Başbuğ... Sorular... Sorular

“Darbeye teşebbüs” ve “terör örgütü yöneticiliği” iddiasıyla tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, internet andıcı ve irtica eylem planı, görevdeyken de en çok başını ağrıtan konulardı. Başbuğ; gerek andıç gerekse irtica eylem planını kendi dönemi için hiçbir zaman kabul etmedi. Her iki planın da paralel uygulamaya konulduğu 2009’un Mart ve Nisan ayları, İlker Başbuğ açısından ilginç bir dönemdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, 14 Nisan’da İstanbul’daki Harp Akademileri Komutanlığında bir konuşma yaptı. Başbuğ, TSK’ya karşı sistemli bir yıpratma kampanyası yürütüldüğünü düşündüğü cemaatler hariç, tüm toplumu kucakladı. Ve Orgeneral Başbuğ, kamuoyunun tartışması için ortaya attığı konuların geri dönüşünü almak için bir hafta sonra bir basın toplantısı düzenleyeceğini söyledi. Herkesin beklentisi, Orgeneral Başbuğ’un sonraki basın toplantısında TSK’yı yıpratan unsurlar olarak cemaatlere yükleneceği şeklindeydi. Başbuğ, bir hafta yerine iki hafta sonra kameraların karşısına geçti ve 2 saat konuştu. Ancak Başbuğ irticadan ve cemaatten bahsetmedi, soruları geçiştirdi. Tam da o tarihlerde İstanbul Poyrazköy’deki İstek Vakfı arazisinden lav silahları da dahil olmak üzere çok sayıda silah ve mühimmat bulundu. Kaçak olan Dalan’ın, arazinin askeriyenin kontrolünde olduğunu söylemesi, gözleri Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a çeviriyordu. Başbuğ lav silahlarına boru dedi. Başbuğ’un Nisan ayındaki her iki konuşması “millete komplo eylem planı” ve “internet andıçı”nın hayata geçirildiği döneme denk geliyordu. Başbuğ’un; ikinci konuşmasında irtica ve cemaatlerden bahsetmesi beklenirken o tam tersine “darbeciler TSK içinde barınamaz” dedi. Bugün kendisi, tam da o tarihlerde düğmesine basılan bu konularla ilgili olarak tutuklandı. Yoksa Başbuğ konuşmalarında kendisinden beklendiği gibi irtica ve cemaatlere odaklansaydı kendini açık mı ederdi ? Yoksa o gün irtica ve cemaatlere yüklense, kendini, bugün yargılandığı eylem planlarını inkar edemeyecek duruma mı düşürürdü ? Yoksa zaten planların hayata geçirildiği tarihlerle aynı dönemde kendisi de bu yönde açıklamalar mı yapmış olurdu ? Başbuğ’un Nisan 2009’daki basın toplantılarından sonra ilginç bir süreç başladı. Islak imzalı irtica eylem planı için Başbuğ “belge sahte çıkarsa cümle alem ne yapacağımızı görür” demişti. Bunun üzerine başta CHP olmak üzere Ak Parti iktidarına karşı olan kesimler Başbuğ’u “ne yapacağını görelim” diye kışkırtmaya çalıştılar. Her ağızlarını açtıklarında askeri göreve çağıran bu kesimler, birdenbire Genelkurmay Başkanını istifaya çağırmaya başlamıştı. Başbuğ ise ne kadar demokrat olduğunu göstermek için “istifa çağrılarını kaale bile almıyorum” dedi. Başbuğ; “elinizi TSK üzerinden çekin” dedi, “TSK’da milli irade aleyhine eylem ve faaliyet yapanlar bu bünyede barınamaz” dedi. Başbuğ; Genelkurmay başkanı olarak “ordunun demokrasiye bağlı kalacağının teminatı benim” dedi. Yoksa Başbuğ bütün bunları söylerken hedef mi saptırıyordu ? Yoksa Başbuğ siyasi irade üzerinde güven sağlayıcı mesajları bilerek mi veriyordu ? İlker Başbuğ bundan bir süre sonra bayramda akredite gazete ve televizyonların temsilcileriyle Güneydoğu gezisine çıktı. Türkiye’nin bölündüğü endişesi taşıyanlara birlik beraberlik mesajı verdi. Hatta dahası “bölünüyoruz diye kafa karıştıran televizyonları seyretmeyin” dedi. Başbuğ ilginç bir şekilde bu sözüyle asker karşısında esas duruşa geçen yayın organlarını kastediyordu. Çünkü hükümeti zor duruma düşürmek için, bölünme endişesi taşıyan yayınları bu yayın organları yapıyordu. Tam da o tarihlerde Başbakan bazı gazeteleri işaret ederek almayın demişti. Başbakan’ın “almayın” sözüne kıyameti koparan bu yayın organları, Başbuğ’un kendileri için söylediği “seyretmeyin” sözüne çıtlarını çıkarmadılar. Yoksa bütün bunlar Ak Parti iktidarına karşı planlı bir strateji miydi ? Yanındaymış gibi görünüp, huylandırmadan, hissettirmeden planları devreye sokma taktiği miydi ? Başbuğ, basın, yargı ve bir kısım muhalefet ortak bir plan üzerinde mi yol alıyordu ? Bütün bu soru işaretlerinin sebebi, Başbuğ’un söylemleriyle eylemleri arasındaki çelişki. Bu kadar demokrasi tarafları duruş sergileyen ve “TSK’da darbeci barınamaz” diyen Başbuğ, ilginç bir şekilde ıslak imzalı millete komplo planını uygulamaya koymakla suçlanan generalleri sonuna kadar korudu. Erzincan merkezli uygulama konulmak üzereyken ortaya çıkarılan irtica eylem planında adı geçenler, hep Başbuğ’un koruma kalkanı altında oldular. Ergenekon operasyonlarına karşı misilleme olarak hayata geçirilen irtica eylem planı, Erzincan’da bir naylon terör örgütü oluşturmayı amaçlıyordu. Masum insanları silahlı terör örgütü üyesi gibi göstermek için planlar yapılıyordu. 3. Ordu’nun yetki alanındaki illerde fişlemeler yapılmış ve bütün altyapı hazır hale getirilmişti. Kimlerin gözaltına alınıp tutuklanacağına kadar isimler belliydi. Mart 2009’daki yerel seçimler öncesi tam büyük operasyon başlatılacakken Erzurum Özel Yetkili Mahkemenin savcısı Osman Şanal devreye girdi ve doğru zamanlamayla planları bozdu. Cuntacıların amacı eski kuvvet komutanlarının da yer aldığı 10 Mart 2009 tarihli ikinci Ergenekon iddianamesinden önce, büyük bir misillemeye girişmek ve 16 ilde aralarında belediye başkanları ve bazı bürokratlar, hatta savcıların da bulunacağı gözaltılar gerçekleştirmekti. Sonra bu gözaltılar İstanbul ve Ankara’ya doğru ilerleyecekti. Bu operasyonlarla eşzamanlı olarak, internet andıcındaki kamuoyunu Ak Parti ve Gülen cemaatine karşı yönlendirme stratejisi hayata geçirilecekti. 12 Haziran 2009’da Taraf Gazetesi "İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı Albay Dursun Çiçek imzalı belgeyi yayınladı. Her şey bütün netliğiyle ortaya çıktı. Bu plan Emasya protokolünü de kullanarak yapılacak bir darbe ve ona zemin hazırlayacak eylemlerden oluşuyordu. Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ, irtica eylem planı iddianamesinin bir numaralı sanığı 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ile ilgili “sonuna kadar arkasındayız” dedi. Başbuğ, Berk hakkında bir terör örgütü iddianamesi hazırlandığını ve arkasında olduğu generalin bu iddianamenin birinci sırasındaki isim olduğunu çok iyi biliyordu. Başbuğ; Saldıray Berk’in hükümeti yıkmak ve parlamentoyu çalışamaz hale getirmek için oluşturulan terör örgütünün yöneticiliğinden sanık olduğunu da biliyordu. İlker Başbuğ konuşmalarında sürekli hukuktan, yargıdan, darbelere karşı olmaktan bahsediyordu ama darbecilikten sanık konumundaki bir generalin sonuna kadar arkasında olduğunu söylüyordu. Saldıray Berk; bugün Başbuğ’u cezaevine götüren Dursun Çiçek imzalı irtica eylem planını uygulamaya koymakla suçlananların başında geliyordu. Daha da ilginci; Jandarma kriminal bile imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğu yönünde rapor vermişken, Başbuğ ıslak imzanın sahte olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Maalesef Başbuğ, görev süresinin sonuna doğru, kendini çok fazla köşeye sıkıştırıyordu. Darbe planı iddiaları Başbuğ’u fazlaca zorluyordu. Orgeneral Başbuğ darbecilikle yargılanan Kayseri, Eskişehir, Konya, Balıkesir alay komutanlarının tutuklu olmalarına rağmen görevlerinin başında gözükmeleriyle ilgili hiçbir işlem başlatmadı. Başbuğ; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı izledikleri iddia edilen personeline sahip çıktı “biz görevlendirdik” dedi. Başbuğ TSK’ya karşı asimetrik psikolojik harekat yapıldığını iddia etti kendi personelinin karıştığı bütün bu iddialardan dolayı hep bir yerleri suçladı. Başbuğ “darbeci barınamaz” dedi ama darbe iddiasıyla yargılananlara sahip çıktı, onlarla ilgili hiçbir tasarrufta bulunmadı. O hep darbe planlarını sızdıranları bulmaya çalıştı. Başbuğ bu çalışmaların bir gün gelip kendisine dayanacağını o tarihlerde biliyor muydu ? Bir çıkmaza girdiğini anlamış ama iş işten mi geçmişti ? Yoksa bir yandan demokrat görünüp, diğer yandan sonuna kadar yapılan planların uygulanmasını mı sağlamaya çalışıyordu ? Bütün bunlara yargı karar verecek. [email protected] twitter.com/aakadiroglu
07 Ocak 2012 12:46
DİĞER HABERLER