Rehberler nerede 2

Samanyoluhaber.com yazarlarından Numat Yılmaz Yiğiz "Rehberler nerede" başlıklı yazı dizisinin ikinci bölümünü okurları için kaleme aldı.
İnsanlığa rehberlik eden zirve şahısların vasıflarını anlatmaya devam ediyoruz.

Bürokratların rehberliği

Nizâmülmülk, Melikşah’a devletin hâkimi olmasına rağmen sultanın huzurunda sert nasihatlerde bulunur: “Sultanın adaleti, memleketin direğidir; adalet yıkılırsa devlet çöker” demekten çekinmezdi (Siyasetnâme, Bölüm 8-10). Böyle söylemekle de “hayırlı bir yardımcı-bürokrat profili”nin nasıl olacağını ortaya koymuş oluyordu.

Bu tarihî gerçekleri okuyunca, bugünkü halkın bu yaşananlardan bîhaber birilerine “Başkan, Halife” demeleri karşısında insan taaccüp ediyor. Hakiki bir “insan, bir devlet başkanı” görmeyen halkın kıyas yapabilme imkânı da olmuyor tabii ki. Halbuki bu semavî insanlar nerede, bu reis, başkan, halife denilen kişiler nerede? Eskiler “Eyne’s-serâ mine’s-Süreyyâ – Nerede yer, nerede Süreyyâ yıldızı” derlerdi aradaki farkı anlatmak için.

Âlimlerin dik duruş ve rehberlikleri

Dini bilen âlimlere de halka zulmeden yöneticileri uyarma, rehberlik yapma konusunda büyük görevler düşmektedir. Bizim dünyamızdaki gerçek âlimler idarecileri hep uyarmış, onlar da ulemaya karşı saygı ve hürmetle mukabelede bulunmuşlardır. Kanuni’nin bazı ağır vergiler koymak istediği dönemde Ebüssuûd Efendi’nin şöyle dediği nakledilir:

“Zulüm ile âbâd olunmaz padişahım.

Halkın âhı arşa çıkar, devleti yıkar”

(Çağatay Uluçay, Osmanlı Padişahları).


Yavuz Selim çok sert mizaçlı bir padişah olmasına rağmen Zenbilli Ali Efendi onun kararlarını sorgulamış, gerektiğinde reddetmiştir. Yavuz’un hiddetlendiği bir anda Zenbilli’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Hüküm Allah’ındır padişahım. Ben yanlış olana fetva vermem” (Kâtip Çelebi, Süllemü’l-Vusûl).

 
İslam büyükleri yaşadıkları dönemlerdeki idarecilerin yanlışlarını ağır bedeller ödeme pahasına söyleyebilme cesaretini göstererek hem hak hem halk nezdinde dinin izzet ve şerefini koruma vazifesini yerine getirmiş, hem de sultan ve hükümdarlara rehberlik yapmaya çalışmışlardır.

 
Hasan-ı Basrî, herkesin korkudan sus pus olduğu bir zamanda Haccâc’ın karşısında: “Ey Haccâc! Allah’ın kullarına zulmetmekten sakın! Bil ki Allah zalimi gözetler; fırsat verir fakat ihmal etmez. Zulmün kılıcı kınından çıkmışsa, Allah’ın adalet kılıcı da kınından çıkmıştır” demiş, bununla da kalmamış, yardakçılara da “Zalim sultanın kapısına giden, onun zulmüne ortak olur” diye seslenmiştir. Yine Haccâc’a hitaben: “Ey Haccâc! Vallahi eğer Allah’a karşı gelmeye devam edersen, O da seni helâk eder. Senin zulmün, Allah’ın kudreti karşısında bir hiçtir” diyerek cesaretle uyarır (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 9). Bununla gerçek bir “imam”ın zalim idareci ve zulmü karşısında nasıl durması gerektiğini göstermiştir.

 
Abbâsî döneminde Mihne baskılarına direnerek işkenceye rağmen geri adım atmayan Ahmed b. Hanbel’i sorgucular, “Kur’an mahlûktur de!” diye zorladığında, “Bana Kur’an’dan veya sünnetten delil getirin; delilsiz bir söz söylemem” demiştir. İşkencecibaşı ona “Bir kelime söyle de kurtul!” dediğinde Ahmed b. Hanbel, “Siz ölmekten korkuyorsunuz; ben ise Allah’tan utanıyorum” demiş ve o cümleyi kurmayı reddetmiştir. Ahmed b. Hanbel, Kur’ânî bir hakikat için hayatını adeta hiçe saymış, hakikat ne ise onu hayatı pahasına savunmuş, zalim hükümdar ve avanesine karşı mümince bir “duruş” sergilemiştir. Bir sözünde: “İnsanlar bize bakıyor. Eğer ben bugün boyun eğersem, insanlar da eğilir. Benim görevim sabırdır” buyurarak bu davranışlarının sebebini ifade etmiştir (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 10; İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü’l-İmâm Ahmed, s. 170).

 
Konu dinî bile olsa idarecilerin zorlamalarına katılmamışlardır. Halife Mansur, Muvatta’nın devletçe zorunlu kılınmasını istediğinde İmam Mâlik onun yüzüne karşı: “İnsanlar farklı beldelerde farklı rivayetler görmüştür. Bir tek görüşü zorla dayatmak doğru değildir” diyerek ilmî ve objektif bir tavır sergilemiştir (Kadî Iyâz, Tertîbü’l-Medârik).

 
Hangi idarecilere saygı duyulur?


İslam hukukunda bir kişi halife dahi olsa –ki gerçek halifeler bu tür davranışlardan uzaktır– hangi kılıf altında olursa olsun icraatlarıyla Allah’ın emirlerini çiğniyor, O’na isyankâr tavırlar sergiliyorsa o idareciye/halifeye itaat ve saygı söz konusu değildir. “Müslüman, sevdiği ve hoşlanmadığı şeylerde (emirine) dinler ve itaat eder; ancak kendisine bir günah emredilmedikçe. Şayet günah emredilirse artık ne dinleme vardır ne de itaat” (Buhârî, Ahkâm, 7145). Tabii ki bu itaatsizlik şiddeti, hukuksuzluğu, anarşiyi ve kaosu gerektirmez.


Her mümin gücü yettiği nispette (eliyle, diliyle, yazma-çizmesiyle, hukukla, olmadı kalbiyle vs.) zalim ve zulmüyle mücadele ederek onun işini zorlaştırmalı, kolaylaştırmamalıdır. Bu, yerine göre en faziletli cihattır: “Zalim bir sultanın yanında hakkı söylemek, cihadın en faziletlisidir” (Ebû Dâvûd, Sünen, Kitâbü’l-Melâhim, 4344). Bunun faydası olur veya olmaz; geçmişte zalimlere karşı bu vazifeyi yapanlar, şimdilerde Müslümanlar için “imam” yani “dinde önder, arkasından gidilecek, dini bilen, uyulması gereken kişi” olarak anılmakta, isimleri zikredildiğinde “rahmetullâhi aleyh” denilmektedir.

 
Gazâlî’nin “Hak, kişilere göre bilinmez; kişiler hakka göre bilinir” dediği gibi (İhyâ, Kitâbü’l-İlm, 1/53), doğruları kişilere göre değil, kişileri o doğrulara göre değerlendirmek gerekmektedir.

 
Halkın rehberliği

 
Bu yaşanan hukuksuzluk ve zulümlerde AKP’yi ve Cumhurbaşkanını şiddete başvurmadan herkesin yasal yollarla uyarması, mücadele etmesi bir insanlık ve Müslümanlık vazifesidir. Bu da halkın idarecilere yapacağı rehberlik olacaktır. Bunlara yanlış sözlerine iltifat edilmemeli, yanlarına gidip gelinmemelidir. Geldiklerinde saygısızlık edilmese de sevgi ve alâyiş tavrı sergilenmemelidir. Çünkü riyakârane yapılan sevgi gösterileri bu zalimlerin iştahını kabartmakta, “hâlâ halk bizimle beraber” algılarını güçlendirmektedir. Halkın koyacağı tavır belki de onlara karşı en müessir rehberlik olacaktır. Onlar buna kulak asarlar veya asmazlar, bu onların bileceği iştir. Fakat olan bitenden rahatsızlık duyulduğunun en güzel ifadesi, onları her yerde yalnız bırakmaktır; beden diliyle ders vermektir. Zulmetmeyen âdil herhangi bir idareci, zulmeden ve “Müslümanım” diyen bir idareciden daha hayırlıdır. İşte Necâşî örneği…


AKP teşkilâtlarında en alttan en üste kadar çalışanların anne-babaları, akrabaları, onlara yakın insanlar; korkma veya menfaat devşirme yerine onları hak ve adalete, insafa, Müslümanca davranmaya davet etmeli, bu zulmün devam etmesine mâni olmaya çalışmalıdırlar. Kul haklarıyla âhiretlerini mahvetmemelerinin yollarından biri budur. Ehl-i vicdan, ehl-i insaf kim varsa –var olanlardan Allah razı olsun– bu zulmün engellenmesi için elinden ne geliyorsa çabalamalıdır. Bilhassa sıradan insanlar bile olsak, sosyal medyadaki bir takım günahlardan sakınmak kaydıyla aktif olmalı, şahsî hesaplar oluşturmalı, herkese sesimizi duyurmalıdır. Yetkililerin vazifelerini yapmadıkları/yapamadıkları noktada halk olarak emr-i bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker gereği sosyal medyada bir ses olmalı, var olan seslere sahip çıkılmalıdır. Ülkemizdeki yakın akraba ve tanıdıklarla her şeye rağmen sıla-i rahmi kesmemeli, diyaloğa devam edilmelidir. Onların tesir alanlarından istifade edilmeli, vicdanlarına seslenmeye çalışılmalıdır. Zaman sabırları zorlasa da müminlik donanımı bugünler içindir. Musibetin büyüklüğü nisbetinde mutlaka dünyevî-uhrevî getirileri olacaktır.


Allah’adır itimadımız, tevekkülümüz. “Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün ruh u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız. Ey Ulu Rabbimiz, bizi kâfirlerin imtihanına (baskı, zulüm ve işkencelerine) mâruz bırakma, affet bizi; şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’sin” (Mümtehine, 60/4-5) der, O’na yalvarırız.
21 Kasım 2025 14:13
DİĞER HABERLER