''Biz iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa hizmet-i Kur’aniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir lütf-u İlahî biliriz."
Tek parti döneminde Said Nursi mahkemeden mahkemeye sürgünden sürgüne gidiyor! Eskişehir, Kastamonu, Denizli'de tutuklu yargılanıyor ve beraat ediyor. 1949'da yine gözaltına alınıp Afyon'a getiriliyor. İsnatlar aynı:
Siyasi cemiyet kurmak
Rejime aykırı fikirler neşretmek.
Siyasi bir gaye peşinde olmak.
Afyon Ağır ceza Mahkemesinde görülen davada Nur talebelerinden Zübeyr Gündüzalp tarihi bir savunma yapar. "Gizli cemiyet kurmak, devletin emniyetini bozmakla" suçlanmaktadır. Hepsini reddeder. İddianamede, Risale-i Nurlar'ın "muzır eserler" diye bahsedilmesine şiddetli tepki gösterir:
"Bu iftirayı işiten bütün münevverlerin kalbileri sızlamış ve hatta ağlamış, dişleri gıcırdamıştır. Yirminci asır pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, isbatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. Muzır eserler olduğunun isbatını isteriz."
Bediüzzaman'a selam bile vermek suçtur! "Onun talebesi misin?" sorusuna şu cevabı verir:
"Bedîüzzaman Said Nursî gibi bir dâhînin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa iftiharla “Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.” derim."
Gündüzalp, Bediüzzaman'a yöneltilen suçlamalardan daha önce beraat kararları verildiğini belirtir savunmasında. Savcının, “Said Nursî eserleriyle üniversite gençlerini zehirlemiştir.” Sözlerine "Biz de buna mukabil deriz ki: “Eğer Risale-i Nur bir zehir ise bizim bu zehirlere tonlarla, binlerce kilo ihtiyacımız vardır. Eğer çoklukla olduğu yeri biliyorsa bize tayyarelerle sevk etsin.” diye cevap verir.
Zübeyir Gündüzalp, Dava Adamına Mektubunda ise adeta bugünün fotoğrafını çekmiştir: "Firavun kucağında büyüyen çocuk Musaları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler, konuştuğun için zindana atacaklar… Sevineceksin… Çöllere sürülsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülsen ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyen olacak yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin. Karanlık zindanlara sokarlarsa ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imkansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiği için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın. Ve buna şükredeceksin.
Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan gönül Kuran’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin. Makamlar servetler, verilse de nefsini unutmayacaksın. Yalan, iftira, çamur, fırtına tutulursan hissiyatını terk edeceksin… Önüne demirlerden sert koyarlarsa dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse iğne ile oyacaksın. "
Şu sözler de Gündüzalp'in:
Biz iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa hizmet-i Kur’aniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir lütf-u İlahî biliriz."
Ali Emir Pakkan
Twitter@AliEmirPakkan