[Prof. Dr. Osman Şahin ] Yalanlarla yok edilmek istenen güvenme duygusu!

[Prof. Dr. Osman Şahin ] Yalanlarla yok edilmek istenen güvenme duygusu!
Samanyoluhaber.com Yazarı Prof.Dr. Osman Şahin daha önce 25 Ekim 2019'da tr724.com sitesinde yayınladığı 'Yalanlarla yok edilmek istenen güvenme duygusu!' başlıklı makalesinin ikincisini kaleme aldı

PROF.DR. OSMAN ŞAHİN- SAMANYOLUHABER.COM 

Öncelikle bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. İnşaallah, bu haftadan itibaren Cuma ve Pazartesi günlerinde olmak üzere haftada iki yazı yayınlamaya karar verdik. Pazartesi günleri de yazıları takip edebilirsiniz. 

"Yalanlarla yok edilmek istenen güvenme duygusu" başlıklı ilk yazıda ele alınan hususlara bir örnek teşkil etmesi açısından, gündemi bir hayli meşgul etmiş olan, telif hakları üzerinden sosyal medyada konuşulanlardan hareketle, bazı tespitlerde bulunmak ve hadiselere yaklaşımlarımızda kullandığımız üsluba bakan yönleriyle meseleyi ele almak istiyorum.

Öncelikle, kitaplardan elde edilen telif hakkının caiz ve geçerli bir hak olduğu bilinen bir gerçektir. Üstad hazretleri Emirdağ Lahikası’nda “Vasiyetnamenin Bir Zeyli” başlıklı mektupta hem kendisinin hem de bazı talebelerinin ihtiyaçlarını, Hocaefendi de “Tiranlar ve Adanmışlar” başlıklı Bamteli’nde kendi geçimini ve misafirlerinin masraflarını telif haklarından gelen parayla karşıladıklarını ifade etmektedirler. Ayrıca, Hocaefendi’nin okuttuğu talebelerinin giderlerinin bu sermayeden karşılandığı bilinmektedir.
Hizmetin önde gelen yazarlarından, önemli eserleri kaleme almış ve birçoklarının bu eserlerden istifade etmekte olduğu bir âlim zât, telif hakkı hususundaki bir beyanından dolayı, sosyal medyada ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Bu saldırıların bazıları da gıyabında ve kapalı sosyal medya grupları içerisinde gerçekleşmiştir. Beyandaki açık olmayan hususlarla ilgili hüsn-ü zan düsturuna uygun hareket edilmesi gerekirken, menfi manada niyet okumaları yoluna başvurularak su-i zanda bulunma yolu tercih edilmiştir.

Bir şahsın arkasından konuşulan şeyler eğer doğru ise gıybet, yok eğer söylenen şeyler yalanlar ve zanlardan ibaret ise hem gıybet hem de iftira olduğunu biliyoruz. Ayrıca konuşulanlar net bilgiye dayanmayan, zanlardan ve yorumlardan ibaret hususlar iseler yapılanlar daha büyük bir zülüm olmaktadır. Kesin bilgiye dayanan hususların dile getirilmesindeki üslubun, insanların hayatlarındaki şahsi kusurlarının teşhiri şeklinde olmaması ve su-i zanlara bina edilerek eleştirilerin yapılmaması gerektiği bilinen hususlardandır. Bu gıybet ya da iftiraya şahit olanların olaya müdahale etmeleri ve sessiz kalmamaları ise onlara ait bir sorumluluktur.  

Diğer taraftan, arkadaşlarımızla ilgili bir haber duyduğumuzda meseleye ilk bakış açımızın hüsn-ü zan penceresinden olması gerektiği Kur’an, hadis ve temel eserlerde hep tavsiye edilegelmiştir. Üslup bu olması gerektiği halde, süreçte yaşanılan acı tecrübelerin de tesiriyle tam zıddı istikamette, meşrebimize uygun olmayan bir şekilde, su-i zanna dayanarak hareket edilebilmekte ve bu yaklaşımlar maalesef destek bulabilmektedirler.
Halbuki, Nur sûre-i celilesinde geçen bazı ayetler böyle davranışların çirkinliğini, ne kadar büyük bir günah olduğunu ve küçümsenemeyecek çok ciddi bir mesele olduklarını nazara vermektedirler;

“O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldi!” (24/15)

“Siz ey müminler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip: “Hâşa, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!” demeniz gerekmez miydi?” (24/16)

“Müminler arasında çirkinliklerin yayılmasını arzu eden kimseler için, dünyada da âhirette de gayet acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (24/19)

KATMERLİ GIYBETLER VE İFTİRALAR

Eğer gıybet edilen şahıs ilim sahibi ve yazdığı eserleri birçok insan tarafından okunuyor ve istifade ediliyorsa, olay sadece bir şahsın gıybeti olarak kalmayacaktır. İstifade için önemli bir husus olan hüsnü zanlar, konuşulanlar sebebiyle zarar görüyorsa, bu istifadenin önüne geçilmiş olacaktır ki, bunun vebali büyük olacaktır. 
Ayrıca, eleştirilen şahıs, belli ölçüde Hizmeti temsil noktalarında bulunuyorsa, bu insanlara yapılan saldırılar, insanların Hizmete ve Hizmette önde gelen insanlara olan güvenlerini ve hüsn-ü zanlarını sarsacaktır.  Hizmet fertleri arasındaki bağları çözmek, parçalamak isteyenler için de çok güzel bir malzeme olacaktır.  

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise, bazen sosyal medya üzerinden çok hızlı bir şekilde mahkemeler kurularak yargılamalar yapılabilmekte ve doğruluğu teyid edilmeden, bir kısmı zanlardan ve sadece beyanlardan ibaret olan ithamlar üzerinden çok hızlı bir şekilde mahkumiyetler takdir edilebilmektedir. Sosyal medya ortamının insanları yargılamak ve mahkûm etmek için adil, sağlıklı ve yeterli bir mahkeme ortamı olmadığı göz ardı edilebilmektedir.

Temel prensiplere ve üsluba dikkat edilerek eleştirilmesi veya bu insanların hizmetlere zarar veren varsa eğer hataları, bunların ilgili yerlere ve çözüm mercilerine taşınması ve ilgili ortamlarda dillendirilmesi tabi ki faydalı olacaktır. 

Bahsi geçen zararlara maruz kalmamak adına, eleştirilere ve yorumlara başlamadan önce akla gelen sorular, ilgili şahıslara tevdi edilerek, anlaşılmayan hususlara cevap vermelerini talep etmek bir gerekliliktir. Gelen cevaplar hoşumuza gitsin ya da gitmesin üslubumuza uygun olmayacak söylemlerden kaçınmaya çalışmak, verilen cevaplar ile ilgili insaflı eleştirilerde bulunmak ve gerekiyorsa tekrar diyalogda bulunarak meseleleri açıklığa kavuşturmaya gayret etmek gerekir.

Ayrıca, doğruluğu şüpheli olan teyid edilmemiş bilgiler, ilgili şahıslara sorulduğunda, bunlar eğer cevap vermemeyi tercih etmişlerse, bu bilgilerin doğru olduğu anlamına gelmemektedir. İnsanlar birtakım sebeplerden dolayı cevap vermek istemeyebilirler ki bu da onların hakkıdır. 

Böyle durumlarda başka uygun olan yollardan bilginin doğruluğunun araştırılması gerekir. “Falana bu konuyu sordum, ama bana dönüş yapmadılar, o halde ben bu bilgileri doğru kabul ederim” şeklinde bir yaklaşım hiçbir şekilde hakperestlik ve insafla bağdaştırılamaz. “İddia eden iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” hakikati herkes tarafından bilinen ve kabul edilen bir esastır.

Hadiselere verdiğimiz tepkilerin Kur’an’i ve Nebevi düstûrlara uygun olması, Hizmet ilkeleri ve prensipleri çerçevesinde olmasına dikkat edilmelidir ki, hem bizler, hem de hizmetimiz bunlardan zarar görmesin. 

Maalesef, bazen yaşadığımız zorlu sürecin hesabını birilerine fatura etme ve hesabını sorma psikolojisi, karşımıza çıkan her fırsatı bu istikamette kullanmaya teşvik edebilmektedir. Hakikati tam anlaşılamamış meselelere bu şekilde tepkisel yaklaşılması, insanların suçlu olup olmadıklarına bakıp araştırmadan eleştirilerin yapılmasına yol açabilmektedir. 

Maalesef, bu davranışlarla, o şahsın ve içinde bulunduğu topluluğun hukukuna ve temsil ettiği değerlere nasıl tecavüz edildiğinin ve ne ölçüde zarar verildiğinin farkında olunamamaktadır. 

04 Haziran 2021 18:15
DİĞER HABERLER