Exodus’un yönetmeni konuştu: En kötü şey gözümüzün önünde yaşananlara sessiz kalmak…

The Guardian gazetesinin “Türkiye’deki baskılara ayna tutuyor“ başlığı ile geniş yer verdiği Exodus filminin yönetmeni Serkan Nihat, Kronos'a konuştu.
15 Temmuz 2016'dan sonra Türkiye’deki farklı toplum kesimlerinin yaşadıkları hukuksuzluklar ve neredeyse kitleselleşen yurt dışına göç beyaz perdeye aktarıldı.

Yönetmenliğini Serkan Nihat’ın üstlendiği “Exodus” filmi, 20 Haziran’da Amazon Prime Video, Apple TV, YouTube TV, Vimeo on Demand ve Google Play Movies & TV’de seyirciyle buluştu.

EN İYİ DRAMA FİLMİ ÖDÜLÜNE LAYIK GÖRÜLDÜ
Film daha vizyona girmeden Şubat 2024’te Berlin Film Festivali’nde (Berlinale) prömiyer yaptı ve ardından Londra Bağımsız Film Festivali’nde En İyi Dram Filmi ödülünü kazandı.

The Guardian gazetesinin okuyucularına “Türkiye’deki baskılara ayna tutuyor” başlığı ile dikkati çektiği Exodus filminin yönetmeni Serkan Nihat, Kronos’a konuştu.

Nihat’a göre on binlerce insanın hapsedilmesinin ya da susturulması sebepsiz değil. Onlar “Bağırarak konuşma cesaretini gösterdikleri için” hapsediliyor, zulme maruz bırakılıyor.

Nihat, “Burjuva tarzı bir düşünceyi çevrenizin güvenliği içinde sergileyebilirsiniz, ancak gerçek sonuçları olan bir ortamda açık ve itaatsiz olmak çok daha tehlikelidir.” diye konuşuyor.

Serkan Nihat, filmini “Açgözlülüğün, yabancılaştırıcı teknolojinin ve şirketlerin sıradanlığının hâkim olduğu bir dünyada, insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatmak için sanata bakmalıyız.” diye özetliyor.

Filme konu olan dramların sadece Türkiye’ye özgü olmadığının da altını çizen Exodus’un yönetmeni, “Bence bizimki gibi filmler, sivil aktivizm olmadığı takdirde işlerin nereye varabileceğini göstermek için bir rehber olmalı. Yapabileceğimiz en kötü şey gözümüzün önünde yaşananları seyretmek.” ifadelerini kullanıyor.

Böyle bir film düşüncesi aklınıza nasıl geldi? Böyle bir hikâyeyi sinemaya uyarlama fikrinin ilham kaynağı ne idi?

Sinema ve televizyon arasında benim için her zaman bariz bir fark olmuştur. Dizilerin yayınlanmaya başlaması, erişilebilir fotoğrafçılık ve binge dizilerinin doğuşuyla birlikte televizyon ve sinema arasındaki uçurum kapanmış gibi görünse de ikisi benim için her zaman farklı olacaklar. Televizyon bir duruma odaklanır; her şey abartılı bir bilgi olabilir.

Sinema ise belirsizlik içinde yaşama özgüvenine sahiptir; seyirciyi daha çok çalıştırır ama sonra ödül olarak çok daha büyük bir kazanç elde edersiniz.

KONU, GÖRSELLE ANLATILMAK İÇİN YETERLİ KAPSAMA SAHİP
Orijinal pilot senaryoyu ilk okuduğumda bence çok net bir üç perde yapısına sahipti, ancak zihnim doğal olarak onu uzun bir forma sokmak istedi ve bence orijinal senaryoda karakterlerin harika bir temeli vardı.

Ben de bu temeli aldım ve sadece karakterlerin duygularına ve umutlarına odaklanmaya ve bireysel durumlarına veya hedeflerine daha az zaman harcamaya karar verdim.

Sinemanın ana para birimi çekimdir ve orijinal televizyon senaryosunu okuduğumda, kelimelerin çok fazla şey yaptığını hissettim ve konunun hikayeyi çarpıcı görsellerle anlatmak için yeterli kapsama sahip olduğunu biliyordum.

Sanırım senaryonun temelini aldım ve onu daha büyük bir tuval içinde anlatmaya çalıştım. İyi bir drama, insanî durumu keşfeder ve bu karakterlerin yaşadıkları, sinematik bir formatta sunulmak için tüm bileşenlere sahipti.

Film için karar verdiğinizde size olumsuz tepkilerin geleceğini düşündünüz mü? Bu tür endişeleriniz oldu mu? Bugüne kadar olumsuz bir tepki aldınız mı?

Eğer bir sanatçı olmak istiyorsanız, ancak eleştirilmekten korkuyorsanız, o zaman size verilecek en iyi tavsiye vazgeçmeniz olacaktır. Bir seyirciye bir şeyler sunduğunuzda, her defasında kendinizi eleştiriye açmış olursunuz ve gerçek şu ki gezegendeki hiç kimse benim kendime yaptığımdan daha fazla özeleştiri yapmayacaktır.

Ressam Robert Henri, “Kendinize eleştiri getiremeyeceğinizden emin olana kadar eleştiri istemeyin. İşte o zaman eleştirilmek için iyi bir durumda olacaksınız.” demiştir.

İNSANLAR ZATEN BİR KABİLEYE BAĞLILAR
İnsanları üzmekten ya da tüylerini diken diken etmekten endişe duyduğunuz bir proje yapmayı düşünüyorsanız, muhtemelen konunuzun bir cazibesi var demektir, değerli bir şey yapıyorsunuz demektir ve hepimizin aradığı şey de bu olmalı değil mi?

İyi ya da kötü, gerçek ya da yalan olsun, bazı insanların filme olumsuz tepki vereceğini biliyordum, çünkü insanlar zaten bir kabileye bağlılar ve bulundukları konumdan ayrılmayı çok zor buluyorlar.

Yapabileceğim tek şey, gündemi olmayan dürüst bir hikâye anlatmak ve diğer insanların hakkımda oluşturmak istedikleri fikirler ne olursa olsun, bu gerçeğin arkasında durabileceğim bir yalınlık aramaktı.

KENDİMİ HAKAN KARAKTERİYLE ÖZDEŞLEŞTİRDİM
Filme konu olan yaşanmış olaylardan sizi en çok etkileyen hangi olay oldu?

Kendimi her zaman Hakan karakteriyle özdeşleştirdim ve bu nedenle onun yolculuğunun bende her zaman daha fazla karşılığı olduğunu düşünüyorum.

Elbette diğer karakterler fizikî ve duygusal olarak çok daha kötü şeyler yaşamış olabilirler, ancak bence Hakan sıradan bir toplumda yaşayan ‘sıradan insanı’ temsil ediyor ve bu yüzden onun köklerinden kopuşu daha beklenmedik görünüyor.

Bence savaşın ya da kıtlığın yaşandığı yerlere bakıp bunun sonuçlarını görmek kolay, ancak bir toplumda yaşarken bir gün normal bir hayat sürerken birdenbire siz ve sizin gibi düşünen insanlar sorunlu olarak görülmeye başlandığınızda işte o zaman gerçek bir toplumsal çöküş yaşanıyor.

Film çekim süresince sizi etkileyen benzer olaylar yaşadınız mı?

İlk masa okumamızı yaptığımız ve tüm oyuncularımızın metni öylesine ağır ve kederli bir şekilde yorumladıklarını hatırlıyorum ki iç karartıcı olmanın sınırındaydı!

Masa okumasını durdurdum ve herkese filmdeki olayların yeterince dramatik olacağını söyledim. Ancak umutlu kalmaya çalışan gerçek insanlar olarak bu karakterleri rahatlatmalı ve insanlığın onu yönlendirmesine izin vermeliydik ve aniden filmin tüm tonu değişti.

HAYATIMIN EN SEVİMLİ ANLARINDAN BİRİYDİ
Karakterlerin tüm tuhaflıkları ve daha da önemlisi sevinçleri ve hayalleri çok yoğun bir hikâyenin içine nüfuz etmeyi başardı.

Tecrübesiz film yapımcılarında bazen sanat yapmak için mücadele etmeniz gerektiği hissi vardır ve korkunç durumlar hakkında bir film yaptığımız için yapımın da bazı gerçekleri veya dürüstlüğü yaratmak için bu tür gerilimleri ve zorlukları takip etmesi gerektiği eğilimi olabilirdi; ancak gerçek şu ki, yapım hayatımın en büyük en sevimli anlarından biriydi.

Kendilerini kesinlikle bu amaca adamış harika bir oyuncu kadromuz ve ekibimiz vardı ve çekimler için harika bir yaklaşım ortaya koyabildik. Bence bu sevimli yaklaşım filme de yansıyarak böylesine güzel ve gerçekçi anlar kayda geçti.

Film çekim süresince en çok nerede zorlandınız? Önünüze engeller veya başka türlü sorunlar çıktı mı, bunları nasıl aştınız?

Her proje belirli bir düzeyde sorun çıkarır ve bunların başında genellikle zaman gelir. Filmin tamamını 21 günde çektik, yani çok hızlı çalışıyorduk ve bence bu adrenalin ve bir dereceye kadar değerlendirecek zamanımızın olmaması üstesinden gelmemize yardımcı oldu.

En büyük zorluk kesinlikle İngiltere’nin Türkiye gibi görünmesini ve hissettirmesini sağlamaktı ve en çok gurur duyduğum şeylerden biri de bu. Bir film yapımcısı olarak pragmatik olmalı ve her zaman orijinal fikirlerinize bağlı kalmamalısınız çünkü bu sizin çöküşünüz olabilir.

Örneklerden biri Eren’in plaj sahnesiydi. Suyun üzerinde uzun ve hareketsiz bir Steadicam çekimi yapmak ve onu yavaşça ortaya çıkarmak istiyorduk, ancak o gün kumun çok yumuşak olduğunu ve teçhizatın ağırlığının görüntü yönetmenimiz Tom Bryan’ın yürürken batmasına sebep olduğunu fark ettik. Bu bize son sahnede çok işe yarayan belgesel tarzı bir gerçekçilik kazandırdı.

Büyük geniş çekimler ve ölçek hayal ettiğim ama setlerimiz yeterince büyük olmadığı ya da arazi gerçekçi görünmediği için dar çekim yapmak zorunda kaldığımız pek çok durum oldu ve bence kurgu bilgime güvenmek, bu sorunların üstesinden yapım aşamasında nasıl gelebileceğimi bilmemde her gün büyük bir yardımcı oldu.

Filmin ismi Hz. Musa’nın hayat hikayesinden geliyor. Sizce yıllar önce yaşanmış bir olayla bugün yaşanan benzer olaylar arasında nasıl bir bağ veya benzerlikler var?

İnsanlığın zaman çizelgesini her zaman aynı şeylerin tekrarlandığı bir hamster tekerleği olarak düşünmüşümdür ve arada sırada ateş, buğday, penisilin, yanmalı motor veya internet gibi manzaramızı değiştiren ve bizi ileriye götüren yeni bir icat ortaya çıkar. Sonuçta insanlar hâlâ büyük ölçüde aynı hamster tekerleği üzerinde aynı eylemleri tekrarlamaktadır.

İNSANLIK AÇGÖZLÜLÜĞÜ ÖDÜLLENDİRDİĞİ SÜRECE HATALAR YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Filmimizin sonunda filmin yayın süresi boyunca kaç kişinin öldüğünü gösteren bir istatistik yer alıyor ve ne yazık ki bu sayı şu anda filmi çektiğimiz zamandan çok daha yüksek. İnsanlık açgözlülüğü ve eşitsizliği ödüllendirdiği sürece binlerce yıldır yaptığımız hataları yapmaya devam edeceğiz.

Filme konu olan yaşanmış olaylara çok benzeyen çok fazla sayıda olay bugün hâlâ Türkiye’de yaşanmaya devam ediyor. Sizce Türkiye’de aradan geçen asırlara rağmen bugün benzer olayların yaşanmasının asıl sebebi ne olabilir?

Bunun sadece Türkiye’ye özgü olduğunu söyleyemem. Dünyanın neresine bakarsak bakalım, tarih boyunca yaptığımız aynı hataları tekrarlıyor gibiyiz.

Gerçekten de küresel olarak geriye gittiğimiz bir dönemde olduğumuzu hissediyorum ve kapitalizmin son evresindeyken aynı zamanda gözlerimizin önünde bir Amerikan imparatorluğunun çöküşüne şahit olmamızın bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum.

Aynı zamanda silikon vadisinin insan deneyimimize zarar verse bile nasıl yaşamamız gerektiğinin parametrelerini belirlediği teknolojik bir geçiş anında yaşıyoruz ve bence haklı olarak bir geri itme olacaktır.

Filminizin bu yaşananların hem Türkiye’de hem dünyada duyurulması, anlatılması adına nasıl bir etki oluşturacağını düşünüyorsunuz?

Bence en iyi senaryo, filmdeki olaylara bakmak ve diğer ülkelerin de aynı sorunlara sahip olduklarını fark etmeleri. Dediğim gibi bu olaylar zinciri sadece Türkiye’ye özgü değil.

EN KÖTÜSÜ GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE YAŞANANLARI İZLEMEK
Filmimizde Esra’nın ve Yaren’in polis tarafından evlerinden alındıkları sahne, ABD’de ICE ajanlarıyla birebir yaşanıyor. Bence bizimki gibi filmler, sivil aktivizm olmadığı takdirde işlerin nereye varabileceğini göstermek için bir rehber olmalı. Yapabileceğimiz en kötü şey gözümüzün önünde yaşananları izlemek.

Exodus, devamı gelecek bir film mi olacak? Veya benzer konuları da başka film uyarlamalarıyla işlemeyi düşünüyor musunuz?

Ben iyi fikirlerin dünyasında yaşıyorum. Beni besleyen ve her gün aradığım şey fikirler, dolayısıyla bu açıdan bakıldığında herhangi bir türe veya hikayeye özel olarak ilgi duymuyorum.

Popüler kültürden sanata, tarihe, spora ve yemeğe kadar her şeyden keyif alıyorum, bu nedenle bir film yapımcısı olarak belirli bir konuyla tanınmak istemem. Kendi görsel tarzıma sahip olmaktan mutluyum ama aynı konular üzerinde çalışmak beni hayal kırıklığına uğratır.

Türk sanatçıların bu konulardaki sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz? Sizce asıl etken siyasi iktidarın baskısı mı yoksa bir sanatçı duyarsızlığından bahsedilebilir mi?

Aynı fikirde değilim. Bence bu kadar çok insanın hapsedilmesinin ya da susturulmasının temel sebeplerinden biri, bağırarak konuşma cesaretini göstermiş olmalarıdır.

DÜNYANIN HER YERİNDE BU CESARETTEN BOLCA GÖRDÜM
Burjuva tarzı bir düşünceyi çevrenizin güvenliği içinde sergileyebilirsiniz, ancak gerçek sonuçları olan bir ortamda açık ve itaatsiz olmak çok daha tehlikelidir. Bazen bir sanatçı olarak çoğunluk adına konuşup konuşmadığınızı gerçekten bilmek zordur.

Tarih bize her zaman bir isyanın olacağını göstermiştir ve ben dünyanın her yerinde bu cesaretten bolca gördüm.

Birgün, Hz. Musa’nın hikayesinde olduğu gibi, sürgünlerin ardından güzel günlerin geleceğine inanıyor musunuz? Gelecek hakkındaki öngörünüz nedir?

Tarihi incelemenin bir parçası da insanlar olarak gerçek özgürlük ve ütopya anlarının çok nadir olduğunun iç karartıcı bir şekilde farkına varmaktır. Bizler sorunlu bir türüz ve son 100 bin yılın çoğunu savaşarak ve öldürerek geçirdik.

Zaman ilerledikçe ahlakî açıdan daha üstün hale geldiğimizi ve işlerin genel olarak daha iyiye gittiğini düşünmek istiyorum ama bence şu anda insan deneyimine yönelik en büyük tehdit kapitalizmin acımasız tarafı ve Makyavelist arzulara sahip olanlar için nasıl bir yuva yarattığıdır.

Bu ortamda açgözlülük ve bencilliğe sahipseniz başarılı olmak, ahlakî düşünenlere göre daha kolay. Ancak ben her zaman tek umut olarak gençlere bakıyorum ve farklı bir yaşam tarzını savunan çok sayıda genç var ve umarım itaatsizlik etmeye devam ederler.

Bu filmin manşetini siz atsaydınız, hangi başlığı kullanırdınız?

Açgözlülüğün, yabancılaştırıcı teknolojinin ve şirketlerin sıradanlığının hakim olduğu bir dünyada insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatmak için sanata bakmalıyız.
06 Temmuz 2025 15:08
DİĞER HABERLER