Guardian makalesi: Zorbalık bulaşıcı hastalık gibi yayılıyor

The Guardian Gazetesi Türkiye'de ve Dünya'da artan otoriter rejimlerle ilgili bir makale yayınladı

The Guardian Gazetesi'ndeki yazısında Nick Cohen, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu pek çok ülkenin 'zorbalığa' teslim olduğunu belirtti:

Devletler kendi vatandaşları gazetecileri öldürdükten sonra veya terörist gruplara ait komplo teori söylemlerini bahane olarak kullanmalarından sonra, 'Batı' adı verilen ve 1945-2016 yılları arasında devam eden bir ittifaktan misilleme beklemeleri tarih kitaplarına göre normal olabilirdi.

Batı’nın en büyük zayıflığı Amerika’nın gücüne olan bağımlılığıydı. Tüm bunlar Donald Trump ABD Başkanı olup tüm özgürlük karşıtı demokrasileri ve faaliyetteki diktatörlükleri en kötü amaçları doğrultusunda serbest bıraktığında karanlık bir koridora saptı.

Etkin moda rüzgarı, güçlüler kadar güçsüzleri de etkiliyor. İki taraf birbirine bakar ve neler yaparak sorun yaratmadan geçinebileceklerini düşünürler. Hitler 1934 yılında Nazi Partisi içindeki düşmanları için suikast emri verdikten sonra Stalin, Anastas Mikoyan’a sordu: “Almanya’da ne olduğunu duydun mu? Muhteşem.” Hitler’in ‘Uzun Bıçaklı Geceler’inden etkilenen Stalin ve iktidarına gerçek veya hayali tehdit oluşturan onbinlerin idamını başlattı.

Batı da buna karşılık, aralıklarla olsa da, insanlığa karşı işlenen suçların dokunulmaz olduğu sonucuna varan kör noktalar yoluyla, hükümetlerin insan haklarını ve demokrasiyi koruma zorunluluğunu müteakip Batı değerlerini korumaya devam etti.

Şu günlerde ise, Batı dünyasını yaratan ve varoluşunu garanti eden ABD, eski kuralların hiçbirinin geçerli olmadığını öğretiyor. İnanın ki dünya bunun farkında. Trump’ın bir İspanyol boğası gibi nefes alan muhaliflerinin iddiasında olduğu gibi konu, Trump’ın faşist olması değil. Faşistler dönem ortası seçimlere izin vermezler.

Gazetecileri 'halkın düşmanı' olarak betimlediği zaman, kendi çekirdek seçmenlerinin, onu bir süper kahraman olarak göstermeyen her türlü portreyi reddetmeleri için beyinlerini yıkamaya çalışıyor. Seçmenleri de mutlak gerçeklikten vazgeçebilmek için sahip oldukları tartışmasız güçten aldıkları zevki öne sürmekten ve bu yüzden asla ceza almayacak olmaktan yaşadıkları sevinci dışa vurmaktan kaçınmıyorlar.  

ABD’li gazetecilere göre yalanlar o kadar arsız ve yüzsüzce ki, meslektaşlarının hayatından endişe duyuyorlar. Ve büyük ihtimalle olacak; sağ kanat örgütlerle öne sürülen bağlantıları olan bir terörist CNN’i bombalamaya çalıştı bile. Ama hakiki diktatörlerin tersine, Trump hoşuna gitmeyen gazeteciler hakkında doğrudan tutuklama emri veremiyor. Trump hükümetinin temelindeki kötülük, kendi yapamadıklarını yapabilen rejimlere tanıdığı serbestlik.

Geçtiğimiz hafta Londra’da, yarı otokrat ülkelerden genç gazetecilerle söyleşi yapma fırsatı buldum. Konuşurken, İngiliz gazetecilerin asla 'cesur' veya 'gözü pek' olarak adlandırılmasına izin olmadığını söyledim. Biz politikacıları istediğimiz gibi eleştirebiliyoruz ve asla kapımızda polis korkusu duymuyoruz. “İngiltere, Türkiye, Macaristan veya Malta değil” dedim.

Ancak Trump’tan önce Malta bildiğimiz Malta değildi: Para aklama ve vatandaşlığın parayla satıldığı iddialarını araştıran Daphne Caruana Galizia’nın aracına yerleştirilen bir bombayla öldürüldüğü ve Maltalı solcu hükümetin tepki olarak sadece Galizia’yı ve tüm cevap bekleyenleri karalama kampanyası yürüttüğü bir Malta.

Slovakya da, Jan Kuciak’ın mafya ile ülkenin elit kesimi arasındaki bağları araştırdıktan sonra Kuciak ve Martina Kušnírová’nın suikaste kurban gitmesinden beri aynı ülke değil. Dönemin Başbakanı Robert Fico da, tıpkı Trump’ın yapacağı gibi, protestolar için sokağa dökülen vatandaşları George Soros’tan maaş alan yabancı ajanlar olmakla suçladı.

Sözde liberal batılı ülkeler yirminci yüzyıl sonlarında zirve dönemlerini yaşarken Türkiye, ülkesindeki Kürt azınlığa karşı iç savaş yürüten askeri diktatörlükle yönetilen bir NATO üyesiydi. Sahte nostaljiler için zamanımız yok.

Ama 2018 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan, başarısız darbe girişimini bahane ederek ordudan, yargıdan ve memuriyetten binlerce kişinin hapse atıldığı veya görevden alındığı Stalinvari bir tasfiye işlemi başlattı. Yüzlerce gazeteci 'terörist' olmak suçlamasıyla mahkemeye çıktı veya bir daha yeni iş bulamadı. İsmi gizli kalmak koşuluyla demeç veren bir gazeteciye göre ‘yazmak tüm hayatıydı, başka bir şey yapamazdı veya zaten yapmak da istemiyordu”. Ama şu anda bir vakum ortamında yazıyordu ve kimsenin de onun yazdıklarını basmaya cesareti yoktu.

Türkiye’nin ABD vatandaşı rahip Brunson’u hapiste tutmasını protesto etmek bir yana, Trump hükümetinin bir numaralı önceliği, dünyadaki tüm zalim liderlerden daha fazla sayıda gazeteciyi hapiste tutan bir lider olan Erdoğan’ın Kaşıkçı’nın ölümüne üzülerek Suudi Arabistan’a karşı puan kazanma isteği konusundaki çirkin tavrıdır. 

Doğu Avrupa, Suudi Arabistan, Malta veya Türkiye’de yolsuzluğa karışmış hiçbir kanun adamı artık Batı'dan korkmuyor çünkü Trump Batı’yı öldürdü. Jair Bolsonaro Brezilya’da muhalefet ile mücadele etmeye başlayınca da benzer bir durum göreceğiz.

Trump’ın dünya üzerindeki etkisi, bana göre, Amerika’ya etkisinden bile kötü.  

Birçok ülke Batı'yı özlemeyecek. Dinledikleri sebepler kusursuz olsa bile, çoğunluk ülkelerinin nasıl yönetileceğini başkalarından dinlemek istemiyor. Batının amaçları bundan her zaman çok daha büyük oldu.

Soğuk savaş başladığından beri, eski emperyalistlerin hedefi her zaman her türlü işkenceci, hırsız veya otokrat devletlere destek verirken özgürlük ve demokrasi yanlısı görünmek oldu. Trump göreve geldiğinden beri bunun neredeyse tamamı yok oldu ve batı ülkelerinin de eski değerlerine bağlı kalma şansları düşük görünüyor.

Bazıları ikiyüzlülüğün en çirkin ahlak bozukluğu olduğuna inanır. Ama yaklaşmakta olan dürüst ve çıplak dünyayı seveceklerinden emin değilim. Her tarafımızda, ahlaksızlar ve bozuklar Stalin’in Hitler’e baktığı gibi Trump’a bakıyorlar ve bağırıyorlar: 'Olağanüstü'.
05 Kasım 2018 10:06
DİĞER HABERLER