[M. Ertuğrul İncekul] Sentetik Aydınlar

Samanyoluhaber.com yazarı M. Ertuğrul İncekul'un yazısı
M. ERTUĞRUL İNCEKUL 

“Türkiye’yi yaşanmaz bulanlar, Türkiye’yi yaşanmazlaştıranlardır.”
Cemil Meriç/ Jurnal 

Sömürge entelektüeli der Cemil Meriç Batı’yı örnek alan, kendi halkını küçük görenlere. Ali Bulaç'ın Aydın Sapması’ndan Aydın Ulema Profili’ne kitabını da bu eksende tekrar okuyorum. Sağ ve sol veya laik ve muhafazakar aydınımızın fotoğrafını güzel çekmiş. Avrupa Birliği’ne girişe itirazı haricinde birazdan paylaşacağım birçok önemli tespiti var. Günümüzde yaşanan insanlık krizlerini anlamak, aydınların toplumun dertlerine çözüm üretemeyişinin asıl sebebine inmek istiyorsak bu tahlil ve tespitlere çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. 

Şabloncu ve kendini tekrar eden anlayış
Sağ İslami kesimden yakın tarih itibari ile Ali Bulaç, Ali Ünal gibi terkip ve tahlil gücü yüksek az aydınımız yetişti. Felsefeden hakikate geçiş yapamayan ya da bir yerlerin ücretli papağanı olan, hür düşüncesi olmayan muhafazakarlar sözümün dışında zaten. Biz güncel meselelerimize genelde sol entelektüel bakışı ile baktık ve onlar üzerinden okumalar yaptık. Aslında Kemal Tahir demişti ki; “ Türkiye'de sağ ve sol aynı şey. Biri hapşırmış ikisi burnundan düşmüş.” Bu söze tam katılmıyorum ama ikisi de şablonculuk hastalığına müptela oldukları bir gerçek. İki tür taklit var. Birincisi sahtelik, kopyacı ve kalıpçılık. Frantz Fanon, yanlış köleci taklit tiksindirici ve maymunsudur, der. (Çar Pedro’nun Hollanda dönüşü sefaletin, fakirliğin sebebini sakala bağlayıp, herkesin sakalını kestirmesi gibi) Faydalı taklitçilik ise Batı’da ilim ve teknoloji olduğunu bilip, geri kalmışlığımızın farkında olarak çalışmak. 

Solcu Aydınlar 
Solcu laik kesimden ise iyi entelektüeller yetişmesine rağmen maalesef gelenek, tarihi mirasımız ve İslami kaynaklardan bi-haber, Osmanlıca, Arapça ve Farsça bilmeyen bir aydın profili türedi. Cemil Meriç'in ifadesi ile bir hafıza ameliyatı geçirdi Türkiye aydını. Kendi halkı ve toplumundan kopuk bir zümre. Milliyet gibi bir gazetede köşe yazarı olacak şahıs, Hz. Nuh'un oğlu Hz. İsmail'i kurban ettiğini, ya da bu yıl Hac kurban bayramına rastladı, veya Kur'an'dan hadisler okuduk, diyecek kadar dinden habersizler. Başkasına ait olma duygusu içindedir bu zümre ama ailevi, coğrafi, tarihi bağları burada olan bir zümre. Yabancılaşmanın ve yalnızlık duygusunun hayat boyu peşini bırakmadığı bir duygu. Bu duyguyu Bozkurt Güvenç yalın bir dille ifade eder. Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi ve mesleği sosyal antropoloji olan Prof. Bozkurt Güvenç şöyle itiraf ediyor: "Avrupa dışında Avrupalı (gibi) olmak, Avrupa'da yabancı olmak kadar zor bir serüven. Çözümü de yok, sürekli bir gurbetçilik, yersiz-yurtsuz olmak gibi. Ancak bu benim Türklüğümden ya da Avrupalılığımdan çok, kişiliğimden geliyor. Şairimizin dediği gibi: 'Ben gurbette değilim/ gurbet benim içimde.' Özetle Türkiye'de Avrupalıya benzeyen biri, Avrupalının kabul etmediği Türk olmak ağır bir duygu..."

Sadece Batı kültürü ve hayranlığı, şablonculuğu bizi muassır bir medeniyet seviyesine çıkarabildi mi? Hayır. Avrasyacı bakış ise devleti kutsayanların zıttına hep devleti ele geçirme, cuntacı ve toplumun gelenek, din ve değerleri ile çatışan bir tavır sergiledi. Doğu blokunda bulunan Çin, Rusya bugünlerde İran, demokrasiye ve insan haklarına model olabildi mi? Hayır. 

Ali Bulaç kitabında, solcu aydının eğer istediği sus payını alamazsa, sistemin işleyişini rahatsız eden girişim ve faaliyetler içinde yer alabilirim, diyerek şantajcı ve ulufeci yaklaşımına dikkat çekmektedir.

Din ve Aydınımız

Batı’nın dine mesafeli duruşunu da yanlış anladık. Voltaire, Rousseau gibi birçok aydınlanma çağı düşünürü aslında ateist değillerdir, bizde de Abdullah Cevdet gibi istisnaları saymazsak ki onun da farklı yaklaşımları vardır, Tanzimat dönemi aydınları ateizme uzaktır. O zaman bizim aydınımız diyeceklerimiz neden dinin ruhuna uzaklar? 

Müslüman Aydınlar!

Aydın kelimesi aslında Avrupa Aydınlanma Dönemi’nin referansıdır. Bizdeki ulema kelimesi ile tam örtüşmez. Müslüman aydınların yetiştiği ortamlar genelde entelektüel ortamlar olmadığı için, halkı dönüştürecek yeni düşünce üretmeleri zordur. Zeytinburnu’nda yetişen birisinin Nişantaşı'nda yaşayanların problemlerine çözüm üretmeye çalışması gibi. Aldıkları terbiye ise genelde son tercihini devletten ve politik toplumdan yana koyarlar. Solcu aydın ne kadar elindeki birikimi şantaj için kullanıyorsa, Müslüman aydınlar da politize olmaya ve halk yerine devleti tercih etmeye yatkındırlar. 

Siyasal İslam'ın çöküşü ile ilgili daha önce bir kaç yazı kaleme almıştım. Aslında aydın olma tuzağına düşmeseler, topluma yol gösterebilecek kabiliyet de olanlar, toplumu daha iyi deşifre edebilecek olanlar sağcı ve muhafazakar aydınlar olduğunu düşünüyorum. Halbuki sultanların saraylarından, zenginlerin sofralarından uzak dursalar, bağımsızlıklarını muhafaza edebilseler, topluma yol göstereci olabilirler. Yani Ali Bulaç gibi dersek, organik aydınlar olabilirler. 1990 sonrası sosyal alan, siyasi alan ve kültürel alanda İslami çalışmalar gelişmiştir. Türkiye aydınının bir avantajı da aslında hem Müslüman ülkelerde hem de Batı'da yayınlanan kitapların ve yayınların hızlı bir şekilde tercüme edilmesidir.

Entelektüel, Aydın ve Yıldız

Ali Şeriati entelektüel, aydın ve yıldız ayırımını yapıyor. Ama yıldızlar devrimci olurlar, bulunduğu zamana rengini verirler. Şeriati’ye göre yüzyılımızın (20. Yy) yıldızları şunlardır: E. Lonesco, Rene Guenon, Alex Carrel, Franz Fanon, J. Paul Sartre, Prof. Chandel, Albert Einstein, Max Planck, T.S. Eliot, Heidegger, Jaspers. İslam ülkelerinde ise, Ömer Mevlüd, Katip Yasin, Ömer Ungan vb. Bunlar kendi semâlarında birer yıldızdır. Ali Bulaç bu listeye başta Şeriati olmak üzere, Seyyid Kutup, Mevdudi, Muhammed ikbal, Bediüzzaman, Mehmet Akif, S. Hüseyin Nasr, Malik Binnebi, Ismail R. Faruki, Nakib el-Attas, Perviz Manzur, Roger Garaudy ve M. Fethullah Gülen Hocaefendiyi de ekliyor. (Ali Bulaç/ Aydın Sapmasından Aydın Ülema Profiline). 

Ayrı bir yazı dizimde “Kültür Mirasımızın Münevverleri" olarak yakın tarihe ışık tutan aydınlarımızı da kaleme almaya devam ediyorum. İsmail Hakkı Danişmend, Şemsettin Günaltay, Elmalılı Hamdi Yazır, Muhammed İkbal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi münevverlere bir makale kadar bile olsa dikkat çekmeye çalıştım. Hilmi Yavuz, Ahmet Selim, Hekimoğlu İsmail, Nilüfer Göle, Kemal Karpat gibi bazı isimleri de vefa ile yâd etmek, yazmak isterim.

Halktan Kopan Aydınlar 

Ali Bulaç Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına iniyor ve aydının halktan kopuşunu şöyle irdeliyor; “Başlangıçta 1930'larda açılan ‘Halkevleri’ aracılığıyla Anadolu'ya aydınlanmanın ışığı götürülmek istendi. Bu çerçevede camiye alternatif halkevi oluşturuluyordu. Kadın-erkek insanlar oraya çağırılıyor, kültürel ve sosyal bir değişimin yaşanmasına önayak olunuyordu. Ancak halkevleri projesi tutmadı! Halkevlerinin tutmaması gibi, köy enstitüleri de tutmadı! Çünkü aydınlatma görevini üstlenmiş insanlar çöle farklı bir gezegenden gelmiş gibiydiler. O kurum sayesinde, o mekanın içinde yaşayan insanlarla kültürel bir çatışmaya giriştiler. Bir türlü halkla, tarlada çalışan, köyünde olan insanlarla bir iletişim kuramadılar. Bu olayı Fakir Baykurt'un köy romanlarında bariz bir şekilde görmek mümkün. Hatta Yaşar Kemal'in romanları da öyle. Bu romanları okuduğunuz zaman Türkiye’de, Anadolu'da bir köy hayatını tasvir ediyor, ancak bu köyde cami bulamazsınız, imam yoktur, insanların dini hayatların izine rastlanamaz. Söz konusu romanlarda profan, kutsaldan arındırılmış, metafizik hiçbir inançları olmayan ama ağanın, feodal beylerin zulmü, baskısı altında yaşayan, bilinçten yoksun, direnme bilinci olmayan organizma türü insanlar tasvir ediliyor. Bu aydını en iyi ‘Sentetik aydın’ ifade eder.”

Sivil Toplum

Sivil toplumun ve entelektüel sermayenin, birikimin korunması, devletin hegemonyasına girmemesi hakikatin daha yaygınlaşması ve demokrasi için güvencedir. Sivil insiyatifini yitiren yapılar bağımsız kalamaz. İngiltere ve Batı Avrupa’da demokrasi ve sivil hakların oturması yedi yüz yıllık bir maceradır. Bizde kendine aydın diyenlerin pek çoğu ırkçı, jakoben, önyargılı ve dindarlardan nefret eden sadece bilime inandığını iddia eden, dili ile zihniyeti aynı şeyi söylemeyen, çağdaşlılığı dinden uzak olmakta gören, ülkeye bir şey getirilecekse biz getiririz diyen, kafasında dinde olmayan bir çok hurafeyi din diye bilen, dogmatik düşünceli kişilerden oluşur. Bu tür zümrelerle sivil toplumun inşası, hür düşünce nerede ise imkansızdır. Çünkü hakikat arayışlarını ve zihinlerini dine, dindara karşı tamamen kilitlemişlerdir. Geçmişe ait her şeyden nefret etmek, faşizmdir.

Nilüfer Göle'nin tespiti, sivil toplumu yeniden inşa etmeyi düşünüyorsak çok yerindedir: “Türkiye'de son yirmi yılda yaşayan bizler, bir şok halindeyiz. Kendimizi bilmek ve yeni çağı yakalamak arasında gidip geliyor; hırs, kızgınlık ve heyecan arasında dolanıyor; ve ruhumuz ve dünya arasında elimizle bir yol açmaya çalışıyoruz. Gayri resmi kimliğimiz ve muğlak düzenlemelerle savaşıyoruz. Türkiye geçmişi ile geleceğini, gelenek ve moderniteyi ve kendisi ile dünyayı birleştirmediği sürece bu dengesizlik sürecektir. Şiddet ve anarşi bunun habercileridir.”

Okuyucuya not: Şiddete, teröre, sivillerin hedef alınmasına karşıyım ve kınıyorum. İster Hamas yapsın isterse Netanyahu iktidarı, şiddetin karşısındayım. İsrailli ya da Filistinlilerin yaşam hakkı, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne (1948) veya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (1950)  göre dokunulmazdır.

10 Ekim 2023 11:56
DİĞER HABERLER