'Mütekellimin'den Birisi Gelecek...'

''İngiliz Prof. Dr. Colin Turner: “Otuzuncu Söz’deki Ene bahsini okuduğumda, dedim ki: ‘Çıldıracağım!... Böyle bir şey yazılamaz!..” dedi. Hatta “Hocaefendi'ye söyle, bana Muhammed Çetin gibi iyi İngilizce bilen beş öğrenci göndersin. Risaleler üzerine akademik çalışma yapalım ve onları bütün akademik dünyaya tanıtalım.” dedi. ''
Âyetü’l-Kübra Risalesinde Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri diyor ki: “Müceddid-i elf-i sânî İmam Rabbanî Ahmed Fârukî  Hazretleri şöyle diyor: ‘Bütün tarikatların en mühim neticesi hakaik-i imaniyenin inkşâfıdır. (…)  Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişâfı, binlerce keramete ve mânevî zevklere tercih edilir. (…)   Eski zamanda, büyük zâtlar demişler ki: (Mütekelliminden yani  Kelâm ilminin ulemasından birisi gelecek, bütün imânî ve İslâmî hakikatleri aklî delillerle apaçık şekilde kemâl-i vuzuh ile isbat edecek.)  Ben istiyorum ki, ben o olayım… Belki o adamım…’  (*)  Böylece İmam Rabbanî, iman ve tevhidin, bütün insanî kemâlâtın esası, mayası, nuru, hayatı olduğunu ve (Bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer)  düsturunun, imanî tefekkürlere ait bulunduğunu ve Nakşî Tarikatında hafî (gizli, kalbi) zikrin ehemmiyeti ise, bu çok kıymetli tefekkürün bir nevi olduğunu talim ediyor…”

Akıl, ilim ve fennin hâkim olduğu bir çağda elbette insanlığa imanî ve İslâmî hakikatler Kur’an-ı Kerimin makuliyetinde ve akliliğin anlatılıp isbat edilmesi gerekmektedir. İşte bu hususu, Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurlarla anlatmıştır. Daha sonra bunlar daha açık biçimde M. Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından ifade edilmiştir…

Her yüz senede geleceği müjdelenen müceddidlerin eserlerine bakarsak, ya Arapça veya Farsça yazılmıştır. Küfür ve küfranın ilim ve fen kisvesinde ortalığı kavurup imanları savurduğu çağımızda ise tecdidi gerçekleştiren  bu şahsiyetler eserlerini Türkçe yazmışlardır. Onun için kendimiz ve evlatlarımız Anadolu mahsulü bu mübarek eserleri aslında Türkçe okuyup anlamaya çalışmalıyız. Anlamayanlara da anlayacakları şekilde kendi dillerinde anlatmalı ve tercümelerini ellerine vermeliyiz…
Şu gerçeği de ilan edelim ki, Bediüzzaman Hazretlerinin keşfiyle öyle orijinal tesbitler vardır ki, bunların da patenti tamamen kendisine aittir ve Eskişehir Mahkemesinde bu hususu dile getirerek Risale-i Nurlar’daki keşiflerin korunmasını istemiştir. Bunun için uzun uzun müdafaalar yazmıştır:

“İkinci Madde: Risale-i Nur’un parçalarında kanunî maddelere muarız meseleler bulunması ortaya konulabilir. Bu cihet Mahkemeye aittir.
(*) İmam Rabbanî, Mektubat, 1/182  (210 Mektup)
 Fakat Risale-i Nur, kendi başıyla YÜZ  MÂNEVΠ KEŞFİYATI  ihtiva eden bir eserdir… Yapılan keşiflerden bir tek keşfi bile, buluşu yapan Keşşafın hakkını korumak ve zayi etmemek lâzım gelir. Buluş ve keşiflerin ehemmiyeti (patent hakkı), ehl-i hakikat ve ehl-i ilim ve edipler ortasında gayet büyük, önemi var. Bir kimse diğerinin keşiflerini sahiplenemez. (Bu bir intihal ve hırsızlıktır). Eğer sahiplense, onun aleyhine dâvâ açmak, bütün ülkelerde geçerli olan bir kanundur. İleride hükümetin müsaadesini alarak, neşretmek istediğim ve 20-30 seneden beri KEŞİF ve yazmasına çalıştığım elli seneden beri devam eden fikrî tedkiklerimin ve çalışmalarımın ve muhtelif menbalardaki araştırmaların ve mesâimin neticesi ve meyvesi olarak yazdığım ve MÂNEVΠ YÜZ  KEŞİYATI  gösteren ve binlerce hakikatı hâvî olan yüzden ziyade Risaleden ibaret olan Risale-i Nur’un yazılmasından sonra neşredilen –Bazı kanunlara uygun gelmeyen- on beş noktasını ortaya atarak ithamlı bir vaziyete koymak, bu hakikatların ve benim onlarla ilgili hukuklarımın yok olmasına sebep olmakla beraber, başkaların intihallerine, hırsızlıklarına, sahip çıkarak kendilerine mal etmelerine zemin hazırlamak olduğundan; bu konuda, ilk olarak, her şeyden ziyade, hakikat namına ve hukuk hesabına hakkımın korunması, âdil Mahkemenizin nazara alacağı ilk cihettir.”

Üstad Hazretleri: Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Meselesinin Üçüncü İşaretinde diyor ki: “Risale-i Nur parçalarının, bütün mühim iman ve Kur’an hakikatlarını, hatta en inatçı ve kaypak olanlara karşı dahi, parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli gaybî bir işaret ve İlahî bir inayettir. Çünkü iman ve Kur’an hakikatları içinde öyleleri var ki, en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, anlamakta âciz kalmış, âcizliğini itiraf etmiş: ‘Akıl buna yol bulamaz!’ demiş. Onuncu Söz (Haşir) Risalesi, o zâtın dehâsı ile yetişemediği hakikatları, avamlara da, çocuklara da bildiriyor…

“Hem mesela, Kader sırrı ve cüz’î  iradenin halli için, koca Sadeddin Taftazânî gibi bir allâme, 40-50 sayfada meşhur “Mukaddemât-ı İsnâ Aşer” nâmıyla “Telvîh” isimli kitabında ancak hallettiği ve ancak havassa (yüksek âlimlere) bildirdiği aynı meseleleri, Kader’e dair olan Yirmi Altıncı Söz’de İkinci Mebhas’ın iki sayfasında tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, Allah’ın inayetinin bir eseri olmazsa, ya nedir?

“Hem bütün akılları hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilmeyen ‘âlemin yaratılış sırrı’ ve ‘kainatın tılsımı’ denilen ve Kur’an-ı Azîmüşşanın mucizeliğiyle keşfedilen o “müşkilleri açan tılsım”  ve o “hayret veren muamma’ Yirmi Dördüncü Mektup ve Yirmi Dokuzuncu Söz’ün sonundaki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz’ün zerrelerin  tahavvülündeki hareketlerin altı adet hikmetinde keşfedilmiştir. Hem ehadiyet sırrı ile şeriksiz tek başına Rubûbiyet, hem nihayetsiz İlahî yakınlık ile nihayetsiz uzaklığımız gibi derin ve hayretler veren hakikatları tam bir açıklıkla On Altıncı Söz ile Otuz İkinci Söz, beyan ettikleri gibi; İlahî Kudrete nisbeten atom zerreleriyle, seyyareler eşit olduğunu, o büyük Haşir’de (Mahşer günü) bütün ruh sahibi varlıkların ihyâsı, bir tek canlının diriltilmesi kadar o İlahî Kudrete kolay olduğunu apaçık şekilde gösteren Yirminci Mektup’taki ‘Ve hüve alâ  külli şey’in Kadîr’  (5/120) âyetinin beyanında ve üç temsili ihtiva eden onun  Zeyli, şu büyük vahdet sırrını keşfetmiştir.”

Evet, bütün bunlar çağımız inkarcı felsefesinin üzerinde durduğu dağlar büyüklüğünde dev meselelerdir. Evet bütün bunların hepsini Bediüzzaman Hazretleri çözmüştür. İngiliz Prof. Dr. Colin Turner:  “Otuzuncu Söz’deki Ene bahsini okuduğumda, dedim ki: ‘Çıldıracağım!... Böyle bir şey yazılamaz!..”  dedi. Hatta “Hocaefendi'ye söyle, bana Muhammed Çetin gibi iyi İngilizce bilen beş öğrenci göndersin. Risaleler üzerine akademik çalışma yapalım ve onları bütün akademik dünyaya tanıtalım.”  dedi. Bu isteği üzerine 5-6 arkadaş gönderildi. Bunlardan dördü doktorasını tamamladı…

Abdullah  Aymaz 
22 Ekim 2018 09:09
DİĞER HABERLER