[Abdullah Aymaz] Cihanı saran derin şefkat

Üstad Bediüzzaman Hazretleri İkinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen kışta soğukta işkenceli büyük felâketler, belâ ve musibetler hakkında derin üzüntüsünü ifade ettikten sonra yaptığı değerlendirmede ibretli bir tespitte bulunuyor
Abdullah Aymaz- Samanyoluhaber.com 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri İkinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen kışta soğukta işkenceli büyük felâketler, belâ ve musibetler hakkında derin üzüntüsünü ifade ettikten sonra yaptığı değerlendirmede ibretli bir tespitte bulunuyor: “Böyle musibetlerde kâfir de olsa, hakkında bir nevi merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle semâvî musibet masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor. Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak hatırladım. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elim şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki: O semâvî musibetten ve insanların zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinden olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi mânevî büyük musibetleri, o musibeti hiçe indirir. On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükafatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhir zamanda madem fetret derecesinde dine ve Muhammed Aleyhisselamın dinine bir lakaytlık perdesi gelmiş. Madem âhir zamanda Hz. İsa Aleyhisselamın hakîkî dini hükmedecek, İslamiyet’le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa Aleyhisselama mensup Hıristiyanların mazlumlarının, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehâdet (şehitlik) denilebilir. Bilhassa ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahatinden, nankörlüğünden ve felsefenin dalâletin ve küfründen gelen günahlara kefaret olmakla beraber yüz derece onlara kârdır diye hakikaten haber aldım. Cenab-ı Hakka hadsiz şükrettim. Ve o elim elem ve şefkatten teselli buldum. Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve insanların istirahati için ve dini esasları, semâvî kudsi gerçekleri ve insanî hukuku muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedâkârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında şeref kazanmaya vesile yapar, sevdirir.” (Kastamonu Lâhikası) 


1998’de 4. Bediüzzaman Said Nursî Sempozyumunda, Prof. Dr. Thomas Michel’in sunduğu “Bediüzzaman Said Nursi’nin Düşüncesinde Müslüman-Hıristiyan Diyaloğu ve İş birliği” başlıklı tebliğinde Üstad Hazretlerinin bu mektubunu parça parça ele alıp değerlendirdikten sonra şöyle diyor: “Başkasını anlama ve kendini onun yerine koyma noktasındaki bu isteklilik ve başka dinî cemaatlerin mensuplarının yaşadığı acılar ve sevinçlerle bu şekilde hemhâl oluş, hayatına İlâhî öğretinin rehberlik ettiği dürüst bir insan oluşun nişanesidir. Dinler bir ferdin görüş ufku, kâhir bir ekseriyetle, kendi cemaatinin meşakkat ve başarılarının ötesine uzanmaz. Bu bağlamda, Said Nursi’nin kendi zamanında Hıristiyan Şehitleri’ne yönelik tavrı, bana 1969’da Uganda’da Papa VI. Paul’un söylediği şeyi hatırlatır. Son asır içinde inançlarından vazgeçmek yerine canlarını veren Ugandalı Hıristiyanlara atıfta bulunan Papa, dinleyicilerinin dikkatini, yine bu ülkede İslamî inançlarına ihanet etmeye veya onlardan taviz vermeye bedel, ölümü seçen birçok Müslümanın da mevcut olduğu gerçeğine çekmiş; bunların da, Allah’a iman yolunun gerçek şehitleri ve şâhitleri olduğu kanaatini serdetmiştir.” 


Seneler sonra şimdi Rusya-Ukrayna savaşında benzer şeyler yaşanıyor. Eğer bir değerlendirme yapacak olursak, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin gelecek yılları da aydınlatacak görüşlerini esas almak gerekiyor… Üstad Hazretlerinin İkinci Dünya Savaşı‘ndan sonra olacaklar hakkında söyledikleri sözler de pek çok müjdeleri ihtiva etmektedir: “Nev-i beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gàliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umumi bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti görünmesiyle … fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak. ”
21 Mart 2022 14:38
DİĞER HABERLER