John Hopkins Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları Bölümü öğretim görevlisi Dr. Lisel Hintz ve National Security Program at the Bipartisan Policy Center (Ulusal Güvenlik Programı, İki Partili Politika Merkezi) yöneticisi Blaise Misztal Amerika’nın Türkiye politikalarını ele alan bir değerlendirme yazısı kaleme aldı
Makale ABD-Türkiye ilişkileri ve Tayyip Erdoğan’ın Batı karşıtı politikalarını ele alarak Türkiye’ye dair izlenmesi gereken politika hususunda Washington’a tavsiyeler veriyor.
'Erdoğan’ı Acıtacak Yerden Vur, Destek Olacak Yerden Değil' başlıkla makale şöyle:
Bir zamanlar ABD’nin stratejik bir müttefiği olan Türkiye yaklaşık dört yıldır sadece Amerikan politikalarının uyumlaştırılmasından dolayı değil, aslında düşmanlığa doğru yol alan ilişkilerden dolayı dışlanıyor. Washington bugün dahi dış politikasını yumuşatarak Ankara’nın rotasını değiştirmeye çabaladı. Ancak 9 Kasım’da Türkiye’nin bir grup Amerikan vatandaşı ve konsolosluk çalışanını tutuklamasının ardından Amerika ayağa kalktı. Bu tavır aslında Washington yönetiminin Tayyip Erdoğan’ı ne kadar yanlış tanıdığını göstermiştir. ABD Türk vatandaşlarına yönelik vize hizmetlerini askıya alarak Tayyip Erdoğan’ı cezalandırmaktan ziyade ekmeğine yağ sürdü.
Bugün Türk-Amerikan ilişkileri stratejik bir çelişki ile devam ediyor: Amerika Türkiye’yi hala Ortadoğu’nun güvenliği konusunda (özellikle IŞİD sonrası Irak ve Suriye için) hayati bir konumda görürken Ankara ile çalışmak gittikçe zor bir hal alıyor. Washington ortak değerlere dayalı yaklaşımını bugün karşılıklı çıkarlar ve mübadele esasına dayanan bir yaklaşımla değiştirdi. Bu yeni yaklaşım her iki tarafın da istediğini alabileceği karşılıklı çıkarları koruyan bir faydacılığı hedefliyor.
Fakat bu yaklaşım politika uzmanlarının Ankara’yı ne kadar hafife aldıklarını gösteriyor. Psikolojik dilde dış politikada karar verirken en sık yapılan hatalardan biri de bugün Amerikalı politikacıların ‘tıpkısının aynısı’ / ‘aynadaki yansıma’ hatasıdır. Bu düşünceye göre Amerikan vatandaşlarının tutuklanması Türkiye’yi rehine değişimi ya da başka bir konuda Amerika ile anlaşmaya zorlamalı.
Erdoğan da aynı şekilde Amerikan vatandaşı Rahi Andrew Brunston ile darbe girişiminin sorumlusu olarak gördüğü Gülen’i takas etmeyi hedefliyordu. Benzer şekilde Alman Sanşölyesi Gerhard Schrönder de aynı şekilde Alman aktivist ve film yapımcısı Peter Steudtner’in tahliye edilmesi konusunda arabuluculuk yaptı. Erdoğan ise Avrupa’nın söz verdiği tazminatı hatırlatarak bu mükafatın zamanında verilmediği taktirde Suriyeli mültecileri Avrupa’ya göndermekle tehdit etti.
Rehine diplomasisi ilk bakışta Türkiye’nin batı ülkeleri ile olan ilişkilerini esir almış gözüküyor. Erdoğan Amerika, Avrupa vatandaşlarını ve konsolosluk çalışanlarını tutuklayarak sadece tutuklu mübadelesini hedeflemiyor, ajandası çok daha kapsamlı. Washington’un bunu anlaması gerekiyor.
Erdoğan Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma füzeleri ile aslında bambaşka bir mesaj vermek istiyor. Son tutuklamalar Erdoğan’ın iç politikada seçmenlere karşı gücünü ispat ediyor ve iç politikada çokça konuşulan ‘yeni Türkiye’ ve Tükiye’nin Batı’ya ihtiyacı olmadığı tezini güçlendiriyor. Erdoğan’ın darbe komplocusu olarak gördüğü Gülen’in bugün hala Amerika’da olması aslında Erdoğan’a Amerika’yı eleştirebilmesi için sonsuz bir gerekçe sunmuş oluyor. Bu eleştiriler aynı zamanda iç politikada ve bölge siyasetinde de politik bir kazanç sağlıyor.
İşte bilmece, Amerika’nın Türkiye’yi azarlaması Türkiye’nin batı karşıtı duruşunu güçlendiriyor fakat bu durum aslında yurtdışına seyahat etmek isteyen ve eğitim almak isteyen Türkler’i cezalandırdı. Bu aceleci ve yanlış düşünülmüş vize sınırlaması ile Washington Tayyip Erdoğan’ın tam ihtiyacı olan Batı’nın Türk insanına karşı ayrımcılık yaptığı tezini kanıtlamasını sağladı. Vize sınırlamasına en kısa zamanda misliyle karşılık verilmesi Erdoğan’ın iç politikada yeniden kendi partisinden ve MHP’den destek almasını sağladı. Gerilimin tonunu hafifletmek yerine krizde sadece Büyükelçi John Bass’ı suçlayarak Erdoğan NATO’daki en önemli müttefikine hitaben “eğer büyük Amerika sadece bir büyükelçi tarafından yönetiliyorsa yazıklar olsun” ifadelerini kullandı. Sonrasında da Batı’yı teröristlere silah sağlamakla ve teröristleri Türkiye’nin güneyinde saklamakla suçladı.
Erdoğan hitabet sanatını iftira atarken çok iyi kullanıyor. 2013 Gezi olaylarında barışçıl gösteri yapan kişilere AKP çevresi serseri ve terörist şeklinde hitap etti. Özellikle dış politikada sözler ülkeler arası ilişkilere çok ciddi zarar verebilir. Türkiye’nin Hollanda ile yaşadığı diplomatik kriz, Erdoğan’ın Almanya’ya karşı sürekli “Ey Almanya, sen ne yaptığını zannediyorsun” şekildeki söylemi ve Almanya’yı Nazi ruhu ile özdeşleştiren yaklaşımı Erdoğan’a oy olarak geri dönüyor. Erdoğan seçmeni 2009 Davos zirvesi ve İsrail ile olan ‘one minute’ krizine atıfta bulunarak Erdoğan’ın Batı karşısında dik durması karşısında çok mutlu oluyor. Dolayısıyla vize yasağı da aynı şekilde Erdoğan’a ihtiyacı olan kozu sağlıyor.
Aslında Erdoğan’ın Batı karşıtlığı yeni değil. Trump ve AB ile dostça ilişkilerin yanında aslında Erdoğan ve partisi Türkiye’nin en Batı karşıtı yaklaşımı olan Siyasal İslam’a dayanıyor. Aynı zamanda AKP’nin yeni bir Ortadoğu oluşturmayı amaçlayan Osmanlıcı ve İslamcı yaklaşımı doktrinde ‘stratejik derinlik’ olarak yer alsa da ölmüş bir yaklaşım. Osmanlıcı İslamcılık Türk kimliğini temel alarak, zengin bir imparatorluk mirasına ve ana bir güce dayanan halifelik ve Osmanlı sultanı tarafından yönetilen bir sistemdir. Sürekli Türk kimliğine atıf yapılan bu politika Batı karşıtlığının güçlenmesini sağlıyor.
Şu an görünüşte her iki taraf da bir diğerine karşı baskı uyguluyor. İki ülke başkanının da herkesin bildiği gibi görevini kötüye kullanması krizin yarışmasından ziyade kızışmasına sebep oluyor. Türkiye ve ABD’yi hizaya getiren bölgesel krizler olduğu zaman, Bağdat ve Erbil krizinde olduğu gibi, Washington’un yaklaşımı acilen Türkiye ile ilişkilerin uzun zamanlı ilişkiler kurulmasını sağlıyor.
Amerika için gerçek bir meydan okuma Türkiye’nin her Amerika karşıtı sözüne mukabelede bulunup karşılık vererek değil aksine Erdoğan’ı Batı’nın Türkler’i kandırdığı yaklaşımında yalancı çıkartarak karşılık vermelidir. Dolayısıyla Washington bugün pazarlık politikası yerine Türkiye’yi Batı müttefiki olma, NATO ve AB gibi arenalarda yalnız bırakma stratejisi uygulamalıdır.
Bu strateji iki elementten oluşmaktadır. Birincisi Washington Türkiye ve Erdoğan arasındaki farkı iyi anlayarak Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimin kaynağının Erdoğan olduğunu görmelidir. Amerikan karşıtlığı tarihin hiç bir döneminde bu seviyeye ulaşmamıştır. Bugün Türkiye’de nüfusun yarışı Erdoğan’ın vizyonuna karşı çıkıyor, tabii ki bunların hepsi Erdoğan’ın Amerikan karşıtı tutumundan dolayı muhalif değil. Fakat Erdoğan’ın yaklaşımı güçlendirecek davranışlar hiç bir zaman Amerika’ya Türkler’in desteğini kazandırmayacaktır. Amerikalı politikacılar bir kınama ve eleştiride bulunacakları zaman Türkiye’yi ve Türkler’i değil doğrudan Erdoğan’ı muhatap almalıdır. Washington için Erdoğan söz konusu olduğunda sessizliğini bozarak bu kararsız ve yaygaracı adamdan korkmak yerine geleceğe dair uygun önlemler alınmalıdır.
Washington ilk olarak Erdoğan’ın Türkler üzerindeki görkemini dağıtmalıdır. Trump’ın Amerika’yı birinci plana koyan azmi ve Twitter’da kullandığı lakaplar yardımcı olabilir. Erdoğan’ın Washington veya Ankara’da yüksek rütbeli Amerikan yetkilileri ile görüşmesini reddederek, sürekli ve güçlü bir şekilde dış politika gafları ve yorumlamalarına dikkat çekilmelidir. Ayrıca Washington Türkiye ekonomisi ve yolsuzluk iddiaları gibi Erdoğan’ın hassas olduğu konulara yönelmelidir. Bugün özellikle Türkiye’nin kırsal bölgeleri ve Anadolu insanına göre Erdoğan’ın politik gücü çoğunlukla güçlü ekonomik büyümeye dayanmaktadır. AKP iktidarının ilk on yılının aksine bugün Türk ekonomisinin bozulmaya başlaması Erdoğan’a yönlendirilen en güçlü eleştiridir. Aynı zamanda Amerika’nın Türkiye bankalarına karşı yaptırım uygulayacağı söylentileri Ankara’nın etkisini zayıflattı.
ABD Reza Zarrab davası çerçevesinde Türkiye’ye karşı sunabileceği her şeyi sunmalıdır. Amerikan yetkilileri Ankara’nın Rusya’dan satın aldığı hava savunma sistemlerini de aynı şekilde yaptırım olarak sunmalıdır. Hatta Erdoğan, aile üyeleri ve kabineden bakanların da isimlerinin geçtiği, Amerikalı diplomatların 2004’ün başından beri uyardığı, yolsuzluk iddiaları iyi araştırılmalı ve uluslararası arenada takip edilmelidir. Ve en sonunda Erdoğan’ın ülkesini zayıflatırken kendisini zenginleştirmesi, Amerikan dostluğuna zarar verdiği gerçekleri gün yüzüne çıkartılmalıdır.
Erdoğan rehine almıyor, aksine aradaki bütün köprüleri yakıyor. Washington için Erdoğan’a karşı prensipli bir tavır takınma zamanı.
Çeviri / Samanyoluhaber.com