Hizmet Gönüllülerinin süreç ile imtihanı...

Allah, Hizmet’i ve Hizmet arkadaşlarımızı “baş aşağı götürecek” olan hata ve “cinayet”lerden muhafaza buyursun!

 Veysel Ayhan - TR724.COM

-Çektikleri mihnetlerle amudi olarak velayet yollarına sülûk eden mazlum ve mağdurlar bu yazının konusu dışındadır-

  
Hz. Bediüzzaman 15-16 yaşlarındadır. Siirt’te medresede bir yandan ders alırken diğer yandan kendinden büyük mollalara ders vermektedir.

Tartışılmaz zekâsı ve ilmi seviyesi diğer mollaların kıskançlığını celbeder. Çekemezler. Atacak iftira, uyduracak yalan ararlar. Bir sabah, ‘Molla Said’ sabah namazında medresenin mescidine gelmez. Ve hemen ‘Molla Said namaz kılmıyor’ yalanını uydurur, yayarlar. Vakit ikindiyi bulduğunda fitne yeterince yayılmıştır. ‘Molla Said’ bunlardan habersiz dereden ikindi için abdest almaktadır ki bir arkadaşı yaklaşır,

“Seyda, sen abdest mi alıyorsun, senin için namazı bıraktı diyorlar.” der.

‘Molla Said’ bunu duyunca ürperir ama tepki vermez, düşünceye dalar. Gece ders tekrarı yaparken yorgunluktan bir ara başını rahleye dayamış, uyuyakalmıştır. Sabah namazı vaktinin çıkmasına az kala uyanmış hemen abdest alıp namazı odasında kılmıştır. Bunları düşündükten sonra başını kaldırır medrese arkadaşına şunu der:

“Evet, temelsiz bir şey, insanlar içinde çabuk yayılmaz. Hata bendedir. Onun için iki cezaya uğradım: Birisi Allah’ın itabı, diğeri insanların kınaması. Bunun esas sebebi ise geceleyin adet edindiğim vird-i şerifi okumadan uyuyakalmış olmamdır. İşte insanların ruhu buna temas etmişse de, tamamını kavrayamayıp namazı bırakmakla beni itham etmişler.”

Bu, 15-16 yaşında bir insan için emsalsiz bir seviyedir. Belki okumadığı o evradını sabah okuyacaktı ama Allah, milyonlarca insanın imanına vesile edeceği bu müstesna ruh için tavizsiz bir hayatı takdir buyurmuştu. Daha o yaşta gece ibadeti ve evrad-ı ezkar Bediüzzaman’ın hayatında en önemli esası ve vazgeçilmez bir rüknü olmuştu.

Konumuz bu değil. Konumuz Bediüzzaman’ın o anki tavrı.

Bu, her şeyden önce bir mümin refleksi. Önce ‘itham’ın kaderi bir yönü var mı ona bakma, sonra muhasebe yapma…

‘Molla Said’, itham edenleri muhatap almıyor. Kafayı onlara takmıyor. “Vay yalancılar, vay şunlar vay bunlar…” demiyor.

Her türlü durumda önce nefsini tevbih edip ırgalıyor.



İFTİRALAR KARŞISINDA MÜ’MİN REFLEKSİ

Temelde kaba bir tasnifle 2 tür insan vardır.

1- Ne olursa olsun yapılan suçlamaları kabul etmeyen, direkt reddeden, asla hata yapmayan, özür dilemeyen ve her türlü kusurdan müberra olanlar(!) Her hata ve kusur ithamında zeytinyağı gibi üste çıkanlar, her suç için zihninde ‘otomatik zanlı listesi’ hazır olanlar.

2- Her ne olursa olsun suçlamaları peşin hükümsüz olarak değerlendiren, nefsini acımasız bir savcı gibi sorgulayan hatalarıyla yüzleşebilenler. Gerektiğinde komplekssizce özür dileyenler.

Yapılan her türlü itham, yalan ve iftira bizi önce muhasebeye sevk etmeli.

Bir hadis-i şerifte, “Allah, ayağına batan bir diken veya başına gelen daha büyük bir sıkıntıdan dolayı Müslüman’ın günahlarını bağışlar.” buyruluyor. Bu, tamam. Kâinatta tesadüf yoktur. Mü’min her hadiseyi tevil edip ondan Hakk’ın muradını ve mesajını anlamaya çalışır. Kendi çözemiyorsa şûra’ya veya istişareye sunar. ‘Başıma/başımıza bu geldi, acaba nerde yanlış yaptık?’ demeli.

‘OKU’MAYI SÖKMEK…

Diyelim ki yalana çok hassasım. Ama biri bana ‘yalancı’ diyor. Düşünmeliyim: ‘acaba ben geçenlerde şakadan veya ‘beyaz’ bir yalan söyledim, bu onun faturası mı?’

Yoksa ‘maslahat için kizbe tevessül ettim’ ondan mı?’

Biri bana ‘müfteri’ diyor. Ki bu açık bir iftira.

Demeliyim ki: ‘Acaba zihnimde bazı yanlış zanlar mı barındırıyorum?’ ‘Acaba ben nefsime yapılan iftiralara öfkeleniyorum ama Hizmet’e yapılan iftiralara karşı duyarsızım da bu, o hissizliğimin faturası mı?’ ‘Yoksa zihnimde bazı müminleri su-i zan ile aşağıda gördüm, ademe mahkûm ettim ve kibre girdim de ondan mı?’

Biri ‘Himmet’ime laf etti. Ama ben namusumdan öte ona hassasiyet gösteriyorum. ‘Cüzdanımdaki kendi parama himmet parasını temas ettirmiyorum’

E o zaman?.. Acaba bir yerde?

‘Allah’a ait olan bu şeye gerektiği kadar titiz davranmama söz konusu mu?’

‘A fakirine verilmek için aldığımı yanlışlıkla B fakirine mi verdim?’

‘Bir yerde az da olsa israfa mı kaçtım?’

Veya emanete riayette kusur mu yaptım?

Koyun hissesi diye bana verilenle sığır hissesi mi aldım? Liste ile bana verilen emanetlere bir bakıma hıyanet mi ettim?

Veya,

‘Acaba ne yaptım, acaba neyi atladım?’

‘Farkına varmadan eşime, çocuklarıma veya mesai arkadaşlarına veya başka birine zulüm mü ettim?’

‘Birini mi kırdım, kul hakkına mı girdim?’ demeliyim.

Tüm bunları kara kara düşünmeli, deli gibi araştırmalıyım.

Müfterilerin ve yalancıların canı cehenneme.

Allah’ı kaybetme onlara bela olarak kâfi. Beni ilgilendirmez.

Ben kendi hassasiyetlerimi sürekli sorgulamalıyım.

ZİHNİ ARAYIŞ DUASI

Zaten bu zihni arayışım, yanlışımı fark etmem için reddedilmeyecek bir dua olacaktır.

Çoban, koyunu ikaz için şuursuz bir taş atar. Koyun kalkıp ‘Bu taş nerden geldi? Güzel güzel otluyorum burada, lanet olsun bu taşa…’ gibi şeyler derse mesajı anlamamış olur. Mesaj şunları ima ediyor olabilir: ‘Dikkat et yanlış bitkileri yiyorsun veya haram meraya tecavüz ediyorsun veya akşam old dönüyoruz.’

İnsan koyun değil, esbaba takılmamalı. Allah’ın daha sonra intikamını alacağı ‘kılıçları’, yani  ‘zalimleri’i muhatap almamalı. Zulüm cephesine toz zerresi kadar güç veya değer atfetmemeli.

Yani ‘taş veya kılıç’la cedelleşme komikliğine düşmemeli.

SON UYARI

Bir mümine İlahi mesaj taşımayan hiçbir musibet ulaşmaz. Mümin aklıyla hadiselerden mesajları süzebilen insandır. ‘İkra’ (oku) ayetinin, ‘hadiseleri oku’ anlamını göz ardı etmemeliyim. Kontrol kalemini elime almalı nefsi ve içtimai bünyemde ‘taş’ isabet eden her uzvumu bir bir denetlemeliyim. O İlahi ‘mesajları’ nimet bilip gözyaşlarıyla bireysel ve kurumsal olarak istiğfar etmeli; kafamıza inen taşlara, vücudumuzu yaralayan kılıç darbelerine ‘ah of… demek, şikâyet etmek, ne zaman bitecek’ demek körlüğüne düşmemeliyim.

‘Nasıl düşünmek lazım’ sorusunun cevabı ‘Kırık Testi’ müellifinde:

“Acaba ben huzur-u kibriyaya yakışmayan ne gibi bir halt karıştırdım ki böyle bir sıkıntıya maruz kaldım? Çünkü kâinattaki hiçbir hadisede rastlantı yoktur. Dikkatli bir nazarla hayat süzüldüğünde görülecektir ki, esasında çok küçük musibetler bile birer ikazdır ve her hadisenin bir sinyal yanı vardır. İnsan o ikazı anlayabilir, Allah’a teveccüh eder ve o belaya kefaret olabilecek bir hayır ortaya koyarsa, bunlar, Allah’ın inayetiyle daha büyük kaza ve belaların def edilmesine vesile olur.”

Ve son ikaz:

“Müteyakkız insan, çok küçük bir hata ve arızanın bile kendisiyle beraber nicelerini baş aşağı götüreceğinin farkında olan bir pilot gibi görür kendisini. Görür de baş aşağı yere çakılmaya sebebiyet vermemek için sürekli teyakkuz hâlinde bulunur.”

Allah, Hizmet’i ve Hizmet arkadaşlarımızı “baş aşağı götürecek” olan hata ve “cinayet”lerden muhafaza buyursun! (13 Eylül 2015)

14 Aralık 2018 11:58
DİĞER HABERLER