[Prof. Dr. Osman Şahin] Sahabelerin farkı nedir?

Prof. Dr. Osman Şahin bu haftaki makalesinde geçen hafta başladığı "Sahabeyi anlamak ve onlara yapılan saldırılar" serisinin dördüncü yazısını kaleme aldı.
PROF. OSMAN ŞAHİN- SAMANYOLUHABER.COM 

SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 4

Fahr-i Kâinat Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde, “Nefsim kudret elinde olan Zat’a yemin olsun ki, eğer siz hiç günah işlemeyen bir topluluk olsaydınız, Allah sizi toptan helak eder; sonra da günah işleyen ve peşi sıra istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi” buyurmaktadırlar. 
Sahabeler hiç günah işlemeyen bir topluluk olsaydı, tevbe, günah ve hatalarından nedamet ederek Cenab-ı Hak’ka sığınma, imtihan sırrı ve nefisle mücadele gibi insanlık hakikatına ait hususları tam anlamıyla bilip yaşayamayacaklardı. 

Sahabeler hiç günah işlemeyen ve hata yapmayan bir topluluk olsaydı, sonraki gelenler günah işlediklerinde, ümitsizliğe düşeceklerdi. Çünkü, günah işlemeyen sahabeler örneği üzerinden hareket ederek, günah işlemenin insanı küfre götürdüğüne hükmedilecekti. Tarih boyunca birbirlerini tekfir ile suçlayanların örneklerinde yaşandığı gibi. Dolayısıyla, günah işleyenlere karşı tam müsamahalı olunamayacak ve İslâm yaşanamaz bir din haline gelecekti.

Birtakım beşerî zaaflara müptela olan insanlar, kendilerine benzer bazı zaaflara sahip olan sahabeleri önlerinde görmekte, onların bu hususta nasıl bir mücadele sergileyip bunların üstesinden gelerek, a'lây-ı illîyîne yükseldiklerine bakıp ümitlenmekte ve onların yolunu kendilerine örnek alabilmektedirler. 

Sahabeler sahip oldukları o muazzam imanlarından gelen bir teslimiyet göstermişler, işledikleri fiillerinin yanlış ve günah olduğu hususundaki Kur’an’i ve Nebev-i Beyan’lara tam bir inkıyad ve kabul içerisinde hareket etmişler ve bu günahlarından arınmak için va’z edilen cezaların kendilerine tatbik edilmesini istemek suretiyle de ayrıca numune-i imtisal olmuşlardır. 

Zina eden Hz. Mâiz ve Gamidiye’li kadın sahabe, içki müptelasından ancak Hz. Ömer döneminde kurtulabilen Hz. Ebu Mihcen, Hırsızlık yapan Hz. Fâtıma bint Esved ve bir erkek sahabe (radıyallahu anhüm) örneklerinde olduğu gibi. Bunlar işledikleri suçlardan pişmanlık duyup nedamet ettikten ve/veya kendilerine suçlarının karşılığında uygulanan had cezalarından sonra, büyük İslâm kahramanları ve iffet abideleri haline gelmişlerdir.

Tezkiye ve tathir edilmiş nefis ve ikinci bir mecazi nefsi emmare…

Üstad Hazretleri Kastamonu Lahikası’nda, mücahedenin insan ömrünün sonuna kadar devam etmesini sağlayan mecazi ikinci bir nefisten bahsetmektedirler: 
“Bir zaman evliya-i azîmeden nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a'sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zâtlar hakikî nefs-i emmareden değil; belki mecazî bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmareden haber veriyor.”

Nefislerinden kurtulabilen evliyalarda mücadelenin devam etmesi ve sevap kapısının kapanmaması için, nefsi emmarenin (kötülüğü arzu eden nefis) vazifesini yerine getiren, yaratılıştan gelen, insan tabiatında veya fıtratında bulunan arzular, sinirler, damarlar ve duyguların karışımından veya bileşiminden ortaya çıkan gerçek olmayan ikinci bir nefsi emmare söz konusudur.  Bunda, akıl ve kalbin sözlerini dinlemeyen kör hisler ve duygular vardır. Nefsi emmare ölse veya tezkiye edilse de bunlar devam ederler. 
İnsanın acıktığı zaman yemeğe karşı iştiha duyma, lezzetli ve güzel şeylerin cazip gelmesi, yorulanın dinlenmeyi arzulaması, karşı cinse ilgi duyma, elde ettiği nimetlerin devamını isteme gibi insan mahiyetine yerleştirilmiş fıtri şeylerdir. O yüzden bunlarla mücadele daha şiddetlidir. Islahı mümkün olmamakla beraber, celali tecellilerden gelen tokatlar ve elemler sayesinde oluşacak nefret veya her şeyini feda edebileceği bir mefkuresinin veya davasının bulunması sayesinde, bunlara karşı korunmak mümkün olabilir.

Sahabe farkı…

Ayrıca, Bediüzzaman Hazretleri, İçtihat Risalesi’nin zeylinde, sahabelerin veraset-i nübüvvet ve sıddîkıyetten gelen velâyet-i kübrâları ile evliyaların velâyetlerini kıyasladığı yerde şöyle bir açıklama yapmaktadırlar: “Ehl-i velâyet, çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmâreyi öldürürler; yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü; sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesîre ile, ubudiyetin envaına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra, ubûdiyet-i evliya besatet peyda eder.”

Evliya-i İzam, biiznillah nefsi emmarelerini öldürdükten sonra nefsin sahip olduğu donanım da yok olduğundan ubudiyetleri kolaylaşır. Aslında, yukarıda Üstad Hazretleri’nin izahında görüldüğü üzere bu dezavantajı nispeten gidermek veya hafifletmek için, eski nefsin vazifesini devralan bir mecazi, manevi veya ikinci bir nefsin devreye girmesi ve böylece mücahedenin insan ömrünün sonuna kadar devam etmesini sağlayan bir mekanizma söz konusudur. 

Sahabelerde ise nefs-i emmarenin öldürülmesi ve dolayısıyla bu nefisteki cihazların yok olmasını gerektiren bir durum söz konusu değildir. Onlar sohbet-i Nebeviye’nin insibağından ve in’ikâsından istifade etmeleri, ümmet-i Muhammed içerisinde en yüksek imana sahip olmaları, nurani İslâm ağacının kökleri ve esasları, hem İslâm binasının başlangıcındaki en nurlu halkalar, hem İslâm cemaatinin imamları ve ilkleri, hem Nübüvvet ve Hakikat Güneşi’nin merkezine yakın olmaları gibi sahip oldukları hususiyetler, onlarda evliya gibi nefsi emmarelerini öldürmeye ihtiyaç bırakmadan, bir lütf-ü İlahi olarak nefislerinin tezkiye ve tathirini (temizleme ve arındırma) netice vermiştir. 

Nefsin mahiyetindeki donanım tamamen muhafaza edildiğinden, biiznillah, biinâyetillah kulluk, şükür ve hamdin değişik çeşitlerine ve kısımlarına daha fazla mazhar ve muvaffak olmuşlardır. 

Ayrıca, büyük evliyalardaki ikinci bir nefis olayında olduğu gibi, bazı hikmetler, mücahedenin ahir ömre kadar devam ettirilmesi, terakkiye ve sevaplara vesile olması gibi hususlara binaen, sahabe efendilerimizin bazı günahları ve hataları işlemelerine izin verilmiş olduğu sonucuna ulaşabiliriz.

Sahabe mertebesine yetişemeyen velilerde bile nefsi emmarelerin öldürülmesine izin verilmesine karşılık, tezkiye ve tathir edilmiş olan nefislerine rağmen bazı hikmetler için, Cenab-ı hak tarafından onların günah işlemelerine izin verildiği anlaşılmaktadır. Onlarda nefislerin bütün üniteleri ile mevcut bulunması ve Allah’ın hıfz ve himayesi olmadan insanların günahlardan uzak durabilmelerinin mümkün olmaması hakikatlerinden hareketle, bazı hallerde bu muhafazanın kalktığı, günahların işlendiği ve yine inayet ve rahmet tecellisi ile bunların üstesinden geldikleri ve böylece makamlarının yükseldiğini söylemek mümkündür.

Fakat bu beşerî realiteler ve hakikatler, sahabelerin (radıyallahu anhüm) doğruluklarına, niyetlerinde duruluk ve sağlamlıklarına, emin ve güvenilir olmalarına, hakperestliklerine, bilerek ve iradeleriyle yalana ve şerre tenezzül etmemelerine asla engel teşkil edici olmamışlardır. Bunun böyle olduğunu, Kur’an’i ve Nebevi beyanlardan ve hükümlerini bu beyanlara bina eden Müçtehidin-i İ’zam’ın verdikleri hükümlerinden anlıyoruz.

Biiznillah, bir beşer olarak nefisleriyle yaka paça olmuş, hakkından gelmişler ve karşılarına çıkan imtihanları Allah’ın bir lütfu olarak, en güzel bir şekilde vererek ve İslam binasının temelleri olarak, o binanın inşasında en önemli paya sahip olmuşlardır. 
İnşaAllah sonraki yazıda devam edelim.
08 Ocak 2021 16:47
DİĞER HABERLER