Emniyet’e gidemeyeceğini bana söyledi. Ben de, çıkmak üzereydim; Emniyet’e gidip iddialar doğru mu bir bakayım dedim. Emniyet’te birkaç memur ve amir bana aynı şeyleri, yani gözaltındaki şüphelilere sorulacak soruların değiştirilmek istendiğini söyleyince, müdahalenin önlenmesi için yeni atanan müdürler ve amirleri topladım. Aralarında “Bakan çocuğuna böyle soru sorulur mu” diye konuşuyorlarmış. Adli yönden onların amirleri sıfatını taşıdığımdan dolayı, soruşturmalara müdahale etmenin suç olduğunu, bu tarzda baskı yapmalarını hukuken uygun bulmadığımı anlattım. Aslında bu uyarım kendilerinin de yararınadır çünkü suç işlemelerini önledim.
DELİLLERİN KARARTILMASI ÖNLENİNCE...
Şüphelilere sorulmak üzere hazırlanmış soruların tamamının ilk haliyle Word olarak CD’ye aktarılıp, tarafıma, savcı Celâl Kara’ya iletilmek üzere verilmesini istedim. Bir süre sonra soruları CD’ye aktarmışlar ve bana kapalı zarf içinde getirdiler. Ben de bana teslim edilen zarfları tutanakla Celâl Kara’ya verdim. Bu müdahalem, soruşturmanın delillerinin karartılmaması adına çok önemli ve hayati bir müdahaledir. Zaten o nedenle malum çevre çok tepki gösteriyor buna.
DUBAİ GEZİSİNİ AĞAOĞLU'NUN FİNANSE ETTİĞİ YALAN VE İFTİRADIR
Hedefte olduğunuz için hakkınızda çok sayıda iddia dile getirildi. Bunlardan biri Dubai seyahati idi. Dubai seyahatine Ali Ağaoğlu’nun davetlisi olarak mı gittiniz?
Bursa’daki arabulucuların teklifini kabul etmeyince, ertesi gün aleyhimde linç kampanyası başlatıldı. Dubai iddiası da bunlardan biriydi. Dubai’ye yaptığım geziyi Ali Ağaoğlu’nun finanse ettiği hususu tamamen yalan ve iftiradan ibarettir.
BİLETİ KENDİM ALDIM PARAYI ELDEN VERDİM
HSYK, Dubai ile ilgili soruşturma açmıştı. Savunmamın internette yayınlandığını duydum. Oradan bakabilirsiniz. Sahte delil ve belgeler, devletin güvenliği için oluşturulan bir kurum tarafından, bir kişinin organizesiyle, medyaya servis edildi. Yayınlanan faturaların hiçbirinde adım geçmemektedir. 3 günlük tatil için 6 günlük düzmece faturaları temin edip basına servis ettiler. Biletimi kendi paramla aldım. Otel parasını da, elden Halil İbrahim Demirhan’a verdim. Eğer Ağaoğlu beni davet etmiş olsaydı, biletimi de herhalde o alırdı öyle değil mi? Tamamı yalan ve düzmecedir.
O KİŞİ ERDOĞAN’IN YEĞENİYLE İLİŞKİLİ
Olaya, Ali Demirhan’ın etkili ve yetkili kişilere yaranmak için müdahil olduğunu sanıyorum. Ali Demirhan, benim bir süredir tanıdığım ve samimi olduğum Halil İbrahim Demirhan’ın kardeşiymiş. Ben Ali Demirhan’ı tanımıyorum ve hiç görmedim. Ama internete düşen telefon konuşmalarında, Tayyip Erdoğan’ın yeğeni Ali Erdoğan ile pek de düzgün olmayan bir ilişkisi olduğu anlaşılıyordu. Ali Demirhan, Ali Ağaoğlu’nun ofisine gelen arkadaşlarıma, telefonunu göstererek “Bak Hakan Fidan aradı; bak müsteşar arıyor; devleti karşımıza mı alalım” demiş. Bu sözleriyle, Dubai iftirasıyla ilgili olan kişileri anlatmış oldu. Arkadaşlarım, Ağağolu’na “Yaptığın ayıp değil mi” diye sorunca, Ali Demirhan da, onlara, olayın, kendi iradeleri dışında, yapılan baskılarla geliştiğini itiraf etmiş.
17 ve 25 Aralık dosyalarının kapatılması için, Zekeriya Öz’e aracılar geldi. Öz, olumlu cevap vermeyince, aleyhte kampanya başladı. Özellikle Dubai seyahati Ali Ağaoğlu tarafından finanse edildiği ileri sürülerek gündeme getirildi.
AÇIĞA ALINMADAN ÖN HAZIRLIK
Yine aynı Ali Demirhan, ben açığa alınmadan önce, TV kanallarına çıkarak, 17-25 Aralık’ta hükümete darbe yapıldığını, Erdoğan’a sahip çıkılması gerektiğini söyledi. Benim birçok işadamından tehditle para sızdırdığım ve insanları haraca bağladığım gibi yalanlarla kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Açığa alınmadan, böylece bir ön hazırlık yapıldığını anladım. Zaten 5 gün sonra da HSYK’nın kararı medyada yer aldı.
'İN'E TAKİPSİZLİK İÇİN İLGİNÇ GEREKÇE
Zekeriya Öz, kendisine yönelik hakaretlerin takipsizlik kararıyla sonuçlanmasından şikâyet ediyor. Açtığı yüzlerce davaya, hukuki olmayan gerekçelerle takipsizlik kararı verilmiş. Birkaç örnek:
KÜÇÜK GİZLİ BİR ODA
…Müşteki vekilince, müştekiye, “Adliyede ini” olduğu şeklinde beyanla hakarette bulunulduğu iddia edilmiştir… Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, in kelimesinin anlamı,
“Yaban hayvanlarının kendilerine yuva edindikleri kovuk, mağara, dar ve karanlık yer” olarak açıklanmıştır. Suç tarihinden önce TC Başbakanı tarafından hükümeti yıkmaya yönelik darbe girişimi olarak ifade edilen ve terör grubu olarak adlandırılan bir yapının üzerine gidileceği ifade edilmiş ve bu yapının
“inlerine girileceği” sözü sarf edilmiştir.
Bu durum, toplumun bilgisi dahilindedir. İnternet sitesindeki yazının bütünü dikkate alındığında, adliye içerisinde müşteki Zekeriya Öz’ün kullanımında olan “küçük gizli bir odadan” bahsedilmekte, gerek Başbakan’ın daha önceden sarf ettiği, gerekse manşet altındaki yazı içeriğinin bütünü dikkate alındığında “görünür gerçekliğe uygun, abartılı da olsa bir bilgi (olgu) olduğu” anlaşılmaktadır. Şikâyete konu olayda “in” kelimesinin yabani hayvan barınağı anlamında değil, mecazen gizlenen yer, saklanılan yer anlamında, ağır, çarpıcı, sert ve dikkat çekici bir üslûp ile, ancak hakaret ve sövme kastı içermeyecek şekilde kullanıldığı kanaatine varılmıştır.
YAPTIĞIMIZ SORUŞTURMALARIN HUKUKİ SONUÇLARI BİZİM İÇİN ÖNEMLİ
Yargıya bu ölçüde bir müdahale olabileceğini hesaplamış mıydınız? Mutlaka bir tepki bekliyordunuz ama vurgun yediniz. Böyle bir vurguna hazırlıklı mıydınız?
Soruşturmayı engelleme adına bazı girişimler olabileceğini tahmin ediyordum. Ancak koskoca bir ülkeyi kaosa sürükleyecek hamleler yapılacağını açıkçası beklemiyordum. Bu soruşturmanın üzerinde bu ölçüde spekülasyonu ve anayasal düzeni altüst edecek yeni yasal düzenlemelere gidileceğini tahmin edememiştim. Bu durum hukuk devletini ağır şekilde zedelemiştir.
YOLSUZLUKLAR DEVAM EDİP GİDECEKTİ
Aslında hukuka ve ülkeye vurulan darbenin büyüklüğü, kapatılmak istenen yolsuzluğun büyüklüğünü de gözler önüne seriyor.
Demek ki üstü örtülmek istenen yolsuzluk ve usulsüzlükler o kadar büyük ki, bunu kapatmak için ülkeyi felâkete sürüklemekten bile geri durulmuyor. Ancak biz savcıyız; hukuku uygularız. Bir suç işlendiğini öğrenince, kanunda yazılı yetkileri kullanarak işin hakikatini araştırırız. Bizim görevimiz bu. Yaptığımız soruşturmaların siyasi sonuçları bizi ilgilendirmez; hukuki sonuçlar bizim için önemli.
Şimdi gözlerinizi kapatın ve şöyle düşünün: 17 Aralık soruşturması gerçekleşmeseydi, hiç kimse bu yolsuzluklar ve usulsüzlüklerden haberdar olmayacaktı. Ama yolsuzluk ve usulsüzlükler devam edip gidecekti. Biz de insanların gerçek yüzünü göremeyecektik; demokrat ve hukuka bağlı sandığımız insanların, kuzu postuna bürünmüş kurt olduğunu belki de hiç anlamayacaktık.
19 Aralık 2013’te, Zekeriya Öz, şüphelilere sorulacak soruların değiştirilmesini önlemek amacıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gitmişti.
DUBAİ İÇİN DİNLENMESİ GEREKEN İSİMLER DİNLENMEDİ
Zekeriya Öz’ün HSYK’ya verdiği savunmadan bazı bölümler (T24 sitesinden alınmıştır):
“…Müvekkilimizin gerçekleştirmiş olduğu Dubai seyahati Halil İbrahim Demirhan tarafından organize edilmiştir. Yayın grubunda çıkan sözde belgeler de, ödemenin Halil İbrahim Demirhan ve İdris Demirhan tarafından yapıldığını göstermektedir. Müfettişlerin, Halil ve İdris Demirhan’ı dinlemesi gerekirken, dinlememişler, müvekkilimizin isminin yazılı olduğu sözde faturanın gerçeğini araştırmamışlardır…
Halil İbrahim Demirhan ile müvekkilimizin 5 yıl öncesine dayanan bir yakın arkadaşlığı söz konusudur. Demirhan, Ali Ağaoğlu’nun Dubai’de maaşlı çalışanı değildir. Birçok Arap yatırımcının danışmanlığını yapmaktadır. Bu çerçevede komisyon almaktadır. Halil İbrahim Demirhan’ın Ali Ağaoğlu’ndan 18 milyon dolar komisyon alacağı bulunmaktadır. Bugüne kadar Ağaoğlu adına 800-900 milyon dolarlık daire satışı gerçekleştirmiş, karşısında sadece masraflarını alabilmiştir…
Halil İbrahim Demirhan’ın müvekkilimizi işyerinde ziyarete geldiği sırada, müvekkilim, konuşma arasında, bir meslektaşı ile birlikte bayram tatilinde Dubai’ye gezmek için gideceklerini söylemiştir. Halil İbrahim Demirhan, uygun fiyatlı otel bulma konusunda yardımcı olabileceğini belirtmiştir. Müvekkilimiz ve yanında bulunan meslektaşı bilet arayışına girmiş, uygun fiyatlı bilet temin etmeleri üzerine, Halil İbrahim Demirhan’ı çağırıp konuyu kendisine iletmişlerdir.
UÇAK?BİLETİNİ?MÜVEKKİLİMİZ?ALDI
Bu sırada, Halil İbrahim, Dubai’de bulunan kardeşi İdris Demirhan’ı arayıp biletler üzerinden bakarak müvekkilimizin gideceği ve geleceği tarihleri not ettirmiştir. İdris Demirhan, daha sonra, 17 Ekim 2013 ve 20 Ekim 2013 tarihleri için rezervasyon yaptırmış, ücretinin müvekkilimiz için 4.250 dolar tuttuğunu söylemesi üzerine, 02.10.2013 tarihinde para Ziraat Bankası İstanbul Adalet Sarayı Şubesi’nden çekilerek, kendisine, elden, o günkü kura karşılık 8.700 TL ödeme yapılmıştır. Uçak bileti de müvekkilimiz tarafından AN-KA Turizm Ltd. Şirketinden alınmıştır…
Müvekkilimizin Dubai gezisi Halil İbrahim Demirhan tarafından, ücreti mukabilinde organize edilmiştir. Halil İbrahim Demirhan müvekkilimizden 8.700 TL elden para almış ve 3 gecelik gezi için yeterli olduğunu söylemiştir. Aynı gün müvekkilimizin meslektaşı tarafından kendi payına düşen gezi masrafı da, elden, Halil İbrahim Demirhan’a odasında teslim edilmiş, yapılan bu teslimatlar güven ve dostluk esasına dayandığından kendisinden belge talep edilmemiştir…”
İNDİREGANDİCİ SÖZÜ HUKUKA AYKIRI DEĞİLMİŞ
www.aktuel.com.tr/gundem/2014/08/07/indiragandici-zek-gazeteciye-saldirdi link ve “İndiregandici Zek gazeteciye saldırdı” başlıklı yayın ile müvekkili hakkında “İndiregandici” şeklinde ağır hakaretlere yer verildiğini, hiçbir şekilde haber verme niteliği taşımayan, yalnızca hakaret etmek, itibarsızlaştırmak ve tahrik etmek amacıyla haberin yapıldığını, müvekkilinin onur, şeref, haysiyet ve kişilik haklarına açık bir şekilde saldırıda bulunulduğunu, şikâyete konu yayında müvekkili hakkında “indiregandici” ifadesinin kullanılmış olduğunu, bu ifadenin aşağılayıcı bir sıfat izafe ettiğini, “indiregandici” ifadesinin argoda “çalan, rüşvetçi” anlamına geldiğini, haber verme ve eleştirme niteliğine haiz olmayan bu isnadın insan haklarına aykırılık teşkil ettiğini ve kişilik haklarına saldırı olarak gerçekleştiğini ileri sürerek şikâyette bulunduğu… Soruşturma konusu haberin yayımlandığı tarih ve öncesinde, haberde belirtilen soruşturmaya ilişkin çok sayıda bilginin medyada yayınlanmış olduğu ve olayın kamuoyu tarafından zaten bilindiği, bu açıdan daha önce yazılı, görsel ve işitsel yayın yoluyla veya kitle iletişim araçları ile yayınlanması nedeniyle, kamuoyuna yansımış olan ve toplumsal ilgiyi çeken, gündemde ve güncel olup bu şekilde kamuoyunun bildiği, olay ve iddiaların benzer şekilde yeniden yayınlanmasında hukuka aykırılık unsurunun bulunmadığı…