Aksiyonumuzun temel dinamiği

Bizim aksiyonumuzun temel dinamiği nedir?

Safvet Senih -SAMANYOLUHABER.COM 
Her toprağın yetiştirmeye müsait olduğu ürünler vardır. Kırkağaç kavunu, Diyarbakır karpuzu Amasya elması deriz…. Çayın, muzun, baharatın yetişmesi için ona göre zemin ve atmosfer gerekir… Yoksa istediğinizi yetiştirip, ürün elde etmek için, toprakları ıslah etmemiz, bir şeyler ilave etmeniz ve seralar hazırlamanız gerekir… Kıtalar için bile KADERİN  İNCE  REMİZ  VE  İŞARETLERİ  vardır: ASYA  KITASI  ile AVRUPA  KITASI  farklıdır. Birisini DİN  ayağa kaldıracaksa, öbürünü FEN  ayağa kaldıracaktır…
Peki bizim aksiyonumuzun temel dinamiği nedir? Bu soruya M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle cevap veriyor: “Bizim aksiyon ve düşünce hayatımızın temel dinamiği, rûhî hayatımızdır; ruhî hayatımızı da dînî düşüncelerimizden ayırmamız mümkün değildir. Bu milletin her varoluş kavgası, İslâmî ruh ve mânâya sığınılarak gerçekleştirilmiştir. Tohumun, toprağa düşünce, başağa yükselmesi, tomurcuğun ışığa yönelince açılması gibi, milletimiz de İslâma yöneldiğinde özündeki derinlikleriyle ortaya çıkmıştır. Böyle bir yöneliş ve öze eriş, onun mahiyetindeki istidatları inkişaf ettirdiği gibi, varlık ve bekasının da teminatı olmuştur. Evet onun kendi iç âleminde, KALB ve RUHUN  HAYAT  SEVİYESİNİ  PAYLAŞMASI, ibadet, zikir ve fikirle gerçekleştiği gibi, bütün bir varlığı kucaklaması, kendi nabızlarının atışında O’nu (c.c.)  duyması ve beyninin her fakültesinde O’nu (c.c.) hissetmesi de, yine ibadet şuuruna, zikir ve fikir cehdine bağlıdır. Zaten hakiki  müminin, her davranışı bir İBADET, her düşüncesi bir MURÂKABE, her konuşması bir MÜNÂCAT  ve MARİFET  DESTANI, varlığı her müşâhedesi bir TECESSÜS  ve TEDKİK, vatandaşları ile münasebeti de RAHMÂNİ  BİR  ŞEFKATTİR. Bu ölçüde ruhânîliğe ermek, sezilerden mantık ve muhakemeye, mantık ve muhakemeden de ilham ve İlâhî vâridata açık olmaya bağlıdır. Farklı bir ifadeyle, TECRÜBE  aklın süzgecinden geçirilmeden, AKIL Fetânat-ı A’zam’a (S.A.S.) teslim olmadan, MANTIK  aynı sevgi haline gelmeden SEVGİ  de İlahî Aşka inkılab etmeden insanın bu zirveyi yakalaması zordur. Gerçekleştirilebildiği takdirde, böyle bir bakış zâviyesi sayesinde, İLİM dinin bir buudu hâline gelir ve onun hizmetçisi olur… AKIL  ilhâmın elinde her yere ulaşabilen bir ışık tayfı kesilir… Tecrübî müktesebat (deney ve tecrübelerle kazanılan birikimler) da varlığın ruhunu aksettiren bir prizma mâhiyetini alır ve her şey marifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî neşidelerle gürler.
Bugün, bazı kesimleri itibariyle insanımız, aynı duygu, aynı düşünceyi taşıdığı, aynı ruh hâletini paylaştığı veya paylaşma durumunda olduğu halde; evet onca  fasl-ı müştereke (ortak paydaya) rağmen, beklendiği ölçüde müsbet davranamıyor, hatta yer yer çarpıklıklara, menfiliklere giriyorsa, bunlar onun gerçek mânâda mümin olamayışında aranmalıdır. Hakîkî mümin, hangi kalıp içinde olursa olsun, ne şekilde tersliklere çekilirse çekilsin davranışları hep iman televvünlü, hareketleri de düşünce yörüngeli olmalıdır.”
Yeni bir dünya kurmak, yeni bir oluşumla kendi rönesansımızı hazırlamak  ve nasıl davranmamız gerektiği hususunda da Hocaefendi şunları söylüyor:
“Geleceğin dünyasını kurmayı planlayan yeryüzü mirasçıları nasıl bir dünya inşa etmek istediklerinin ve bu dünyanın imarında ne türlü cevherlerin kullanılması lazım geldiğinin şuurunda olmalıdırlar ki, kendi elleriyle yaptıkları şeyleri daha sonra yine ELLERİYLE  YIKMA  MECBURİYETİNDE kalmasınlar. Bizim, bin küsur senelik hayatımızın mânâ kökleri ve temel esasları bellidir. GELECEĞİN  IŞIK  MİMARLARI, hareket dinamizmlerinin yanında düşünce güçlerini de kullanarak, dînî ve millî hayatımızı, üzerine bina edecekleri tarihî dinamiklerin, ESNEKLİK, ENGİNLİK  ve EVRENSELLİĞİNDEN  tam yararlanarak, Kitap, Sünnet ve Selef-i Sâlihînin Sâfiyâne İctihadları mahfuz, çağın idrak, üslub ve anlayışa göre, bir kere daha İslamın Sesini almaya, bakış zaviyesini yakalamaya, nabzını tutup, kalbini dinlemeye çalışmalıdırlar ki, ‘ba’sü ba’de’l-mevt’ (öldükten sonra dirilme) yolunda, berzah hayatı yaşamasınlar. Bu da he şeyden evvel, nefsâniliğin bütün baskı ve dürtülerinden uzaklaşarak rûhâniliğe açılmaya ve dünyayı ötelerin intizar (bekleme) salonu görüp bilmeye bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, ibadetlerimizdeki kemmiyeti keyfiyetle derişleştirmeye… Evrad ve ezkârdaki riyâzilikten doğan eksikliği niyet ve hulûsla nâmütenâhişeltirmeye… Dua, münâcât ve yakarışlarımızda, bize bizden daha yakın bir varlığa yalvarıyor olma marifet, saygı ve temkiniyle gerçekleşebilecektir. Bunu da ancak, namaz, miraca yürüyor gibi duyanlar, orucu, İlahî bir gizlilik içinde halvete koşuyor gibi hissedenler, zekâtı, bir emanetçi ve tevzi memuru gibi yerine getirip ‘Oh!.’ diyenler, haccı, İslam dünyasının problemlerini görüşmek üzere evrensel bir konferansa, hem de ruh ve kalbin, ötelerin nûrâniyet ve mehâbetini rasat edebileceği bir zeminde evrensel bir konferansa iştirak ediyor gibi yaşayanlar anlayabilir.”
İşte bizim temel evrensel dinamiklerimiz!..  
 
08 Nisan 2020 09:52
DİĞER HABERLER