Allah’ım Sana Geliyorum

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak bu haftaki köşe yazısını "Allah'ım Sana Geliyorum" başlığıyla okurları için kaleme aldı.


Allah’ım Sana Geliyorum 
 
Sıcak bir yaz akşamında sular yavaş yavaş kararıyor. 
Kuzey ülkelerinde gün batıyor. 
Uzaklardan, özgürce ötüşleriyle bir günün daha tamamlandığını haber veren kuşların yaz senfonisi duyuluyor. 
Türkiyede bir tanıdığımın hastanede olduğu haberini veriyorlar.
Telefon açıyorum. 
Bir anda hüzünlü bir memleket kokusu doluyor ekrana. 
Bir hastane odası…? 
Hortumlara, makinalara bağlı bir insan sedyede yatıyor. 
Dün birlikte koştuğumuz aşina bir sima; 
Bilal Bey.. 
Baş ucunda sevenleri… 
Taze bir yüz, kısa ve kırçıl saçlar… 
Yüzünü bir hilal gibi çevreleyen kısa nurani bir sakal.? 
Sanki her bir saçın dibinden bir ışık fışkırıyor. 
Gözler kederli… 
Oda ölüm kokuyor. 
Belli ki son bakışlar, son sözler, son nefes…
 Dünyaya ait ışıkları son görüş.? 
Sevdiklerine son defa gözleri iler sarılış… 
Kızı,” Babam birkaç gündür sizi sayıklıyor.” diyor. 
İnsan böyle zamanlarda ne diyeceğini bilemiyor. 
Kelimeler, cümleler tükeniyor. 
Bir zamanlar koşmaları ile Anadolu’ya sığmayan, Sarp Sıınır Kapısı’ndan geçerek Asya bozkırlarına koşan küheylan yorgun ve bitkin yatıyor. 
Yargıtay’da 7.3 cezası bekliyor. 
Kesik kesik kelimelerle, “Hocam hakkınızı helal edin, bize dua edin.” diyor. 
“Helal olsun ama asıl siz bize hakkınızı helal edin.” diyorum. “Yangınları göğüsleyen sizsiniz, mağdurların yanında duran sizsiniz, cömertlik nehirlerini coşturan sizsiniz, güzel bir hayat yaşadınız.” 
Telefonu kapattıktan sonra kızı arıyor, “Hocam, sizin güzel hayat ve güzel ölüm üzerine bir yazınız varmış. Babam onu istiyor.” diyor. 
Bir an düşünüyorum; “Aslanlar Ayakta Ölür” adıyla sahnede can veren sanatçılar gibi koşarken çatlayan küheylan Hacı Kemal Ağabey’in hayatını yazmıştım. Acaba onu mu istiyor?”  
?Zira o güzel bir hayat yaşadı. Ömrü okul açmakla geçti. 
Asya steplerinin soğuklarında, Ramazanda aç susuz dolaştı. 
Ülke ülke gezdi. 
Asya’nın kapılarını araladı. 
Asya’ya açılan aydınlık kapıların anahtarı oldu. 
Karanlık bozkırlara ışık düşürdü. Onun sayesinde bozkırlar Babil bahçelerine döndü. 
Ömrünün son demlerinde bile Hocaefendi “Kal yanımda. Sana ihtiyacım var. Oralarda öleceksin.” dediği halde “Hocam herkes hicret ediyor. Bırak gideyim. Ben asıl gitmezsem ölürüm.” dedi. 
Güzel bir hayat yaşadı. 
Fatih Camii’nde on binlerin parmak uçlarında yüzerek, koşarak Topkapı Mezarlığı’na götürülürken ben de oradaydım. 
Tacik talebeler kederli kumrular gibi kabrinin etrafına dizilip yas tuttular; 
?“Hacı atamız öldü.” 
“Yoksa mazlumların yılmaz savunucusu Avukat Bekir Berk’i yazmıştım. Onu mu istedi.” diye düşünüyorum.??? 
Başkaca avukatın pek olmadığı 1965’li yıllarda sadece bir davası,? bir anası, bir de elinde çantası olan Bekir Berk’i… 
O, delik ayakkabılarla, kamyon kasalarında tomruk yüklü arabaların üzerinde, içinde koyun keçilerin de? olduğu minibüslerle, Anadolu’yu şehir şehir dolaşarak mazlumların savunmasına koştu. Mahkeme salonlarının yılmaz savunucusu, yıldırım sesli insanıydı.? Risale-i Nurların hakikatini dönemin savcılarının, hakimlerinin asık suratlarına haykırdı. 
Kimsenin gıybetini yapmazdı. Birinin aleyhinde konuşulacak olsa “Hayt, susun! O sizin kardeşinizdir. Ölü eti yemeyin.” derdi. 
Son namazında takati tükenip de secdeye gidemeyince “Ama Allah’ım ben Sana secde etmek istiyorum.” diye ağladı. Sonra da namazın kalan bölümünü Kâbe’nin bembeyaz mermerleri üzerinde tamamladı.? 
“Ya da bundan tam dört yıl önce, bir Temmuz günü aramızdan ayrılan, şiir gibi bir hayat yaşayan Mehmet Ali Şengül Hocamızla ilgili yazıyı mı istiyor.”? diye düşünüyorum. 
?Zira o da çok güzel, destansı bir hayat yaşadı. 
Arkadaşları onun için “Yeryüzünde insan suretinde gezen melek.” diyordu. 
?Kokusu gönüllere inşirah salardı. 
?Soylu bir ağacın en görkemli dalıydı. 
?Ahmet Dedesi, “Bu benim oğlum memlekete, millete çok faydalı işler yapacak ama ben göremeyeceğim.” derdi. 
O hep Hocaefendi’nin yanında durdu. 
Hizmet medeniyetinin maya tutmasında öncü rol aldı. Ana kubbeyi taşıyan en görkemli sütunlardan biri oldu. 
Yeni evlendiği günlerin birinde öğrenciler için ev tuttu. 
Eşya bulamadığı için evinin eşyasını öğrencilerin evine taşıdı. 
Yeni bir dirilişin destanını yazarken çekmediği çile, görmediği işkence kalmadı. 
1980 darbesinde Bornova Polis Karakolu’nun koridorunda yalınayak, paçaları ıslak, gözleri siyah bir bantla bağlı, tek ayak üstünde tutuldu. 
Ayaklarının altı ustura ile kesilip, tuz basıldı. Kum torbaları ile böbreklerine böbreklerine öldüresiye vuruldu. 
?Kendisine Hocaefendi’nin yeri soruldu. 
“Bilmiyorum.” kelimesinden başka bir şey dökülmedi dudaklarından. 
?Bir ömür boyu o işkence izlerini üzerinde taşıdı.? 
Kendisi köşe bucak aranırken Samsun’daki Eğribel Pasajı’nın son iki katını öğrenci yurdu olarak kiralamak istedi. 
Köyden, kasabadan gelen çocuklar kaybolmasın istiyordu.? 
Bina sahibi kefil istedi. 
Kefil bulamayınca bina sahibine, “Bu ülkede köpekler bile para ediyor. Eğer ödeyemezsem götürüp Samsun pazarında beni satarsın.” dedi. 
Rüyalarda Peygamber Efendimiz tarafından “Samsunlu Hoca” diye anıldı. 
Bir edep insanıydı. 
Allah'a karşı çok saygılıydı. 
Namaz kahramanıydı.? 
1970’li, 80’li yıllarda yolculuklarda namaz kılmak müşkül bir meseleydi. 
Otobüsler durmazdı. 
Dinlenme tesislerinde namaz kılacak mescitler yoktu. 
Fakat namaz kahramanları için namazı kazaya bırakmak olmazdı. 
Kış günü, yolculuktaki ibret verici bir namaz hikâyesini kendinden dinleyelim. 
“Bir gün İstanbul’dan Samsun’a gitmek için otogara gittim. 
?Görevliye, “Otobüs nerede mola veriyor?” dedim. 
“Niçin sordun?” dedi görevli. 
“Namaz için.” 
“Eğer bir saat beklersen hem şoför hem muavin namaz kılıyor. Kendileri hacı. Seni onlarla göndereyim.” 
“Olur.” 
?Bir saat sonra gelen o otobüse bindim. 
?Şoför hem hacı hem de sakallı. 
?Muavin de öyle. 
Ankara’ya yaklaştık. 
Sabah namazı çıkmak üzere gün doğdu doğacak. 
Şoför tam gaz gidiyor. 
Herkes uyuyor. 
?Şoförün yanına gittim;? 
“Hacı Bey, namazı nerede kılacağız?”?  
“Ankara’da kılarız.”? 
“Güneş doğacak.” 
“Doğsun.”? 
“O zaman beni indir.”? 
“Olmaz. Hava çok soğuk. Donarsın burada. Biz hac yolunda bile müftüler fetva veriyordu,? arabalarda namazımızı kılıyorduk, koltuğunda kıl.”? 
“Sevgili kardeşim, ben fetva istemiyorum. Ben kendim hocayım.” 
?“Duramam. Yolcular razı olmaz.” 
?“Yahu bak bunlar hepsi ölü gibi uyuyorlar. Namazı Allah (cc) emrediyor. Onlar izin vermezse namazı kılmayacak mıyız? 
Biz konuşurken hava iyice aydınlandı. 
Güneş doğdu doğacak. 
“Müslüman yalan söyler mi?”dedim. 
?“Hayır.”dedi. 
“Şimdi ben sana ‘Affedersiniz ben sıkıştım.’ deseydim, duracak mıydın, durmayacak mıydın?? 
“Dururdum.” 
Allah’tan kork! Benim namazımın bir çiş kadar değeri yok mu? 
Adam öyle bir fren yaptı ki, bütün uyuyanlar uyandı. Ben abdest almak için koşturdum. 
?Namaz kılarken bir iki kişinin daha arkamda saf bağladığını fark ettim.? 
Selam verince baktım, şoförle muavin. 
Namazdan sonra şoför koluma girdi. 
“Allah(cc) senden razı olsun. Beni beynimden vurdun. Tövbe, bir daha namazımı tehir etmem.” dedi. 
Yolculuktaki bir başka namaz hikayesini ise hatıratında şöyle anlatıyor; 
“Mevsim kar kıştı.? 
Dumlupınar’a geldik. Yolun her iki tarafında otobüsler yolu tıkamıştı. 
Dumlupınar yokuşunda kaldık. Ortalık ağarmıştı. Abdest suyumuz yoktu.? 
Lapa lapa kar yağıyordu. Dehşetli bir fırtına vardı. 
Bir demir bulup buzları kırdık. Buzun altında akmakta olan sularla abdest aldık.? 
?Çenemiz birbirine vurarak fırtınanın, karların arasında namaz kıldık.? 
?Namazı kılıncaya kadar kardan adama döndük. 
Arabaya bindik. 
Arabanın kaloriferleri sonuna kadar çalışıyordu. Paltolarımız olduğu halde  donuyorduk. 
Fırtına öyle şiddetliydi ki arabamızı devirecek diye korktuk.” 
O kadar güzel insanlarla kuşatılmışız, o kadar yıldızlar geçidinin arasındayız ki hangi birini sayayım. 
“Acaba Bilal Bey hangi yazıyı istiyor?” diye düşünürken telefonuma yazılı bir mesaj ve video düşüyor. 
?“Bilal Ağabey sizlere ömür.” 
?Yargıtayda 7 yıl 3 ay cezası bekliyor. 
?Bir mahkeme daha mahşere kalıyor. 
?Bilal Bey’in az önce söylediği son sözleri, son görüntüleri yansıyor ekrana; 
“Allah’ım! Senin rahmetine, senin mağfiretine geliyorum. Götüremeyeceğim yükü yükleme Allah’ım!? Hatalarımdan, kusurlarımdan beni hesaba çekme Allah’ım!? Mağfiret buyur Allah’ım! Merhamet et Allah’ım! Affet Allah’ım!?” 
Sıcak bir yaz akşamında sular yavaş yavaş kararıyor. 
Kuzey ülkelerinde gün batıyor. 
Uzaklardan, özgürce ötüşleriyle bir günün daha tamamlandığını haber veren kuşların yaz senfonisi duyuluyor. 
Ve Bilal Beyin son bakışı son sözü yansıyor ekrana; 
“Allah’ım Sana geliyorum” 


 
13 Temmuz 2025 01:35
DİĞER HABERLER