Vicdan, hukuk, hepsinin üstünde Allah korkusu daha doğrusu fazilet hissi semtlerine uğramamış bu insafsızların…
FİKRET KAPLAN- SAMANYOLUHABER.COM
Basmakalıp ‘‘terör’’ suçlamasıyla masum bir annenin ve günahsız iki yavrusunun hapse atılması karşısında sesini çıkaramayan insanlık yoksunu zavallılar her hadisede olduğu gibi yine delilsiz mesnetsiz Hizmet’i itham ediyorlar. Bir menfaate binaen hemen yapıştırıyorlar suçlu yaftasını: ‘Orta Asya’yı Hizmet karıştırdı!’
Bugüne kadar ülkesi adına ciddi hiçbir şey yapamamış olan ve yarınlar adına da hiçbir şey yapacak gibi görünmeyen, sadece ‘Nerede bir villa kapabilirim?’ hülyalarıyla oturup kalkan kimseler menfaatleri sebebiyle böyle konuşuyorlar. Hizmet pınarını istedikleri yöne akıtamadıklarından dolayı kıskançlık, haset ve kinle onu kurutmaya çalışıyorlar. Defalarca o ülkelere çeşitli vaadlerle “Aman bu okulları kapatın!” diye başvuruda bulundukları halde isteklerine kavuşamamışlardı. İşte bugün içlerinde biriken bu kinle, hınçla vurmaya çalışıyorlar…
Vicdan, hukuk, hepsinin üstünde Allah korkusu daha doğrusu fazilet hissi semtlerine uğramamış bu insafsızların…
Halbuki, Yüce Allah, onlara görmesi için gözler, gönüllerine tercüman olacak dil ve dudaklar vermiş. Onlara hayır ve şer yollarını göstermiş. (Beled Sûresi, 8-10)
Ama onlar bir menfaati hak ve hukuka tercih ediyorlar. Oturdukları yerden, duydukları olumsuz her hadiseyi Hizmet’e bağlıyorlar. Daha birkaç gün önce Albayrak Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Albayrak, 15 Temmuz’la ilgili Hizmet Hareketi’ni suçladıkları manşetleri ellerinde hiçbir delil olmadan, ‘hisleriyle’ attıklarını itiraf ediyordu.
Hizmet sevdalıları, günlük politika oyunlarını, kitlelerin aldatılıp iğfal edilmesini, iktidar ve menfaat mücadelelerini ve bu uğurda bütün gayrı meşruların meşru gösterilmesini asla kabul etmediler ve etmiyorlar. Onlar kimsenin kınamasına ya da suçlamasına takılıp kalmadan doğru bildikleri yolda samimiyetle, fedakarlıkla yürümeye devam ediyorlar.
Bu yiğit gönüller, aynı zamanda, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." beyanına uyarak haksızlık karşısında susmamayı da iyi biliyorlar.
Zira, haksızlığa karşı en azından pasif bile olsa bir itiraz, vicdanı olan her kalb için insani bir vecibedir. Hem de bu haksızlık sadece bir insana veya bir gruba yahut bir topluluğa değil de bir yönüyle bütün insanlığı ilgilendiren bir Hizmet’e karşı yapıldığı zaman meselenin ciddiyeti daha da artmaktadır.
İşte bu anlamda bazı hevesperest insanların Hizmet hakkında birkaç gündür yeniden başladıkları iftira kampanyalarına karşı pasif şekilde bile olsa itiraz etmeyi sadece dini vecibe değil, insani sorumluluk ve vicdani bir borç olarak görmekteyim.
70 yıllık Komünizmin çizmeleri altında zulme uğrayan o mazlum ülkelerin en zor günlerinde imdatlarına koşan bu hizmetlere gölge düşürmek insanlığa karşı yapılan en büyük cinayettir.
Nice problemler karşısında kaybolup gitmeye yüz tutmuş binlerce genci en ufak bir menfaat gözetmeden dünya bilim şampiyonları yapan, binlerce genci de hızla değişen ilim ve teknoloji yarışında başarılardan başarılara koşturan bu Hizmet’e en ufak toz kondurmak o insanlara karşı yapılmış vefasızlıktır… hainliktir.
Hizmet insanı, her rengiyle, her deseniyle, dantela gibi o ülkelerde okul açtı, ülkesi adına elçilik yaptı, ticarî münasebetler için zemin oluşturdu… Türkiye’yi tanıttırdı, ruh ve mana köklerimizden çıkan tadı onlara tattırdı.
Türkiye’nin adını, geçmişten gelen şanını, dilini ve sevgisini dünyaya tanıtan insanları sokak ağzına alınmayacak basit ve garip sözlerle suçlamak kimin haddine?
Öyle bir kin, öyle bir nefret, öyle bir iğbirâr, öyle bir haset, öyle bir intikam duygusu ki yirmi değişik yol, yirmi değişik ağızla konuşuyor konuşan…
Hayatı sadece bir menfaat dünyası olarak algılayanların, başkası için yaşamanın ne demek olduğunu anlamaları mümkün değil tabii ki…
Kaldı ki, o devletlerin istihbarat organları böylesine göz önünde ve sayıları yüzleri aşan bu eğitim kurumlarını yakından takip ederken ve bugüne kadar tek bir olumsuz hareket, niyet ve hedef tespit etmemişken bir akl-ı evvel oturduğu yerden sallıyor: ‘Hizmet yaptı Kazakistan’daki hadiseleri!’
Abe arkadaş, hiç mi utanmazsınız! Yüzünüz hiç mi kızarmaz bu kadar yalanı arka arkaya sıralarken! Mumlarınız hızlı eriyip giderken her seferinde nasıl bir suratla gezersiniz ortada!
Samimi insanların azmini, cehdini… onların insanlığa olan Hizmet aşkını anlayamamışsınız belli… Onları kendi değerleriyle, heyecanlarıyla, ufuklarıyla hiç tanıyamamışsınız. Ama size bunu tekrar tekrar anlatmaktan, göstermekten… tane tane izah etmekten bıkmayacağız… bakın Hizmet insanları Orta Asya için ne yaptı?
Mağdur ve Mazlum Milletler
1989 yılının Kasım ayında yapılan bir futbol maçı, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlar’da da Türk okullarının açılma sürecini başlattı.
Gazeteci Halit Esendir, 15 Kasım 1989’da Kırım’da oynanacak Türkiye-Rusya milli futbol takımlarının maçını izlemek üzere Kırım’a gidecekti. Esendir, 1972’de Edremit’te iken Hocaefendi’yi tanımıştı. Ege Üniversitesi Kimya Fakültesi’ni bitiren Esendir, Hocaefendi’den ilham alan vakıfların 1982’den itibaren Türkiye çapında kolejler açmasında ön planda çaba harcayan bir kişiydi.
1989 itibariyle İstanbul’da Zaman gazetesinde yöneticilik yapan Esendir, Türkiye-Rusya milli maçını izlemek üzere Gürcistan üzerinden Kırım’a yapacağı otobüs yolculuğu öncesinde İstanbul’da Hocaefendi’yi ziyaret etti. Rusya’da Gorbaçov’un öncülük ettiği çözülme başlamıştı, ama henüz bütün Türk Cumhuriyetleri Sovyetler’in bir parçasıydı ve bu cumhuriyetlerin Türkiye’yle bir irtibatları yoktu. Yeniden bu kardeş milletlerle ilişki kurulması Hocaefendi için âdeta yılların bir özlemiydi.
Halit Esendir, “Gürcistan üzerinden Kırım’a gideceğim” deyince Hocaefendi heyecanlandı. Bir gazetecinin bu ülkelerde yerinde yapacağı gözlemler, Türk insanının bu kardeş ülkeler için yapabileceği hizmetlerin tespitine yardımcı olabilirdi. Hocaefendi, Orta Asya’da uzun yıllar Sovyet rejimi altında kalan mağdur ve mazlum milletlerin dini yaşantılarını merak ediyordu.
Esendir, çıktığı bu seyahatte Hocaefendi’nin arzusu doğrultusunda Gürcistan’da ve Kırım’da halkın içine karışarak onların Türkiye’yle ilgili düşüncelerini aldı. Ortaya çıkan tablo şuydu. Bu insanlarda muazzam bir Türkiye hasreti vardı. Halkın dini değerleri 70 yıllık Sovyet rejimi altında yok olmuştu. Camilerin kapısı kilitliydi. Ama dine yapılan bütün saldırılara rağmen gönüllerde o sevgiyi yok edememişlerdi. Kırım Akmescit’te tezgâhta çerez satan yaşlı bir kadına Türkiye’den geldiğini belirtip Kur’an-ı Kerim hediye edince yaşlı kadının tepkisi şöyle olmuştu: “Sen bana Türkiye’den Kur’an getirdin ya al bu tezgâh senin olsun.” Daha da önemlisi bu kadın, hemen arkasında duran 17 yaşlarındaki kız torunu Ayşe’yi göstererek, “Sana bunun için bu torunumu bile verirdim” demişti. Adı Asiye olan bu yaşlı kadın, 19 yaşında Kırım’dan Ural dağları civarına sürülenler arasındaydı ve 45 yıl sonra Kırım’a geri gelmişti.
Halit Esendir’in döndükten sonra bu manzarayı Hocaefendi’ye anlatması onu derinden yaraladı. Hocaefendi, İstanbul’daki vaazlarında Türk insanına Orta Asya’yı işaret etti: “Gidin ve bu kardeşlerinize yardım edin.”
Hocaefendi, vaazlarında bu çağrıyı yaptığında Türk Cumhuriyetleri henüz bağımsızlıklarına kavuşmuş değildi.
‘Bu Ülkelere Gidin Okul Açın’
Fethullah Gülen Hocaefendi 19 Kasım 1989 tarihinde İstanbul Süleymaniye Camii’nde verdiği “Marifet insanı” konulu vaazda Türk halkını Orta Asya ülkelerine her türlü yardımı yapmaya, hatta bu ülkelere hicret etmeye çağırdı. Fakat, yetmiş yıl komünizmin paletleri altında ezilip preslenen bu coğrafyada iş yapmak neredeyse imkansızdı. Kaos, keşmekeşlik ve korku bütün şiddetiyle ortalığı kavuruyordu. Bundan çok muzdarip olan bir iş adamı bir gün Hocaefendi’ye gelerek şu şikâyette bulunmuştu:
“Bize ısrarla ‘Bu ülkelerde okul açın.’ diyorsunuz. Ama bu ülkelerde devlet yok, düzen yok, muhatap yok. Biz kiminle okul açacağız?”
Daha işin başında ortaya çıkan bu ümitsizliğe ve yılgınlığa üzülmüş, asla karamsarlığa düşmeyen ruh dünyasıyla şöyle cevap vermişti Hocaefendi:
“Yıkılmış, paramparça olmuş bir enkazın devleti mi olur? Orada muhatap mı olur? Gidersiniz, okulunuzu açarsınız. Ondan sonra orada devlet kurulur, muhatapları gelir. Okulunuzun yamacına geçerler, hangi kanuna, hangi tüzüğe, hangi yönetmeliğe göre çalışacağını kendileri tespit ederler. Sizin kurduğunuz okul da devam eder.”
Hocaefendi’nin bu kararlı ve ümitli duruşu Anadolu insanının heyecanını artırdı. Bozguncuların, fesat ve süfyan şebekesinin tahribatına karşı tamir yolunu tutup can siperane mücadele vermek elbette kolay olmayacaktı. Büyük bir fedakârlık gerekliydi.
Yetmiş yıllık komünizmin çizmeleri altında ezilip horlanan ve hala o kanlı sistemin kendisinden sonra da devam eden çok yönlü hastalıklarından kurtulamayan bu mazlum ülkelerde hizmet etmek elbette kolay olmayacaktı. Türkiye'nin, diğer taraftan Türk dünyasının ve tüm dünyanın huzurlu geleceğini inşa edecek niteliğe sahip ve Türk milletinin, özellikle de Anadolu insanının hayır duygusunu taşıyan bu kutsal hizmetleri yapmak için anadan da yardan da serden de geçmek gerekiyordu.
Diğer yandan, hem fedakârlık yapacak hem de matematik ve fen derslerini İngilizce anlatacak bu kadar öğretmen nasıl bulunacaktı?
Ve bu mazlum ve mağdur ülkelerde ilk Türk okullarının açılması için harekete geçildiğinde Türkiye’nin henüz bu ülkelerde büyükelçilikleri bile yoktu.
Devam edecek…
Not: Kıymetli dostlar, yazı ve kitap çalışmalarım (özellikle Asr-ı Saadet, Bediüzzaman, Hocaefendi ve Medeniyetler Çatışması ancak Hizmetle aşılabilir gibi konular) için desteklerinizi beklerim…