'Kimsenin umurunda değiliz, dışarıda bir virgül kadar mevzu bahsimiz yapılmıyor'

''Ben cuma namazlarını kılmıyordum bir de Özkan kılmıyordu. Özkan'ı cuma namazına giderken camii kapısından polisler almış, ben de esir olduğumu düşünüyor ve bu yüzden cuma kılmayarak, Rabbime halimi arz ederek bir nevi 'ben esirim ve halimi sana arz ediyorum Rabbim' mealinde, bunun dua hükmünde olabileceğini düşünüyordum.''

Ali Turna* | Samanyoluhaber.com
Bir Teröristin Günlüğü

Bir terörist olarak tutuklanmıştık. Ne kadar da bu sıfata çok uzak bir yaşantımız olsa da kendi aramızda şakasına alışmıştık. Bu bölümde terörist olarak bir günümüzü nasıl yaşadığımızı neler yaptığımızı anlatmaya çalışacağım. Öncelikle belirtmem gerekir ki bu yazdığım yaşantı sadece bizim koğuş için geçerli. Diğer koğuşlarda kalan arkadaşlar farklı sistemlerde kurabiliyorlar ama farklılıklar sadece saat değişikliği gibi ufak tefek farklılıklar, genel hatlarıyla bizim koğuşlarındaki yaşam aynı.

Sabah kalkıyoruz bazı arkadaşlar molotof kokteyl hazırlıyor, bazısı duvarlara slogan falan yazıyor, kavgalar başlıyor, biri diğerine bıçak çekiyor desem tabiî ki de inanmayın bizim terör örgütü diğerlerinden çok farklı. Bizimkisine bir isim takacak olursak belki NFK’nın merhamet çetesi veya mazlumlar diyarı veya türevleri olabilir.

Yedikule hastanesine giderken yanıma bir adli suçluyu verdiler, beraber gittik. Yolda konuşurken koğuşlarındaki sistemi sordum. Her yerde sigara içiyorlarmış, yardımlaşma olmazmış, kahvaltı yokmuş. Sadece bir kişi ortacı oluyormuş, tüm işleri o şahıs yapıyormuş. Daha önce ortalığı karıştırmak için adli suçlularla F... tutuklularını karıştırmışlar. Ama ortalık karışacağına adliler namaza başlamış. Hatta adliler halı sahaya çıkarken diğerlerinin çıkmamasına başkaldırmış falan. Bakmışlar ki kavga gürültü yok tam tersine adliler namaza falan başlayınca gene ayırmışlar. Yanımdaki adli suçlu “Allah razı olsun Kur’an okumayı öğrettiler bana“ dedi.

Aslında koğuşta yaşadığımız dünün tekrarı. Her gün aynı günü yaşıyoruz. Ama görüş günü, telefon günü gibi bazı durumlar farklı kılıyor günü. Bu yüzden haftanın yedi gününü farklı yazmak gerekiyor. Şunu net belirtmeliyim ki haftaların hepsi aynı ve zaman çok hızlı geçiyor. Yaz-kış biraz farklılaştırıyor. Günlerin uzun-kısa olması soğuk- sıcak faktörü yazı kıştan ayırıyor. Yazın genellikle avluda geçen hayatımız kışın salonda geçiyor.

Pazartesi: Bir gün önce oruç tutacakların listesi yapılıyor.12 kişiyi geçmişse nöbetçi gece kalkıp sahur hazırlıyor ki genelde pazartesi perşembe orucunu koğuşun yarısına yakını tutuyor. Oruç tutacaklar sahura kalkıp peynir, zeytin, domates, pekmez ile sahurunu yapıp gece namazını kılıp kimi yatıyor, kimi eline Kur’an alıp sabah namazını bekliyor. Bu arada nöbetçi bulaşıkları yıkayıp ortalığı temizliyor. Sabah kışın 5, yazın 7 gibi bir arkadaş tek  tek  herkesi namaza kaldırıyor. Kimisi ilk seferde kimisi üçüncü seferde uyanabiliyor. Zor ve sabır isteyen bu uyandırma görevini sabırlı İbrahim üstlenmişti. Hakkı zor ödenir. Sabah namazı cemaatle kılınıyor. Mescid 40 kişi almadığı için genelde 2 cemaat yapıyoruz ve uyuşuk olan  ben  genelde 2. cemaate yetişiyorum. Peşinden yapılan uzun namaz tesbihatı güneşin ilk ışıklarıyla farklı bir mistik atmosfer oluşturuyor. Abdest aldığımız suyun buz gibi olması yetmiyormuş gibi mescidin betonundan da  bir posta  soğuk  yiyoruz  kahvaltıdan önce. Ve anons geliyor,    “Tüm tutuklu ve hükümlülerin dikkatine, sayım için hizaya geçilsin.” Nöbetçi bir saat öncesinden kahvaltıyı hazırlama başlıyor. İki nöbetçi bir saatte ancak hazırlayabiliyor 40 kişiye kahvaltıyı. Sen misin evde eşine bir kere bile kahvaltı hazırlamayan yardımcı olmayan? Allah böyle 40 kişiye kahvaltı hazırlattırıyor. Kader diyoruz.

Sabah 8’de  masalara  geçiyoruz. Toplam dokuz masamız var, kimi masalar beşer kişilik. Her gelen Aksel markalı semaverden çayını alıp masasına geçiyor. Herkes standart kahvaltısını yapıp masasını temizliyor. Bir nevi nöbetçiye yardım etme olayı. Şu an kış olduğu için dışarısı hâlâ tam aydınlanmamış. Kimi yatağına geri dönüyor, kimi spora başlıyor, kimi Kur’an okuyor. Saat 11’e  kadar sessizlik saati devam ettiği için yüksek sesle konuşmak yasak. TV’nin sesi minimumda, ancak 3 -5 metreye kadar ses gidiyor. Öğlene kadar herkes münferit hareket ediyor. Nöbetçi  bulaşıkları  yıkarken  gazeteler geliyor. Salonda Kur’an okuyanlar, avluda soğuğa inat spor, yürüyüş yapanlar, sıcak su gelmişse duş alanlar ki  kışın sıcak su vermiyorlar.  Sadece gece 1  ile 3 arası sıcak su veriyorlar. Yazın da soğuk suların kesintisi çok oluyor. Yönetime çok suç bulamıyoruz. 7 kişilik koğuşta 40 kişi kalınıyorsa bu demektir ki cezaevi  6  kat fazla yoğunlukla çalışıyor. Alt yapı bu kadar kalabalığa göre yapılmamış ki.

Pazartesi günü görüş günü olduğu için bizim için çok farklı bir gün. Saat 11 gibi görüşe gideceğiz, bu yüzden o gün  kahvaltıdan sonra pek  uyuyan olmuyor.  Hazırlıklar başlıyor.  En güzel kıyafetler giyiliyor. Saçlar taranıyor. Tıraş olmaya çalışanlar aynanın karşısında sıraya giriyor. Bayramlık kıyafetlerimizi giydikten sonra kapıda bekliyoruz. Gardiyanlar  geliyor  ve  ziyaretçisi  gelenleri alıp götürüyor.  Bir saatlik görüşme sonrası koğuşumuza geri dönüyoruz ama kalplerimiz, yüreklerimiz görüş salonunda kalıyor.  Çay eşliğinde kendimize geliyoruz. Mahkûm kıyafetlerimizi tekrar giyiyoruz. Yani pantolon, gömlekler çıkıyor yerine eşofman, tshirt gibi rahat kıyafetler giyiliyor. Avluda çaylı sigaralı görüşten gelen haberlerin  kritiğini  yapmaya  başlıyoruz.  Bir  nevi  açık oturum. Saat birde öğlen yemeğine başlıyoruz. Kahvaltıyı sadece kendi paramızla alıyoruz. Öğlen ve akşam yemeklerini devlet ısmarlıyor.  

Yemekler  genellikle  bir kepçe çorba yanında pilav, barbunya, makarna, fasulye, misket köfte (kimse yemiyor plastik gibi), ıspanak benzeri yemeklerden biri sadece. Yemek sonrası nöbetçinin hazırladığı çayı yudumlarken Selim abinin sesi, “Namaza 10  dakika.”  Nöbetçi  bulaşıkları  yıkarken  cemaatle  öğle namazı kılınıyor. Namaz esnasında koğuşta sıfır sessizlik. İkinci cemaat de kıldıktan sonra tesbihat yapılıyor. Namaz sonrası kimi grup matematik, kimi İngilizce, kimi tefsir gibi  derslere  başlıyor. Kimisi de avluda  yürüyor. Gece hayatını yoğun yaşayan arkadaşlar öğlen uykusuna dalıyor. Saat 4 gibi voleybol saati ve ayak topu  başlıyor, iki saat kadar hep beraber oynuyoruz. Yazın rağbet gören toplu  oyuna  kışın  kimse  bakmıyor  bile,  benim  gibi  3-5 deli  sadece  devamlı  oynadık.  Kışın  yağmurun  altında bile avluda ayak topunu oynuyorduk. Ve avlu kapanıyor. Sekizde açılan avlumuz kışın 5 gibi, yazın 7 gibi kapanıyor. Her  avlu  kapanması  bize  ayrı  bir  mahpusluk  yaşatıyor. Bir şeylerin kısıtlanması, mahrum bırakılmak bizi hapis yattığımıza ikna ediyor. Salata nöbetçileri manavdan sipariş geçtiğimiz sebzelerle salata yapıyorlar. 
Öğleden sonra gelen akşam yemeğini nöbetçi semaverde ısıtmaya çalışıyor. Abdestler alınıyor akşam namazı tesbihatlı kılınıyor  ve akşam yemeğine geçiliyor. İkindi namazını yazmadım sadece ikindi namazı toplu kılınmıyor. Dersler voleybol  vb. dolayı işini  bitiren yine cemaatle ikindi namazını kılıyor. Akşam yemeği yenirken TV’ de haberler açılıyor. Ve 8 gibi sayım anonsunun ardından gardiyanlar geliyor  ve  Allah  kurtarsın  deyip  gidiyorlar.  Akşam  ile yatsı  arası  varsa  güzel  bir  film  izleniyor  kimisi  serbest takılıyor. Satranç oynayanlar çekirdek yiyenler, odalarında muhabbet  edenler  ve  yatsı  namazı  vakti. 

Sıfır  sessizlik eşliğinde yatsı namazı cemaatle kılınıyor, peşinden hacet namazı  ve  tesbihat. Saat 11’e kadar çay, satranç, kitap, Kur’an gibi meşgalelerle geçiriyoruz. Saat 11 dua saati. Her gece  mutlaka dua saati yaparız. Yarım saat  kadar süren dua saatimizde  Yasinler, Fetih suresi, Hucurat, Cevşen, Sekine  duası  gibi farklı dualar, sureler ve salavatlar dağıtılır. Ve bir arkadaş duaya başlar, o yalvarır Allah’a, biz amin deriz. Dualarımız hiç şahsi olmadı. Her duamızda milletimiz  vardı,  Müslümanlar  vardı,  devletimiz  vardı. Sonra  semaverde  kaynatılan sütler içilir. Kimi yatağına gider, kimi salonda oturur. 
Gece hayatı yaşayanların vakti başlar aynı zamanda.

Bir pazartesi böyle geçiyor. Genelde pazartesi günleri görüşten dolayı duyguların yoğun yaşandığı bir gün olarak geçiyor. Kiminin dört gözle beklediği eşi, çocuğu gelmiyor ve acaba ne oldu düşüncesiyle dalıp gidiyor gün boyu. Kimi kötü bir haber alıyor, çekiliyor köşesine, acısını yaşıyor ve bir şey yapamamanın çaresizliğinde yüzüyor. Kimisi özlediği çocuğunu görmenin mutluluğunu diğerleriyle paylaşıyor, yüzünde bir bayram mutluluğu. Burası çok farklı bir dünya, aynı anda ölüm acısı yaşanırken düğün mutluluğunun da yaşandığı bir yer ve herkes birbirine saygılı. Kaçacak, yalnızlığımızı yaşayabileceğimiz bir köşemiz yok. Bazen duygu çatışmasından kıvılcımlar çıksa da hemen söndürülüyor. 40 insan, 40 farklı duygu, 40 farklı dert, 40 farklı mutluluk ve değişken duygular. 
Görüş sonrası sorulan sorular:

-Var mı bir haber, af, tasarı nedir dışardaki durum? Elcevap: Kimsenin  umurunda değiliz maalesef. Dışarıda ailemiz dışında bir virgül kadar mevzu bahsimiz yapılmıyor. Cevaplar hep aynı da olsa sorulur bu sorular. Bir ümit bir güzel haber alabilme ihtimali hiç eksilmedi içimizden. Sebepler dairesinde zorluyoruz ve hayırlısı olsun deyip çekiliyoruz köşemize. Pazartesi haftanın başlangıç günü olsa da bizim için bir anlam ifade etmiyor.

Yok diğer günlerden bir farkı. Sadece görüş günü. Ayda bir açık görüşümüz oluyor. O gün çok farklı yaşanıyor. Arada avukat görüşü veya yemek harici kapımız hiç çalmıyor.

Salı günü pazartesi günümüzden pek farklı değil. Namaz, yemek, Kur’an, kitap, spor vb. Salı gününün tek özelliği manav günü olmasıdır. Nöbetçiler ekstradan buzdolabını temizliyor ve bir hafta önce yazdığımız manav siparişimiz geliyor. İsim isim çağrılıp mazgaldan meyve, sebzelerimiz veriliyor. Her hafta bir kişi yatakhaneden ortağa sebze yazıyor. 7 yatakhanemiz var, altışar kişi kalıyoruz odada. Altı haftada bir ortağa sebze sırası geliyor. Manav harici diğer günlerden farklı bir şey yaşanmıyor.

Çarşamba biraz daha yoğun geçiyor. O gün hem kantin günümüz  hem de telefon günümüz. Salı akşamı yazdığımız kantin siparişlerimiz çarşamba gün içerisinde mazgaldan veriliyor. Haftalık harcama limitimiz 500 TL oldu. Manav, kantin, mektup, çamaşır yıkama dâhil. Gerçi ne yazarsak yazalım hep kantinimiz eksik geliyor. Uzun kollu atlet 6 aydır gelmiyor mesela. İki haftadır süt yok, kulaklık karaborsa gibi. Genelde kantinden alınanlar aynı çerez, sigara, peynir, temizlik malzemesi, bisküvi çeşitleri.   
Bize verdiği duygu ise özgürlük. Aldığımız paketli ürünler bize dışarıyı hatırlatıyor. Yataklarımızın altına  stokluyoruz bir haftada tüketmek üzere. Telefon görüşü ayrı bir heyecan kaynağımız. Sabah 10.30 gibi gardiyan 14 kişilik grup halinde bizi alıyor, ayakkabı çırpma, üst araması sonrası telefonların olduğu koridora götürüyor. Kantinden aldığımız telefon kartlarıyla daha önce belirlenen  numarayı arıyoruz,  başka numara çeviremezsin ve daha daha nasılsınlı konuşmalar on dakika sürüyor. O on dakikada tüm sevdiklerimize selam gönderip evimizden havadisleri alıyoruz. Bize sen ne yapıyorsun sorusu sorulduğunda  “Aynı bea” dan başka bir şey söyleyemiyoruz. Çünkü farklı bir günümüz hiç olmuyor. Seni özledim vedasıyla telefon otomatik kapanıyor ve ayakkabı çırpma, üst arama sonrası koğuşa geri dönüyoruz. 
Reklamlar bitti mahkûm hayatına devam.

Dışarıda hoyratça kullandığımız o telefonun değerini şimdi daha iyi anlıyorum. On dakikalık telefon hakkımız bizi dış hayata bağlıyor aslında. Meğer ne büyük nimetmiş sevdiğini arayıp seni seviyorum diyebilmek... Hapishane bize dışarıda olağan gibi gelen ama ne kadar önemli olduğunu anlayamadığımız şeylerin kıymetini hatırlattı tekrar. Zamanın ne kadar özel olduğunu, ailenin, dostluğun, arkadaşlığın ehemmiyetini, yumurtanın tadını, özgürlüğü, buzdolabını hoyratça kullanabilmeyi ve bilmem daha neleri kısaca hayatın ne kadar güzel olduğunu. Bunun yanında Allah’a yönelmenin, namazların, duaların huzur veren o güzel tadını öğretti bize.

Çarşamba akşamı dizi film olmazdı TV’ de, kurt köylü oynardık. Yalan söylemeyi beceremeyen bu güzel insanların karşısında esnaf olan ben avantajlı olurdum oyunda. Ve ertesi gün oruç tutacaklar gece yatmadan listeye isimlerini yazarlardı oruç için.
Ve sahurla başlar perşembe günü. 
Perşembe her gün yaşadıklarımızdan farklı çok bir şey olmaz. Evrak veya noter yoksa o gün normal hapis hayatımızın sıradan bir günü olarak geçer. Bol ibadet ve yaşamsal aktiviteler. Boş geçmiyor günlerimiz, her gün bir hatim indirilir koğuşumuzda, Fetih sureleri, Hucurat sureleri, Yasinler, 4444 adet salavat çekilir Efendimiz'e (sas). Aslında çok yoğun bir yaşamımız vardır. Hatta zaman bize yetmiyordu desem inanır mısınız?

Cuma buruk bir gün bizim için. Sabah namazı, kahvaltı, sayım, Kur’an, tefsir, Efendimiz'e (sas) salavatlar çekildikten sonra hafız beyin sandalye üzerinde hutbe verdiği cuma namazını toplu bir şekilde eda ediyorduk. 

Ben cuma namazlarını kılmıyordum bir de Özkan kılmıyordu. Özkan'ı cuma namazına giderken camii kapısından polisler almış, ben de esir olduğumu düşünüyor ve bu yüzden cuma kılmayarak, Rabbime halimi arz ederek bir nevi 'ben esirim ve halimi sana arz ediyorum Rabbim' mealinde, bunun dua hükmünde olabileceğini düşünüyordum.

Öğleden sonra gelen görüldü kaşeli mektuplar koğuşu farklı bir duygu iklimine taşıyordu. Cuma günü de diğer günler gibi gece 11’de yaptığımız dua saatiyle güne noktayı koyuyor ve sessizlik saatine başlıyorduk.

Cumartesi çok bir aksiyonumuz olmazdı. Aynı; sabah namazıyla  başlar,  dua  saatine  kadar  diğer  günler  gibi geçirirdik. Hapiste çok kitap okudum. 2 günde bir kitap bitirirdim. Ve kitap sayımız sınırlı olduğu için ne bulursak okurduk. Kütüphaneden de kitap almaya çalışırdık. F... soruşturmaları öncesi bu kadar kitap, okul vs. olmadığı için gardiyanlara ekstra bir iş çıkartmıştık. Pazartesi  perşembe harici  61 gün orucu tutanlar da vardı. O yüzden diğer günlerde de on kişi civarı mutlak sahur iftar olurdu. Cumartesi gecesi tıraş günümüzdü. Halil abi ilk zamanlar tıraş ederdi bizi ve Halil abi sadece tek stil bildiği için biz ne desek de o bildiği gibi tek düze kesip gönderiyordu. Bu yüzden koğuşta hepimiz birbirimize benzer olmuştuk.

Pazar bizim temizlik günümüzdü. Koğuşun her yeri ve avlu Cif’le yıkanır, tüm camlar, ranzalar, dolap üstleri silinir, kullanılan tüm eşyalar silkelenirdi. Kısacası el değmemiş tek nokta bırakmazdık. Genel temizlik yarım günümüzü alır ve her hafta tekrarlanırdı. Diğer yarım gün aynı programla devam eder, ertesi günkü görüşe hazırlık yapılırdı. Koğuş temizliğinde herkes kendi yatakhanesini yıkar, daha sonra nöbetçi yatakhane full ortak alanı yıkardı. Eğer siz de bu yaşam tarzını olumlu görüyorsanız siz de terörist adayısınız ve her an kapınız çalabilir.
Silivri kışın gerçekten soğuk… Gerçek bilgi yayabilirsiniz.

*Yukarıda okuduğunuz satırların yazarı Türkiye'deki cadı avının kurbanlarından ismi bizde saklı bir esnaf. İçeride aldığı notları çıkınca yazdı ve bu notların her gün bir bölümünü Samanyoluhaber.com'da yayımlıyoruz.

YARIN: İhbarcısına dua eden adam


İletişim: [email protected]

18 Kasım 2019 11:56
DİĞER HABERLER