Bütün sülalesinin ülkücü olduğunu söyleyen, İlhan Selçuk hariç hayatında kimseye biat etmeyen Dağıstan kökenli Gürbüz Çapan, Alevi, Kürt, PKK’lı olduğu iddiaları ile Cumhuriyet’e ortaklığını Aksiyon’a anlattı.
Cumhuriyet, İslam diniyle barışmalı
Oğlunuzun başına gelen kazadan sonra sizin bu durumunuza sevinenler olduğunu düşünüyor musunuz? Böyle bir hisse kapıldınız mı hiç?
Bilmiyorum. Yani ben kimsenin bu durumuna sevinmem; ama yine de milletin ne yaptığını bilemiyorum. Bende öyle bir duygu yok yani.
-Aydın Güven Gürkan’ın Teşvikiye Camii’ndeki cenazesinde, siyasi manada ‘Günahımızın kefaretini ödüyoruz’ diye bir söz sarf etmiştiniz. Bu hadiseden sonra böyle bir şey aklınıza geldi mi?
Günahım olsa idi çocuğum yoktu şimdi. Yani bu, Allah’ın oğlumu bana yeniden bahşetmesidir. Verilmiş sadakalarımın, yaptığım iyiliklerin karşılığıdır. Ali iyiliğimin kefareti olarak geri geldi. Benim sevabımdır Ali. Ha beni siz günahkâr görebilirsiniz.”
ÇAPAN-ŞEYH ŞAMİL BAĞLANTISI
Bir mahkemedeki savunmasında söylediği gibi, 7 ceddi isyankâr, asi bir aileye mensup olan Esenyurt eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, 22 Mart’ta oğlunun geçirdiği ve bir kişinin hayatını kaybettiği elim trafik kazasından sonra yine kamuoyunun gündemine girdi. Esenyurt’ta üç dönem belediye başkanlığı yapmış olan Çapan, Dağıstan’dan göç etmiş bir aileye mensuptur: “İlk hareketimiz 1860’ta başlamış. Biz Dağıstan’ın Terek köyündeniz. Yani benim bulduğum yer orası. Şeyh Şamil ayaklanmasında büyük dedelerim Şeyh Şamil’e katılmışlar. Hatta yine büyük dedelerimden Aslan Bey, Hacı Murat’a karşı mücadele vermiş kişilerden biridir. Daha sonra Şeyh Şamil teslim olunca da bunlar ata binip önce Gürcistan Borçalı’ya kaçmış, 1897-99 gibi de Kars’a doğru geçmeye başlamışlar. Kars’ta farklı kasabalarda yerleşmişler. Benim büyük amcam Kara İbrahim de Teşkilat-ı Mahsusa’nın elemanlarından birisidir. Bu Yakup Cemil ile ilgili kitaplarda adı geçen Kara İbrahim, babamdan 25 yaş büyük, aynı anadan doğmuş büyük amcamdır.”
KARDEŞİM GÜNAY CUMHURİYET OKUMAZ
Ailesi Kars’ın Çıldır ilçesinin Kakaç köyüne gelip yerleşen Çapan, şeceresinin, dedesi Resul, onun babası Osman, onun babası Aslan ve onun da babası Emir Aslan yoluyla Şeyh Şamil zamanına kadar ulaştığını anlatmaktadır: “Yani hep bir isyan kuşağı var. Şeyh Şamil’in yanından çıkmış gelmişler. Hiç böyle tahsil, terbiye bilmem ne falan filan yok; ama işte kendilerine paşa, kolağası, miralay demişler ve en sonunda Ekim devriminden sonra Çıldır Şûra Hükümeti’ni kurmuşlar bunlar. Hem ana hem de baba tarafından dedelerim var içlerinde. Sonra Cenubi Garbi Kafkas Cumhuriyeti’ni kurmuşlar. Şimdi hep ben takılarak söylerim ‘aklı az olanın cesareti fazla olur’ diye. Ecdadımız bu ülkeye hürriyeti getirdi ama eşitliği getiremedi. Maalesef Türk halkı aklı ile gitmediği, gözü ile değil kulağı ile beslendiği için böyle oluyor. Bizler mesela hiç Marks, Engels, Lenin okumadan Marksist, Leninist olduk.”
Çapan ailesi, Gürbüz Çapan’ın baba tarafından dedesi Resul Bey’in üç evliliğinden 16 çocuk sahibi olması, diğer dedesi Bekir Bey’in de başından yedi evlilik geçmesi vesilesiyle çok kalabalıktır. Gürbüz Bey’in neredeyse Kars’taki her kasabada bir amcası veya yakını vardır. Çapanlar politik görüşleri bakımından da şaşırtıcı bir sülaledir. “Amcamın oğlu ülkücüdür, benim bütün sülalem ülkücüdür. Öz amcamın oğlu Atilla Kaya, Ülkü Ocakları Başkanı idi, şimdi MHP Genel Başkan Yardımcısı. Mesela küçük kardeşim, Almanya’da Cemalettin Kaplan’ın adamı, arkadaşı idi. Bir tek ben solcuyum içlerinde. Bir de kardeşim Zeki biraz solcu oldu. Kardeşim Günay’la sadece karındaşım. Hiçbir siyasi ortak yanımız yok. Cumhuriyet Gazetesi’ne de ben bulaştırdım onu. ‘Git’ dedim ‘şu gazeteyi yürüt.’ Yoksa ne Cumhuriyet okur, sever falan, öyle değil yani.”
İLK OYUNCAĞIM TABANCA OLDU
Gürbüz Çapan’ın babası Mahmut Bey ise çiftçilikle meşgul olmuş birisidir: “Yani babam dilencilik yaparak beni okuttu! Hakkımda anlatıyorlar. Çok fukaraydı da, sonra tombaladan para çıktı falan. Sen de oraya geleceksin de… İşte ‘doktordu da, geçinemiyordu. Onun için bir çocuk yaptı.’ Yok böyle bir şey. 8 kardeşten sonra fazla çocuk yapmak korkuttu beni. Öyle bir tepki idi belki. Sonra pişman oldum aslında.”
Çapan, ailesinin, iddiaların aksine köyün iyi durumdaki ailelerinden biri olduğunu söylemektedir: “Benim hassas olduğum konulardır bunlar. Babam kimseye muhtaç bir adam değildi.” Gürbüz Çapan’ın bu konulardaki hassasiyeti, özellikle Esenyurt Belediye Başkanı olduktan sonra mal varlığının arttığı iddiasında bulunanlara karşı gelişmiştir herhalde.
6’sı erkek 8 çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak 19 Mayıs 1954 tarihinde dünyaya gelen Gürbüz Çapan, ailesinin olduğu kadar doğduğu köyün de umududur aslında. Başarılı öğrencilik hayatından dolayı herkes onun ileride ‘bir şey’ olacağı beklentisine girer ki, bu durum da, ‘efendi’ diye adlandırdıkları Gürbüz’ün çocukluğunu yaşamasına engel olduğu gibi, onu büyük bir stresin altına sokar: “Yani önce bizim köyün kuşuydum, sonra Çıldır’ın kuşu oldum. Ben hiç oyun falan oynayamadım. ‘Efendi oynamaz, efendi şöyle olur diye köylüler bize bir rol biçtiler ve ben o role uygun davranmaya çalıştım. Bu çok ağır bir sorumluluk gerektiriyordu. Ve benim ilk oyuncağım tabanca oldu, 1974’te, üniversiteye gittiğim zaman.”
CENGİZ ÇANDAR BENDEN ÖNCE İNKİŞAF ETTİ
Köyünde okul olmadığı için ilkokulu birkaç köy dolaşarak bitiren Çapan, 27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda daha 6 yaşındadır; fakat öğretmenleri ‘Olur mu böyle, kardeş kardeşi vurur mu?’ diye marş söylettikleri için o dönemi gayet iyi hatırlamaktadır. Son sınıf öğrencisi iken köyünde ilkokulun açılması ile bir ay boyunca İstiklal Marşı okuyarak ilk diplomasını alır. Ortaokulu Kars’ta okur. Ticaret lisesinden mezun olduktan sonra fark derslerini vererek Kars Alparslan Lisesi’ni de bitirir. Lisede Kars’ta ilk defa duvar gazetesi çıkaran, okulda Dostoyevski Kulübü kuran, özel günlerde şiir ve kompozisyonları ile hediyeler alan ve okullarını birincilikle bitiren Çapan, Deniz Gezmiş’lerin asıldığı gün lise son sınıf talebesi olarak bildiri dağıtmaktan karakolluk olur. Ancak başarılı bir öğrenci olması sebebiyle ‘iki tokatla’ serbest bırakılır.
Ailesinde hemen herkes milliyetçi siyasi görüşte iken Gürbüz Çapan henüz lise öğrenciliği zamanında kendisini sol rüzgâra kaptırmıştır. Bu uğurda amcalarından ‘Niye komünist oldun?’ dayakları yediyse de o inatla yolunda yürümeye devam eder: “Ben inancıma yürüdüm.” Onun solculuğa meylinin temelinde ‘eşitlik, adalet yok’ düşüncesi vardır: “Derse hiç öğretmen gelmemiş. Bu şartlarda Kars Lisesi’ni bitiriyorsunuz. Geliyorsunuz Galatasaray Lisesi veya Robert Kolejli ile aynı anda, aynı sürede yarışıyorsunuz. Bizim çoğumuz okuma bilmiyordu bir kere. Sınav sorularını okumaya yetişemiyorduk. Bu adil bir şey mi gözüküyor sizin için? Yani herkes lise okuyor, birileri daha eşit lisede okuyor! İlk sorduğum sorular bunlardı mesela. Sonra nereye baksam bu ülkede eşitlik, adalet olmadığını gördüm. Ben adalet aradım, eşitlik aradım. Ve aramaya devam ediyorum.”
Bugün Gazi Üniversitesi olan Ankara’daki İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde (AİTİA) okumak üzere Kars’tan ayrıldığında yıl 1974’tür ve tam 20 yaşındadır. O sıralarda çıkan afla Mamak Cezaevi’nden salıverilen Doğu Perinçek ve grubundaki Oktay isimli bir arkadaşını karşılamaya bile gider o. Fakat Perinçek ve grubu sonradan PDA’cı olurken Çapan’ın da içinde bulunduğu sol fraksiyon Dev-Yol’a devam eder: “Cengiz Çandar’lar bizden öncedir. Cengiz hep benden önce inkişaf etti, her anlamda. Dedim işte, bunu yaz. Son zamanlarda bir şey oldu bana, dökülüyoruz! Bu travma beni mahvetti.”
YILMAZ GÜNEY’E ÇOK GÜLERDİM
Üniversite gençliğinin de etkisiyle Ankara’da solculuğunu pekiştiren Çapan, artık sol adına her yerde vardır. 3 Mart 1976’da bildiri dağıtırken, sonradan sivil polis olduğunu öğrendiği kişilerle kavgaya girişince içeri alınır: “11 kişi, hiç birbirimizi tanımıyorduk. Bizi örgütçü yaptılar ve birbirimizi içeride tanıdık. İçlerinde en iri ben olduğum için ‘Gürbüz Çapan ve 10 arkadaşı yakalandı’ diye haber yaptılar.”
Çapan, hapis hayatı ile de ilk kez o zaman tanışır: “İki gün dövdükten sonra götürdüler bir 12 Mart günü tutukladılar beni. Bir tek ilk tutuklandığım günü hatırlıyorum, gerisini hatırlamıyorum zaten.” Ulucanlar’da Çapan’ın tanıdık arkadaşları da vardır o sıralarda: “Bizimle beraber Yılmaz Güney, Taner Akçam, Melih Pekdemir vardı. Güney, karısına çok sık mektup yazardı. Bir de bir roman çalışması içindeydi. Sonra çok sık jimnastik hareketleri yaptığını hatırlıyorum. Ben de çok gülerdim ‘Ulan ne yapıyor bu?’ diye.”
TÜRKİYE’NİN HER YERİNDE VARDIM
Hapishane hayatı onlar için de bir nevi eğitim yeri olur. Çapan, ilk defa orada ciddi kitap okumaya başlar: “Fırlamışız raydan, böyle cin gibiyiz. Hiçbir halt bildiğimiz yok. İçeride ilk defa ciddi kitap okumaya başladık. Fakat hiçbir şey de anlamadım esasında. Çıktık, dolaştık Marksist, Leninistler olarak. Biz ‘İşte oportünizmin gözünü çıkaracağız, şunu ezeceğiz, bunu ezeceğiz, oligarşinin belini kıracağız diye sloganlar ezberliyoruz ama işin esası kayboluyor. Oligarşiyi çok sonra öğrendim (gülüyor). Samimi söylüyorum. Ben hekim olduktan sonra Kapital’i okumaya başladım.”
İlkinden sonra, daha pek çok kez hapishaneye girip çıkar Çapan. Ama hapse bir kez olsun düşmek anlaşılan içinde bulunduğu kitle için de ‘rahatlatıcı’ sebeptir: “Öyle girer çıkardık o zamanlar, bir ay, iki ay. Bizim için bir anlamı yoktu o işin. Ama hapishane hayatı bizim için en özgür olduğumuz günlerdi. Dışarıda hayat zindan gibiydi. Hem hapse düşmeyene biz eşek derdik. Adam dediğin hapse düşmeli. Düşmeyen adam olur mu ya! Mesela bana 5 yıl hapis diyorlardı, Taner’e (Akçam) 725 yıl. Derginin (Devrimci Gençlik-sorumlu yazı işleri) müdürlüğünü yapmıştı. ‘Ulan, ben onun iki katı bir herifim. Daha yakışıklıyım. Olur mu? (Gülüyor)”
AİTİA’da Onur Kumbaracıbaşı’nın talebesi olan Çapan, hapiste iken tekrar sınava girer. İlk tercihi siyasal okumaktır; öyle bir takıntısı vardır. İkinci veya dördüncü sırada tıp fakültesini yazar. Diğer okullar ticaret lisesi mezunu almadığı için Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girer. Diyarbakır’da okuduğu halde Türkiye’yi karış karış gezen, bütün eylem noktalarında bulunan Çapan, Ankara’da kalıp Siyasal’da okusaydı nasıl hareketli bir hayat sürerdi kim bilir? “Her yere ulaşmaya çalıştım. Malatya’da, Elazığ’da, her yerde idim. Elazığ’da Alevi mahallesi Fevzi Çakmak’ta onlara saldırıyorlardı, 28 gün orada nöbet tuttum. Çorum’da öyle. Diyarbakır’da Kürtler, Ermenilere saldırıyorlardı, Ermeni kilisesinin kapısında bekledim. Maraş’a geç yetiştik; ama vardık. Müthiş bir dramdı o. Biz uyduruk bir milletiz. Bu olaylarda çatıştırdılar, Alevi-Sünni çatışması yaptırdılar. Şimdi bunların karşısında durmak benim için doğru bir şeydir; doğru yapmışım. Bugün yine olsa yine yaparım. Yani çoğunluksunuz, güçlüsünüz diye başka birini imha etme hakkınız yoktur. Ben bütün yurttaşlarımı eşit gördüm hep. Hiçbir Müslüman’ı dövdürmedim. Benim okuduğum okulda hiç kimse Müslüman MTTB’lileri (Milli Türk Talebe Birliği) dövmemiştir. Çok fazla sorumluluk yüklenmiştik. Yani bu ülkeyi düze biz çıkaracaktık. Böyle inanıyorduk. İman ediyorduk. İmanımızda sorun yoktu bizim. Nasıl mümin hiç soru sormaz, soru sormak şirk koşmaya giriyor; bizim de öyle idi. Hiç soru sormadan bir dinin cemaati idik. Hepimiz ölmeye adaydık. Ölüme nişanlı, yaşamaya sözlü idik.”
KONUŞABİLSEYDİK KİMSE KİMSEYİ İNCİTMEZDİ
-O zaman sağda ve solda 20’li yaşlardaki gençleri savuran bir rüzgâr esiyordu. Bugünden geriye dönüp baktığınızda kullanılmış olduğunuzu düşünüyor musunuz?
“Ben size ibret alınması gereken bir şey anlatacağım. Biz bütün sol fraksiyonlar 1976-80 yılları arasında 4,5 yıl süren Profilo direnişini nirengi noktası kabul ederiz. O direnişte bir sürü insan öldü. Biz ki sermayenin uşağı değiliz deriz, biz ki emekten yanayız, yani tekelci sermayeye karşıyız falan yani onlarla beslenen grubuz. Sonra baktım hiç Koç’un fabrikalarında grev yapmamışız, Sabancı’ya hiç uğramamışız.
-Sebebi neydi sizce?
Nereden bileyim?
-Peki kanaatiniz nedir?
Kanaatimi boş ver, şimdi sorular soruyorum. Yeteri kadar bir şey bu. Ya da mesela Mannesmann Boru Fabrikası, devletin, Sümerbank’ın boru fabrikasında 4,5 yıl grev sürüyor. Fabrikayı kapatıyorlar, altından Asım Kocabıyık çıkıyor, Borusan. Yani solcular da güvercinleşirler. Şimdi bugün ‘günaydın’ diyebilirsiniz. Sonra fark ettim ben. İşte durunca fark ettik. Biz koşu hâlinde idik. Garip şeyler yaptık. Yani o zamanki mesela faşistler de öyle idiler. Onlar daha garibandılar.”
TERCÜME İDEOLOJİLERDEN KURTULAMADIK
Türkiye’deki bütün ideolojilerin tercüme olduğu vurgusunu yapan Gürbüz Çapan, sorunların temelinde de merhametsiz bir toplum olmanın ve birbirimizle konuşmayı becerememenin yattığını düşünüyor: “Diyalog kuramıyoruz ya! Konuşabilseydik, hiç kimse hiç kimsenin burnunu kanatmazdı. Çünkü hepimiz aynı şeyle beslenmişiz. Yahu ben de yoksulluğa karşıydım, ben de adalet istiyordum, ben de hürriyet istiyordum. MHP’li de, Müslüman da, herkes bunları istiyor, ama kimse birbiri ile konuşamıyor. Geldik şimdi, ideolojiler bitti. Bizim bütün ideoloji tercüme idi. Faşizm de tercümedir, komünizm de. Yani Türk solu kendini doğuramadı. Aybar’ı boğduk biz. Boran’ı teslimiyetçilikle suçladık. Çünkü biz gözümüzle değil kulağımızla besleniyoruz. Yani dayanışma ruhumuz yok. Birbirimiz hakkında bir sürü önyargımız var. Belki kırılacak bu.”
Çapan, çarpıcı açıklamalarına devam ediyor: “Türkiye kendisini tercüme ideolojilerden kurtaramadı daha. Esas sorun bu. Birbirimizle konuşamıyoruz. Belediye başkanı iken seçim arifesinde kürsü kurdum, her parti gelsin konuşsun diye. Mukadder’e (Başeğmez) karşı çıktı Kürtler. O da dedi ki ‘Ya buraya onbaşı gelse hepiniz ayağa kalkarsınız. Biz burada siviliz diye şey yapıyorsunuz.’ Sosyalleşemiyoruz bir türlü. Yani ötekine el uzatamıyorsun. Soruyorsun necisin? ‘Ülkücüyüm’ diyor. Ne demek ülkücü? Herkesin ülküsü var, ülküsüz insan mı olur? Faşistim diyemedi Türk faşistleri kendilerine. Türkiye’nin komünistleri kendine komünist diyemedi. ‘Devrimciyim, sosyalistim’ filan böyle yandan oynuyor. Yani ne isen o olacaksın. Her şeyi deforme ettiğimiz gibi onu da deforme ediyoruz. Yani bunlar hep tercüme… inanmıyorlar.”
-Bir tek gerçek var: Müslümanlık.
Onların durumu daha da ağır.
-Ya maruz kaldıkları muamele?
Nerede öyle bir şey? Kim namaz kılarken size bıçak atmış ya!
-Başı örtülü diye okul okuyamıyor mesela kız çocukları.
Biz kız çocuklarının okumasını istiyoruz. Türbanlı, türbansız okusunlar. Devlet dairesinde görev verme. O başka bir şey. Ama yani keşke okusalar.
ALLAH SENİN BELANI VERMESİN!
-Bir yandan ‘haydi okula’ kampanyaları yapıyorsunuz…
Bak Gürbüz Çapan ıslah oldu, onlar kim ki. Yani ben şimdi Misak-ı Milli, Türkiye’nin bekası filan uğruna proje çıkarmaya çalışıyorum aman ne yapabiliriz diye. Kars’ta hayvan ve bitki türünü değiştirmeye çalışıyorum. İşte mısır ektirdim, Kağızman’a ceviz, badem, kayısı gönderiyorum. Karınlarını doyursunlar da namerde muhtaç olmasınlar diye uğraşıyoruz. Ben oradan bu noktaya geldim.
Üniversiteyi Kredi Yurtlar ve Sabancı’nın verdiği karşılıksız bursla okuyan Çapan, kendini savunma amaçlı silah kullandığını da ifade etmektedir halihazırda: “İyi silah kullanırım. Fakat 1979’da silahı bıraktım, bir daha da elime silah almadım.”
-Birini öldürdüğünüz oldu mu?
Öldürmedim kimseyi de.
-Zaman aşımına uğramıştır, söyleyebilirsiniz!
Yok da ancak beni herkes silahlı zannediyor.
-Öyle bir imajınız…
Cellat gibi.
-Alevilik de olur, Kürtlük de olur, PKK da olur…
Senin Allah belanı vermesin (gülüyor).
-Bu soruları ben uydurmuyorum. Hakkınızda söylenenler bunlar.
Ben bunları ne yapayım!
-Ailenizde Kürtlük var mı?
Dağıstanlıyım ben. Dağıstan’da Kürt yok.
-Alevilik?...
Yezid’im, Yezid. Yezidi değilim, hayır. Hani Aleviler Yezid diyorlar ya. Yahu Sünni’yim ya (gülüyor).
TÜRK OĞLU TÜRK’ÜM; KÜRTLÜĞÜM OSMANLI’DAN!
-Bizimle alay ediyorsunuz.
Yok alay etmiyorum. Öyle diyorlar da. Niye bunları yapıyorsun şimdi diyorsun kafandan. Ama Türk’üm yahu, Sünni Türk.
-Bu soruları sormamın sebebi…
Çünkü kimisi bizi Alevi zannediyor, kimisi Kürt zannediyor. Hiçbiriyim. Türkoğlu Türk’üm.
-PKK ile anılmanız nasıl oldu?
Teşekkür ederim devlet-i âlîmize. Eskiden Osmanlı’da siyaseten kat’l diye bir şey vardı. Siyaset yapacağın zaman sokaktaki en şey neyse, yaftayı oradan geçirirlerdi. Eskiden komünist olmak suçtu bu ülkede, şimdi Kürt olmak suçtur. Yani Kürt olunca PKK’lı da oluyorsunuz otomatikman. Zincirleme gidiyor. Komünistlikten çıkınca bana Kürtlük kaldı. Yani Kürtlüğüm Osman-i âlîdendir; bizden değil. Babam Kürt değil, dedem Kürt değil, yani yanımızda Kürtler falan da yok. Dağ başında bir köydeyiz. Ama dövecekler ya, Kürt yaptılar, çete yaptılar, mafya yaptılar. Benim Kürt’le problemim yok ki. Ben Kürt düşmanı değilim sadece. Aşlarını, ekmeklerini yedim. Evlerinde beni sakladılar. Allah onlardan razı olsun.
APO İLE SAMİMİYDİM; AMA…
-Ne zaman sakladılar?
Her zaman. Öğrenci iken giderdik evlerinde, neleri varsa ikram ederlerdi. Ben Diyarbakır, Bingöl, Bitlis, Van’da, Şam’da, o bölgenin hepsinde büyüdüm. Ben hep hürmet gördüm, hiç kötü bir şey görmedim. Tartışırdık en fazla işte. Apocularla tartışırdık. Apo ile samimi idim. Apo’nun köyünde Dev-Genç derneği kurdurdum. Biz Apo’yla böyle bir adamız yani. Fakat yani bizi Apo’cu yaptı herifler.
-Tanışıklığınız var mı onunla?
Var tabii. ADYÖD (Ankara Yüksek Öğrenim Kültür Derneği) vardı. Onun üst yönetiminde o da vardı, ben de vardım. O zaman Apo değil, Abdullah Öcalan’dı.
Maraş Olayları’ndan sonra arkadaşlarıyla arasında ‘arıza’ çıktığı için onlardan ayrılan Çapan, devlete karşı örgütlenmeden de vazgeçer o tarihlerde: “52 tane sol fraksiyon vardı, hepsiyle de tartışmalı, çatışmalı halde idim. Yani bana göre diğer 51’i yanlıştı. Bir tek doğru Dev-Yol’du. İşte o zaman iman tahtam eksildi; bıraktım (gülüyor). Kendim vazgeçtim, karakolda falan sopa yiyip bırakanlardan değilim yani.”
Çapan, hareketi bırakır bırakmaz düzenli bir hayat kurmaya karar verir; liseden arkadaşı Ayfer Hanım’la evlenir: “Hareketten ayrıldım, hayatım bitti herhalde, onun için evlendim diyorum da hanım kızıyor ‘Beni mi buldun?’ diye.”
ŞİMDİ KÖYDE ÇOBANDIM
Aslında Çapan, henüz ortaokul öğrencisi iken köyünde bir yakınının kızıyla evlendirilmek istenir. Fakat bu karara direnmeyi başarır ve bunu da hayatının dönüm noktası sayar: “Çünkü onunla evlenseydim şimdi köyde çobandım muhtemelen.”
Ayfer Hanım’ın büyükdedesi de Çapan’ın meslektaşı, Kars’ın ilk belediye başkanlığını yapmış Hüseyin Ali Han Tanındı’dır. Çapan’ın anlattığına göre, onlar da Azerbaycan’da hanlık yapmalarına rağmen kaçıp gelmiştir Kars ve civarına. Çapan çifti 1999’da ayrılmasına rağmen halen aynı evi paylaşmaktadır…
Neyse, Çapan, örgütlenmeyi bırakmasına rağmen, yaklaşık 8-9 ay sonra gerçekleşecek 12 Eylül darbesinde askerler “vefa” örneği göstererek ilk arananlar arasında onun ismine de yer verir: “Yine benden başladılar. Perde gerisi şefi budur ve örgütü niye bıraktın diye dayak yedim.” O sırada Diyarbakır’da bulunan Çapan, baskından birkaç saat önce de işareti almıştır: “Üst katımda bir tane hacı annem vardı. O sabah 5’te namaza kalkıyor. Radyoyu açıyor. Diyor ki oğlu Abdo’ya, ‘Gürbüz’ü çağır, darbe oldu. Ben oradan çıktım, (sonra) kapıyı kırıp içeri girdiler.”
-Yine Müslüman’ın namazı kurtarmış sizi!
Evet yani. Yahu benim şimdi Müslümanlıkla çok fazla problemim yok.
-Namaz kıldığınız oldu mu?
Hayır, ben namaz kılmadım. Yahu biz Müslüman solcuyuz. Biz Müslüman’ız kardeş. Yani bizim dinimiz var, benim ırkım var. Marks nasıl Alman, Lenin nasıl Rus ise ben de Türk’üm! Şimdi dinden soyunmak, yani ne yapayım. Bize de bu düşmüş! Ama dini yerine koymak, dinle barışmak gerekiyor. Yani bu cumhuriyet bir dini ile barışması gerekiyor bir de Kürdü ile. Bunu söyleyince beni de Kürt yaptılar. Barışamıyoruz; ne Türk tarihiyle barışabiliyoruz ne de İslam tarihiyle... İyi padişahları say, sana göre başka çıkıyor; bana göre başka. Ama padişahlar bizim, bir dönemin mührü. Böyle bakamıyoruz bir türlü.
HALKI TANIYINCA İMANA GELDİM!
Darbeden sonra kaçan Gürbüz Çapan’ı bir daha bulmaları epey zaman alır. Öğrenci olmasına rağmen ancak bir yıl sonra kıstırıp yakalayabilirler onu. Ve 1981’de 90 gün içeride tutulduktan sonra 2 ay da hapishanede yatmak zorunda kalır! 1983’te tıp eğitimini tamamlayıp, kurada Giresun/Dereli’yi çeker. Çapan’ın, uğruna mücadele verdiği halk hakkındaki düşünceleri de burada değişmeye başlar: “İlk imana gelmem halkımla tanışmamla başladı. Anladım neymiş halkımız. Bizim kafamızdaki halkla gerçeği başka bir şeydi.
-Ne fark ettiniz halkta?
Şimdi hiçbir haksızlığa karşı çıkmayan, tevekkül etmiş, teslim olmuş, kurnaz... Yani kurnazlıkla akıl ayrı şeylerdir. Birbirini kandırmak, yalan söylemek, riyakârlık. Hani anlatılır Türk merttir, yiğittir, aslandır falan. Yok böyle bir şey. Türk korkak, pısırık bir şeydir.
Askerliğini Trabzon’da yaptıktan sonra bu sefer Bulancak’ta görev alır. Burada ANAP’lılarla epey ‘cebelleştikten’ sonra da onlar sayesinde oradan ayrılmak durumunda kalır: “Sürekli rapor istiyorlardı, ben de vermiyordum. Karadeniz insanı çok politikaya bulaşmış. En ufak şeyde mebusa ulaşıyordu.”
-Dolayısıyla sizin siyaset yolunuzu ANAP açmış oldu!
Sürgüne gönderdiler beni. Osmanlı aydınları hani pazarlık yapıyorlarmış ya ‘Buraya gönderirseniz giderim’ şeklinde. Bizimkisi de öyle oldu. Ben sosyolojik yapısı bana daha uygundur diye Kartal’ı istedim.
HAKEMLİĞE NİYET, BAŞKANLIĞA KISMET
Çapan, Çatalca’ya gönderilir önce. Hemen ardından Büyükçekmece’ye gelir: “Habire vaka geliyor. Kafa travması, kız kaçırma, işte karakola düşüyorlar falan, gelip rapor istiyor hemşerilerim. Raporluk oluyorlar. Baktım ki bunlar Esenyurt diye bir yerden geliyor.”
1989 seçimleri yaklaştığı sırada, Esenyurt için aday olan 3-4 kişi aralarında anlaşamayınca, kendilerini uzlaştırması için Çapan’dan yardımcı olmasını isterler. Fakat yine de anlaşamayınca bu sefer Gürbüz Çapan üzerinde uzlaşmaya varılır. Ve böylece Çapan 1989, 94 ve 99 seçimlerinde olmak üzere Esenyurt’tan üç kez belediye başkanı seçilir: “Ben hep milletvekili olmayı düşünüyordum. Hanım evi terk etti seçimlerden önce. ‘Sen’ dedi ‘öyle bir adam mı olacaksın?’ Seçimde zor getirdik onu ki millete gösterecekler karısı da var bunun diye.” Belediye başkanı olduktan sonra Gürbüz Çapan’ın ismi hep şayialarla anılır.
-1988’de İstanbul’a geldiğinizde ne kadar mal varlığınız vardı?
Bir evim, bir arabam vardı. Bir de 109 bin mark kadar param vardı.
-Şu andaki mal varlığınız ne kadardır?
Şu anda 57 trilyon İş Bankası’nda, 47 trilyon bilmem nerede, E-5’in sağı-solu benim!
-Şaka da değil!
Valla sayı bilmiyorum.
KARSLILAR BENDEN BIKTI
-Ama mal varlığınız herkesin dilinde.
Şimdi buradaki hikâye şuna benziyor. İki kör köfte yiyormuş. Biri ötekine ‘Neden ikişer-üçer yiyorsun köfteleri’ diye sormuş. Öbürü de ‘Nereden biliyorsun?’ demiş. O da ‘Çünkü ben öyle yapıyorum’ demiş. Belediye başkanı iken TV’lerde de söyledim. Benim hakkımda biri çıksın desin ki “Benden şunu aldı. Soframa elini uzattı, zeytinimi aldı.” Kabul edeceğim. Kursağımızdan hiç haram bir şey geçmiş değildir. Çalıştık çabaladık, hâlâ çalışıyorum. Çok fazla malım mülküm de yok.
-Neyiniz var?
Bir dairem var. İşte kooperatif evi var. Daha tapuyu çıkartamadık. Bir şirketim var, inşaat yapıyoruz. Yoksul değilim; ama o denilen paralar bende yok.
-Yandaşlarınıza kolaylıklar, imkanlar sağladığınız…
Biz yapmışızdır, yandaşlarımıza kolaylıklar sağlamayacak mıyız yani?
-Ne kadar?
Ne kadar isterlerse o kadar (gülüyor). Elden ne gelirse yapmışız.
-Bizim suçumuz Karslı olmamak o zaman!
Son seçimde Karadenizlilerden oy aldım, iyi mi? Karslılar bana vermediler. Benden bıktılar.
-Topuğunuzdan vuruldunuz mesela…
Yine bir Karslı vurdu.
-Sebep?
Nam olacağım diye.
-Birisi vurdurttu diye ifade vermişti ama.
Yahu şimdi biz öyle şey yaptık; ama oturmuşlar bunlar, yeni kabadayı olacaklar. İşte kimi şey yapsam namım yürür diye düşünmüşler… Aldım onu sonra sorguladım kendim.
İSTANBUL’A 60 MİLYON TURİST GETİRECEKTİM
2001’de Jandarma tarafından şirketleri incelenen, kardeşleri ile birlikte gözaltına alınan Çapan, Beyaz Şahin Operasyonu çerçevesinde bir süre Kartal Cezaevi’nde de yatar. DYP Genel Başkanı iken Tansu Çiller’in bakanlık teklif ettiği Çapan’ın aklında ise hep İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vardır. Bunun için projeleri bile hazırdır: “Mesela Suriçi’ni, Galata’yı, Pera’yı toptan değiştirmek istiyorum. Eminönü’nü otel, moda merkezi, Fatih’i üniversite bölgesi, Balat’ı da dinler merkezi şeklinde düzenleyip buraya yılda 10 milyondan başlayıp 60 milyona kadar turist getirmek... Bizans’ın, Osmanlı’nın yapılarını açığa çıkarıp İstanbul’u açık müze yapmak, kafamda bunlar var. Deliyim. Zaloğlu Rüstem hikâyesi.
-Solculara yer ayırmamışınız ama projede!
Bir restorasyon işi, yani ölümü göze alma işidir bu.
Kafasında bunlar vardır fakat, partisi ile de problemlidir: “Nereden aday olacağım? Parti mi kaldı elimizde? Benim herkesle problemim var. Beni kimse anlamadı. CHP’den iki sefer üst üste attılar beni. Onur Hoca (Kumbaracıbaşı) diyor ki, birinde attılar, diğerinde de tozunu attılar.
BAYKAL’A BİAT VE CUMHURİYET ORTAKLIĞI
-Baykal’la aranızdaki mesele neydi?
Beni biata zorladı. Biat ettikten sonra niye ona edeyim ki? Ben arkadaş olmak istiyordum. Yoldaşlık hukuku içinde beraber yürüyebiliriz. Bende biat kültürü yok. Onlar da arkadaş istemiyorlar.
Gürbüz Çapan’ın bir de Cumhuriyet Gazetesi’ne ortaklığı söz konusudur. Uzanlar’ın faiz kıskacına aldığı sırada can havliyle finansal çıkış arayan Cumhuriyet, o dönemde çok ortaklı bir yapıya kavuşsa da, gazetede İlhan Selçuk dışında kimsenin sözünün geçmediği bilinmektedir.
-Cumhuriyet Gazetesi’ne ne kadar hissedarsınız?
Yüzde 10.
-Önce hisseler kardeşiniz Günay Çapan’da idi. Hisseleri ondan devraldınız. Cumhuriyet nasıl girdi gündeminize?
Cumhuriyet batıyordu. Uzanlar hacze koymuşlardı. Hacizden ben aldım matbaasını filan. Cumhuriyet kapanmasın istedim.
-Çıkmak isterseniz çıkamıyor musunuz ortaklıktan?
Çıkamazsınız.
-Niye? İlhan Selçuk bırakmaz…
Çıkmam, çıkmam.
-Yayın politikasından memnun musunuz?
Memnun değilim.
-Yönetim kurulu toplantılarına katılıyor musunuz?
Katılmıyorum. Şimdi gazete derken aklıma İlhan Selçuk geliyor. Benim ona bir laf söyleyecek hâlim de yok. Yani terbiyemiz vardır. Bu gazeteyi o yapıyor. Ben oraya yüzde 10 ortak olunca şunu da yap diyecek hâlim yok. Ben gazete yaşasın istedim. Hâlâ istiyorum.
-Aylık belli bir ödenek ayırıyor musunuz Cumhuriyet’e?
Yok hayır.
-Turgay Ciner de ortak orada.
Herkes var, kim yok ki?
İLHAN SELÇUK NE DERSE O
-Onların hisse dağılımı nasıl? Herkes 10 mu, yoksa?
Hepsine yüzde 10. İlhan Abi karar verir o işe. O ne derse biz onun şeyiyiz.
-Hani kimseye biat etme yoktu sizde?
Yaşlandık herhalde.
-Sabah’a el koydu TMSF, Ciner’i temsilen de Kenan Tekdağ var orada?
Sıkar ula, hodri meydan. Orada ben varım, oranın sahibi benim.
-Onu sormadım. Bağlantısı olmadığını biliyorum.
Sana değil bu. Yani bilen bildiğini yapsın. Hodri meydan. Yani bize bilen bildiğini esirgemesin. Her türlü muameleden geçmiş bir adamım.
-Belki satın alacağım!
Konuşalım. Olur memnun olurum.
-Çok pişmansınız galiba?
Pişman değilim. Cumhuriyet’ten pişman mı olunurmuş. En büyük cumhuriyet bizim Cumhuriyet’tir. Canımın istediğini çağırır ortak ederiz. Cumhuriyet’e sadece gönüldaşları ortak olabilir. Oraya Karamehmet de ortaktır, Aydın Doğan da, Turgay Ciner de ortaktır, ben de, Koç da ortağız.
İKTİDAR EZBER BOZAMADI
-Koç da ortak mı?
Herkes ortaktır Cumhuriyet Gazetesi’ne.
-Koç nasıl ortaktır mesela?
Bayağı ortak.
-Reklam desteği mi veriyor yoksa?
Yahu reklâm desteği veriyor bilmem ne veriyor falan. Bu ülke, beğen, beğenme, bizim cumhuriyet, hürriyeti getirdi, eşitliği getirmedi. Onun için bunları tartışıyoruz. Eşitlik olabilseydi, o demokrasi balonunu şişirebilseydik bunları konuşmayacaktık. Şimdi seninkiler diyor ki biz yaparız bunu. Yapamadılar.
-Benimkiler kim?
Müslüman tayfa. İslam uleması. Aldı partisi oyu, başbakan oldu filan. Düz duramıyor. Aslında durabilmeliydiler. Türkiye’nin ezberini bozmalıydılar. Aynı güç bende olsa ben Türkiye’nin ezberini bozarım.
-Ne yaparsınız mesela?
Bu ülkeye demokrasi getiririz kardeşim. Ben hiç kimseyi devlet eliyle zengin etmem.
Bu söyleşiyi yaptığımız zaman, kendisinin cumhurbaşkanı adayının Tayyip Erdoğan olduğunu söyleyen Çapan, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması gerektiğini de savunuyordu: “Olmazsa, bu saatten sonra gelirse ona merhaba dersem adam değilim. Her bir cumhuriyet yurttaşı her şey olabilir. Biz kimsenin kulu falan değiliz. Yani Hafız Ali’nin oğlu çoban Sülü nasıl olduysa, Tayyip de olmalıdır, olabilmelidir. Bu tartışma da ayıp bir şeydir. Doğru tartışma şudur? Sandığa razı mıyız? Sandığı niye koydunuz baba? Koyduysan sonuca uyacaksın. Ha sen saymıyorsun. Ben sayıyorum. Saydım. Yani halka saygınız varsa sandıktan çıkana razı olmak zorundasınız.
-Bu memlekette 28 Şubatlar bile oldu, biliyorsunuz.
Ona ilk karşı çıkan benim. Darbe yaptırmayacağız, yaparlarsa karşılarında duracağım. Beni karşılarında yaz. Kombassan, Petlas’ı alınca tekelci sermaye cayırdamaya başladı. O zaman milliyetlerini okuyun, yolunuzu bulursunuz yani. Ben çıktım bunu BTV’de anlattım. Sonra beni çektiler ‘Ne demek istiyorsun?’ diye.
CUMHURİYET VE CHP İLE İLGİLİ TARİHÎ BEYAN
-Çeken kim?
Ya boş ver. Ne demek istediğim açık. Bu ülke üç-beş aileye mahkûm mudur?! Bir katma değer üretseler başımı da kırsalar. Dışarıda bir markamız olsa. Şu Beko’nun dışında bir şey mi var? Onu da Allah’tan Yahudiler başa geçti de marka yaptılar. Yani biz bütün değerlerimizi toplayıp toplayıp 5 aileye hortumla basmak zorunda mıyız? Beni solcu yapan şeyler bunlar, beni hâlâ ayakta tutan bu inattır.