Samanyolu Haber yazarı Zeynep Zahide, kızının dershane öğretmeni temizlikçi olarak çalışmaya başlayan kadının ağzından 'o karşılaşmayı' yazdı
Merve Hocam
Uzun bir zamandan beri ülkemizde yaşanan asayiş ve istihbarat zaafları bizi canımızdan bezdirmiş, On beş Temmuz sahte darbe teşebbüsünün ardından da stres günden güne bir çoğumuzda cinnet halini almıştı. Yeni yıla girerken eşim işyerinden beş günlük izin alarak kısa da olsa şu stresli ortamdan biraz uzaklaşmak istedik. Ders mers demeden kızıma da rapor alıp tatile gitmeye karar verdik. İşyerinden izin alarak eve erken gelen eşim; gelir gelmez talimatlar yağdırmaya başladı. ‘Şunu aldınız mı şunu koydunuz mu’ klasik tatil stresleri
Tatile gidiyorduk ama gerek tatil hazırlığı gerekse tatil dönüşü evin dağınıklığı bizim Türk tipi aile yapısında kadının stresini katlayan etkenlerdi. Tatili sorunsuz geçirirseniz ne âlâ, ‘Feda olsun katlanırız buna da’ diyor insan. Ama her zaman tatil demek dinlenmek demek değil tabi.
Üniversiteye giden oğlum ve lise son sınıfa giden kızımla beraber, öğleden sonra saat üç buçuk gibi yola koyulduk. Eşime ‘İyi ki akıllılık edip erken çıktık yola’ dedim. Şehri çıkıp otobana girdiğimizde tek akıllılık edenin biz olamadığımızı anladık. Otobanda trafik çoktan kilitlenmişti. Trafiğe yakalanmış her insan gibi biz de arabanın içinde yetkilileri ha bire eleştirmeye; ‘Ben olsaydım’ ile başlayan, yani anlayacağınız Türk tipi ifade özgürlüğümüzü kullanıyorduk. Ama hiçbirimiz, bu eleştirileri yetkili birine iletmeyiz. Onlardan biriyle karşılaştığımızda selfie çektirmekten sorunları dile getirmek aklımıza gelmez.
Beş saatlik yolu maalesef dokuz saatte kat ettikten sonra gecenin ilerleyen saatlerinde konaklayacağımız otele vardık. ‘İnsan oturduğu yerde yorulur muymuş’ demeyin. Hem öyle yoruluyor ki insan; akşama kadar kazma kürek çalışsa bu kadar olur vallahi. Odamıza geçip vurduk kafayı yattık. Yolun verdiği yorgunlukla geç saatlere kadar uyanamadık. Geç kalkmış, hakkımız olan kahvaltıyı da kaçırmıştık. Yavaş yavaş toparlandık ki; dışarı çıkıp bir yerde kahvaltı yapalım. Bu arada otel görevlileri temizlik yapmak için odaları dolaşıyor, kirlenen çarşaf ve havluları değiştiriyorlardı.
Aşağıya indik resepsiyondaki görevliye kahvaltı yapacağımız nezih bir mekân sorduk. Sağ olsun tarif etti. Gittik kahvaltımızı yaptık. Kahvaltıyı yaparken benim hâlâ yorgunluğum geçmemiş hafif bir baş ağrım vardı. Belki de çok yatmaktandı. Uykuya değil ama istirahate ihtiyacım vardı. Kahvaltı bittikten sonra eşim ve çocuklar otelin bahçesinde oturmaya karar verdiler. Ben de biraz istirahat etmek için odama çıktım.
Odama girdiğimde tuvaletleri temizleyen ama bu işler için hiç de uygun olmadığını düşündüğüm her haliyle asaleti ayan beyan görülen güzel bir bayanla karşılaştım. ‘Merhaba. Kolay gelsin’ dedim. ‘Teşekkür ederim sağ olun’ dedi; ben de bu bayana karşı bir alâka hasıl oldu. Çok uzun zaman önce okuduğum bir kitapta ‘İnsanın üç şeyi değişmezmiş. Bakışı, yürüyüşü ve sesi’ evet bu bayanın sesi ve yüzünü bir yerden hatırlıyordum ama nereden. Döndüm ismini sordum. ‘Merve’ dedi.
-Merve Hanım benim gözüm sizi bir yerden ısırıyor ama nereden? Sanki sizi çok iyi tanıyorum ben.
-Sanmam. Dedi gözlerini kaçırarak.
-İnsanlar bazen birbirine benzeyebilir hanım efendi.
-Ama sizin sadece yüzünüzü değil sesinizi de benzetiyorum ben.
Bu bayanın; sanki kendini gizleyip, bir an evvel işini bitirip gitmek ister gibi bir hali vardı.
-Siz İstanbul’da bulundunuz mu hiç?
Duymamasızlıktan geldi. Ben sözümü kendisine yaklaşıp bir daha sorunca; evet dedi. Evet derken de göz göze geldik. Evet bu O idi.
‘Aman Allah’ım! Senin ne işin var burada’ demekten kendimi alamadım.
Gözlerini kaçırdı. ‘Kader’ dedi.
- Hocam nasıl bir kader bu? Evet ben sizin dershanenizin kapandığını biliyordum ama. Bu durumu kabullenemedim.
- Kabullenemeyecek bir durum yok. Beterin beteri var.
- Beter olan ne? Senin nasıl bir meslek aşkıyla öğretmenlik yaptığını ben biliyorum hocam. Gel ne olur otur iki dakika da konuşalım.
- Oturamam. Çalışıyorum. Zaten rica minnet işe girdik bir de ekmeğimizden olmayalım.
- O zaman ben de seninle çalışayım çalışırken de konuşmuş oluruz.
- Olmaz Hanımefendi. Lütfen hem konuşacak ne var ki
- Ne yok ki hocam. Seni bırakmam. Akşama kadar çalışmak da olsa seninle dertleşeceğim bugün.
- Ne olur boş verin beni. Tatilinizin keyfini çıkarın.
- Olmaaz elimden kurtuluş yok. Hem oğlum Volkan’la kızım Vildan da burada.
- Çok üzüldüm.
- Neden?
- Beni bu halde görmelerini istemem.
- Hâline ne olmuş hocam. Sebep olanlar utansın sen değil.
- ‘Utanma yani ‘Ar’ imandandır’ der Peygamber efendimiz. (SAV) İman sahibi hiçbir insan bize ve yüz binlerce insana bunu reva görebilir mi?
Konuştukça açılıyordu Merve hocam. O matematik öğretmeni olmasına rağmen dini bilgilere de mükemmel derece vâkıf insandı. Sadece dini bilgilere vâkıf değil aynı zamanda mükemmel bir pedagogdu. Kendini mükemmel yetiştirmişti ki kendisine emanet edilen genç nesilleri geleceğe mükemmel şekilde hazırlasın.
Bende ne baş ağrısı ne yorgunluk kalmıştı. Merve hocamla harıl harıl çalışıyor dertleşmeye devam ediyorduk.
-Salim Bey nerelerde?
Sustu gözlerine baktığımda yağmur yüklü bulutlar gibiydi. Kendini tutamayıp gözyaşlarını salıverdi usulca yanaklarına. ‘Hapiste’ dedi kekeleyerek.
-Neden?
-Terör örgütü üyeliğinden
-Hangi terör örgütü
-Hizmet hareketine uydurdukları malum örgüt işte.
Allah’ım bu nasıl bir insanlık ki; bütün derdi gayesi vatana millete hayırlı nesiller yetiştirmeye çalışan, onlarca yıl göz önünde olan, bu hareketten herhangi bir insanın sokakta biriyle tartıştığı, kavga niyetiyle kimseye el kaldırmadığı bilinmesine rağmen; bu yaftayı nasıl yapıştırırlar ve bunlara bu iftirayı atanlara bu halk nasıl inanır şaşıyorum, şaşıyorum…
-Hangi hapishanede?
-İstanbul’da
-Ne! Hocam bu nasıl iş? Siz burada eşiniz orada?
-Dershanemiz kapandıktan sonra eşim pazarcılık yapmaya başladı. Derken malum şu darbe midir tiyatro mudur, hadise oldu. Eşimi içeri aldılar. Malum kiradayız. Ödeyecek durumumuz yok. Biz de buraya annemlerin yanına gelmek zorunda kaldık. Ayda bir patron izin verirse ziyaretine gidiyoruz. O da bazen görüşemeden geliyoruz.
-Neden?
-Ne bileyim türlü türlü bahane. Yok ziyaret günü değişmiş. Yok disiplin cezası almışmış. Klasik bahaneler işte.
-Peki kazancın geçinmeye yetiyor mu?
-Aslında patron normal ücretimi verse yeter de…
-Nasıl yâni! Ücretini tam vermiyor mu?
-Boş ver ablam ya…
-Nasıl boş vereyim hocam.
-İtiraz edemiyoruz. Adam işine gelirse diyor. Bir de daha minnet istiyor. Aslında benim burada çalışmam onları sıkıntıya sokuyormuş. Birilerinin haberi olursa ihbar ederler hükümet de gelir otelini kapatırmış. Öyle söylüyor. Yalan da değil hani…
-Biz Merve hocayla konuşurken saatin nasıl geçtiğini fark etmemişiz. Eşim kızıma ‘Git annene bak bakalım ne yapıyor’ diye odaya göndermiş. Koridorda elimde temizlik bezi beni gören kızım şok oldu.
-Annee! Bu ne hal?
-Ne yapayım istekleriniz bitmiyor. Para yetiremiyoruz ben de tatil benim neyime biraz çalışıp para kazanayım diye burada işe girdim. Diye espri yaptım. Kızım daha büyük şoku dershane öğretmenini görünce yaşadı.
-Kızım şaşkın şaşkın hocasına ve bana bakarken Merve Hoca kendini tutamayıp gözyaşları içinde kızım Vildan’a sarıldı. Baktım ki kızım da hocasıyla beraber ağlıyor. Merve Hoca artık bu durumdan oldukça etkilenmiş iş yapamaz hâle gelmişti. Rica etti.
- Ne olur beni yalnız bırakın da bir de işimden olmayayım şimdi biri görür. Gider patrona rapor eder durumu. Sonrası malum. Zaten işsizlik had safhada. Bir de rızkımıza vesile işimizden olmayalım.
İstemeye istemeye ayrıldık Merve Hoca’dan. Kızıma söyledim ‘
-Kızım babanla abine bir şey söyleme annem daha dinlenememiş de. Ben odama geçiyorum.
-Anne babamla abim beni bu halde görürlerse meraklanıp endişeyle dünyanın sorusunu sorarlar. En iyisi telefon edip, ben de biraz uzanacağımı söyleyeyim.
-Sen bilirsin kızım.
Odama geçip, şu son süreçte yaşananları düşününce; zulme karşı ne kadar sesiz kaldığımızı anladım. Oysa haykırmalı değil miydik haksızlık karşısında. Zâlim sessiz yığınlardan cesaret alarak yapar zulmü. Kendi kendime ‘Sebep biziz’ dedim. Bizim; istikrar bozulmasın diye uydurduğumuz bahaneler yüzünden yüzbinlerce insan mağdur oldu ve şimdi istikrar da gitti. Sadece istikrar gitmedi; huzurumuz da gitti. Ve uzun bir süre de huzur ve emniyetin sağlanacağına da kani değilim. Peygamberimiz (SAV) bir Hadis-i Şeriflerinde ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ diyordu. Şeytan ise küfrün müsebbibiydi. Bunu ilk defa idrak ediyordum. Düşündüm ‘Allah’ım biz nasıl bir günaha batmışız’
Ağla ey gözlerim bende her günah
Aldığım nefesler çıksın her gün aah
Ah edip ağlamalı. Belki Rahmanın merhametini celb eder de ah u eninlerimiz ülkemize yeniden huzur gelir…
Zeynep ZAHİDE