[ Prof.Dr. Osman Şahin ] Vücûd için, en az, dört şeye ihtiyaç vardır

[ Prof.Dr. Osman Şahin ] Vücûd için, en az, dört şeye ihtiyaç vardır
Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin ' İnsanların ekserisi, şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler' başlıklı yeni bir serisinin 3. yazısını yayınladı


İNSANLARIN EKSERİSİ, ŞİRK KOŞMAKSIZIN ALLAH’A İMAN ETMEZLER 3

İktirandan (iki şeyin her zaman bir arada verilmesinden) dolayı içine düşülen yanlış yaklaşımların nedenleri, ayrıca Mesnevî-i Nuriye’de şöyle açıklanmaktadır: “Gafletten neş’et eden dalâlet, pek garip ve aciptir. Mukareneti (bir arada bulunma, birliktelik), illiyete (sebebe) kalb eder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yani daima beraber vücuda gelirlerse, birisinin ötekisine illet (sebep) gösterilmesi o dalâletin şe’nindendir. Halbuki, devamlı mukârenet, illiyete (sebebe) delil olamaz.”

Bir tohum toprağa emanet edilip sulaması yapılıp güneşe bırakılması, Hakim isminin gereği olan sebepleri yerine getirmektir, fiili olarak Allah’a (celle celâluhu) yapılan bir duadır ve O’ndan (celle celâluhu) bir ürünü vücuda getirmesi için bir talepte bulunmaktır. O ürünü yapan ortaya çıkaran ne topraktır, ne tohumdur, ne sudur ve ne de güneştir. Fakat, Hakim isminin istediği sebeplerin bir araya getirilmesi ile yapılan duaya, külli irade ve hikmet-i İlahi tarafından kabul mührü vurulunca, Allah (celle celâluhu) o ürünü yaratmaktadır. 

Bu yaratmanın gerçekleşmesi için en az dört şeye ihtiyaç vardır; nihayetsiz (sınırsız ve sonsuz) bir kudret, muhit (her şeyi kuşatan) bir ilim, mutlak bir irade ve nihayetsiz bir hikmet. Bunlar olmadan bir şeyin vücuda gelmesi mümkün değildir. Zikredilen zahiri sebeplerde veya bu sebeplerin bir araya gelmesinde bunlardan hiçbir tanesi bulunmamaktadır. Nihayetsiz bir kudret, ilim, irade ve hikmet ancak bütün alemleri yaratan bir zâtta bulunacak şeylerdir. 

O halde, bu yaratılan şeyleri bu aciz, cahil, iradesi bulunmayan, hikmetten habersiz ve kendileri de mahluk olan zahiri sebeplere, aralarındaki ilişki ve yakınlığa bakarak vermek, aklın değil ancak hamakatin (ahmaklığın) bir ifadesi olabilir.

Bu şuna da benzetilebilir. Daha çok küçük yaştaki çocuklarına ebeveynleri diyor ki “Ne zaman siz güzel güzel oynarsanız, kavga etmezseniz size mükafat olarak en sevdiğiniz şu çikolatayı vereceğiz”. Çocuklar buna uygun hareket ettiklerinde, bu çikolata onlara verilse, diyemezler ki “Anne baba da kim oluyor ki, biz bu çikolataları kendimiz, kabiliyetlerimiz, irademiz ve gücümüz sayesinde elde ediyoruz.”. 

Temsilde hata olmasın, onlara bu nimetin ulaşmasındaki asıl irade, o çikolatayı temin ederek çocuklara ulaştıran güç ve kuvvet, böyle bir yola başvurulmasında takip edilen hikmet ve maslahat ve bunları yapabilmek için gerekli olan bilgi ve malumat hepsi zahiren anne babaya aittir. Çocuklar ise sadece istenileni yapmak suretiyle bir talepte bulunmaktadırlar. Anne babaya (zahiren) ait bu unsurları ortadan kaldırdığınızda o aciz çocuklar istedikleri kadar güzel oynasınlar, kavga etmesinler o çikolataları elde etmeleri mümkün olmayacaktır. 

Bu hakikatler Tabiat Risalesi’nde çok güzel bir şekilde ele alınmaktadırlar. Her türlü neticeler ve her zaman onlarla beraber bulunan zahiri sebepler, hepsi yaratılmış şeylerdir. Çünkü, onlar durmadan, devamlı ve yeni bir tarzda, sanatlı ve mükemmel bir şekilde vücuda getirilmektedirler ve hepsi de sonradan meydana gelmiş, yani bir başlangıçları olan şeylerdir. Kendileri mahluk olan (yaratılan) bu şeylerin, bir şeyin vücuda gelmesi için gerekli olan yüzlerce ve binlerce şartları bir araya getirerek yaratmaları imkân dahilinde değildir. 

KAİNATTAKİ ŞEYLER ARASINDAKİ MÜNASEBETLER (İLİŞKİLER) AĞI

Ayrıca Mesnev-i Nuriye’de, sebeplerin birbirlerinden bağımsız olmadıkları ve aralarında çok büyük ilişkiler ağına sahip bulunduklarına dikkat çekilmektedir: “Maahâzâ tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garip, acîb, muntazam vaziyete bakınız ki; o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczasıyla münasebettar olduğu gibi, nev’iyle yani ebnâ-yı cinsiyle de ve bütün mevcudât ile de münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır.”

Bu konuya bir elma üzerinden bir örnek verelim. Elma C vitamini yönüyle zengin bir meyve olduğu gibi demir yönüyle de zengindir. C vitamini çabuk bozulma özelliği bulunduğundan +2 değerlikte olan demirle bir araya getirilmiş ve bozulmanın önüne geçilmiştir. Diğer taraftan demirden tam istifade edilebilmesinde, C vitamini önemli bir rol oynamaktadır. Elma yenilerek mideye ulaştığında, %65-75’i hidroklorik asitten (tuz ruhu) oluşan mide asidi ile buluşur. Normalde, elmada bulunan meyve asitleri midenin asit değerlerine zarar verici mahiyettedir. Bu problem de, sonsuz ilim ve hikmet sahibi tarafından elmaya karbonat iyonları eklenerek çözülmüş ve böylece denge sağlanmış olmaktadır. Diğer taraftan, insana bir cazibesi olmayan ve tatları bulunmayan, ama onu yiyenlere çok faydalı ve besleyici olan bu elementlerden ayrı olarak, o meyvelerin tatlarının lezzetli olması için çok sayıda meyve şekerleri, cazip bir şekil, güzel renkler ve kokular verilmiştir ki, meyvenin yenmesine vesile olunsun. 

Meyvenin, ağaçla, yapraklarla, diğer meyvelerle, yetiştiği ağacın ve türünü devam ettirmek için taşıdığı tohumlarla, güneşle, ışıkla, ısıyla, havayla, toprakla, suyla ve hatta denebilir ki kainattaki mikro ve makro alemlerle münasebetleri (ilişkileri) bulunmaktadır. Elmanın hayatını devam ettirebilmesi için bütün bu zahiri sebeplerin hepsine ihtiyacı vardır. 

Dolayısıyla, zikredilen bütün hususları gerçekleştirebilecek nihayetsiz (sonsuz, sınırsız) bir kudret, bütün bu ilişkileri ve hikmetleri bilecek her şeyi bilen ve her şeye nüfuz edebilen bir ilim, bütün bu ilişkileri, gayeleri, neticeleri gözetip ortaya koyabilecek nihayetsiz bir hikmet ve bütün bu şeyleri murad ederek karar verecek mutlak bir irade sahibi olan bir Hayy-ı Kayyum olmadan bir elmanın vücuda gelebilmesi ve hayatının devam edebilmesi imkân dahilinde değildir.

Bütün bunları yaratmaya muktedir olan O Kadir-i Mutlak’ın ise, ortaklara hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur. O (celle celâluhu), neticeler ile zahiri nedenleri bir arada yaratmak suretiyle isimlerinin cilvelerini ve tecellilerini ve hikmetlerini göstermek için her şeyde bir tertip ve tanzim takip ederek, zahiri bir sebebiyet (nedensellik) ve mukarenet (ilişki, bir arada bulunma, beraber vücuda gelme) vermek suretiyle, insanların hakikati tam anlaşılamayan ve dış görünüşü itibarıyla kusur, merhametsizlik ve eksiklik olarak gözüken şeylere bakarak, Allah’a (celle celâluhu) karşı şikayetlerde ve isyanlarda bulunmasınlar diye, bu tabiatı ve sebepleri icraatına perde yapmakta ve böylece izzet ve azametine gelebilecek itirazlarını ve isyanların önünü almaktadır. Diğer taraftan, bütün kâinatta hükmeden tevhid ve celal hakikatleri ise bu sebeplere gerçek tesirlerin verilmesine asla izin vermemektedirler.

“Evet, izzet ve azamet ister ki, esbâb perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbâb ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.” (Mesnev-i Nuriye)

Bediüzzaman Hazretleri, iktiran (iki şeyin beraber vücuda gelmeleri veya beraber bulunmaları) ile ilgili ele alıp açıklamaya çalıştığımız nedenlerden dolayı, her zaman iki şeyin (zahiri sebep ve netice gibi) bir arada verilmesine aldanarak, gerçek nimetleri gönderen Zât’ı (celle celâluhu) unutarak, zahirî olarak o nimetlerin ulaşmasına vesile olanları övmenin ve onlara muhabbet göstermenin ne kadar büyük bir çirkinlik olduğunu ifade etmektedirler. Bunun yerine, asıl teşekkürün, övmenin, saygının ve sevginin Allah’a (celle celâluhu) gösterilmesi gerektiğinin bilinciyle hareket ederek, aradaki aracılara teşekkür değil, onları tebrik etmek ve onlara minnettarlığa bedel dua etmek gerektiğine dikkatleri çekmişlerdir.

İnşaallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim.
28 Haziran 2021 16:32
DİĞER HABERLER