Yazar Abdullah Aymaz, Risale-i Nur'ları anlamak için yapılması gerekenleri ele aldığı yazısında geçmişten örnekler de veriyor
Risale-i Nur'ları anlamak için...
Arapçadan, Farsçadan, Batı dillerinden ve diğer dillerden fethedip kendi hançerimize göre yontup cilaladığımız, tarih içinde güzellikler ve derin mânalar ilave ettiğimiz, her ince mânayı ifade edecek seviyeye getirdiğimiz kelimelerle geliştirdiğimiz olgun Türkçemizle yazılmış Risale-i Nurları yani ilhâmat-ı Kur’aniye, sünuhât-ı Kur’aniye, istihrâcât-ı Kur’aniye ve istimbatât-ı Kur’aniye olan bu şaheserleri anlamak, derin ve engin mânaları içinde barındıran bu deryadan inci-mercanları çıkarmak için tekrar tekrar mütalaa ve müzâkere etmek gerekir. Guam çukurunun derinliklerine açılır gibi, dalmak için çok dikkatli tekrarlara ihtiyaç vardır.
İzmir bölgesinin ilk Risale-i Nur talebelerinden Musa Yukarı Ağabeyimiz diyor ki: “Ahmet Feyzi Kul Ağabey, bizim Ayrancılara çok gelir, Risalelerden dersler, sohbetler yapardı. Bu arada bir kardeşimiz ona şöyle bir sual sordu: ‘Ben Risale-i Nur’u okuyorum, fakat anlamıyorum, ne yapmam lâzım?’ dedi. Feyzi Ağabey buna ‘Tahsilin ne?’ diye sordu. O da ‘İlkokul’ dedi. Feyzi Ağabey bu sefer ‘Şimdi sana tahsili çok yapsan, üniversiteyi bitirsen, anlarsın, desem: Çok üniversite bitiren var, tahsil yapmışlar var, anlayamıyorlar. Arapça Farsça bilsen anlarsın desem… Onlardan da çok Arapça, Farsça bilenler var, onlardan da anlamayanlar var. Şimdi ben sana Risale-i Nurları anlaman için şunu tavsiye edeceğim: Evvelâ tövbe istiğfar edeceksin; ‘Hangi günahlarım var ki, Kur’an’ın bu asırdaki tefsirini anlayamıyorum, hangi günahlarım mâni oluyor?’ diye tövbe istiğfar edeceksin. İkinci tavsiyem de mideye giren lokmaya dikkat edeceksin, haram olmasın. Eğer vücuda giren lokma haram olursa, nasıl ki, bir çeşmenin havuzuna bulanık su girerse etraftaki muslukları açınca bütün sular bulanık akar, mideye de haram girdi mi bütün vücudun azaları bulanır, göz hakikatı göremez, kulak hakikati işitemez olur, bütün azalar bulanır… Demek ki: 1-Tövbe istiğfar edeceksin. 2-Vücuda haram lokma almayacaksın. İşte o zaman Risale-i Nurları anlarsın’ dedi.”
Merhum Said Özdemir Ağabey diyor ki: “Ahmet Feyzi Kul Ağabey zaman zaman Ankara’ya gelir ve bizlerle sohbet ederdi. Bir gün onu büyük âlimlerin bulunduğu Dinî Eserleri İnceleme Kuruluna götürdüm. Orada Hasan Fehmi Başoğlu, Hasan Hüsnü Erdem, K. Bostan, Şehit Oral gibi büyük âlimlerin bulunduğu bir kurul… Ben kendisini ‘Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi’ diye takdim ettim. Mübarek Ahmet Feyzi Ağabeyimiz öyle bir konuşma yaptı, onlara karşı öyle güzel bir hitabede bulundu ki, Üstad Hazretlerini ve Risale-i Nur’u anlattı. Öyle güzel anlattı ki, o büyük âlimlerin ağızları açık kaldı. Ahmet Feyzi Ağabey, o kadar fesahat ve belâğat, (ile) o kadar güzel konuşuyordu ki, hayran kaldılar. Ona sordular: ‘Siz hangi üniversiteden mezunsunuz?’ ‘Ben, Risale-i Nur üniversitesinden mezunum!’ diye cevap verdi. Çok takdir ettiler…
“Bu kurul, Risale-i Nurları tetkik eden kuruldu. O zaman Üstad Hazretlerinin eserleri Afyon Mahkemesi dolayısıyla, on bir çuval, dört sandık olarak Ankara’ya gelmişti. Ankara Ağır Ceza’dan Diyanet’e geldi. Diyanet İşleri Müşavere Kurulu bu eserleri teker teker inceledi. Cenab-ı Hak bizi de orada vazifelendirdi; oranın kâtib-i memuru idik, hepsi elimizden geçti. Risale-i Nur hakkında Hasan Fehmi Başoğlu çok muazzam bir rapor yazdı. O rapor, o zamanki Diyanet Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’na onaya gitti. Reis raporu okumuş, sallana sallana geldi. Hasan Fehmi Efendi’ye, ‘Hocaefendi, sen Bediüzzaman’a rapor yazmamışsın; sen medhiye yazmışsın, medhiye… Ehl-i vukuf biraz tarafsız olur, sonra sana da Nurcu derler, hiç olmazsa, bunu biraz değiştir’ dedi. O da ‘Peki efendim, biraz değiştirelim’ dedi, fakat yine de çok güzel bir rapor yazdı. ‘Risale-i Nur eserleri, devletimizce dahi matlup olan bugünkü gençliği en güzel ahlâka götürecek âyet-i kerimelerin meâli, hadis-i şeriflerin izahlarından ibarettir. Ne 163. Maddeye, ne 5086 sayılı kanuna ve diğer kanunlara hiçbir teması yoktur.’ diye bir rapor…”
Benim Risale-i Nurlar'da fark ettiğim bir gerçek var: Risaleleri severek inanarak okuyanlar asla bıkmazlar; tadına varanlar manevî hazlara gark olurlar. Onları okumayanlar veya az okuyanlar bıkkınlık arz ederler. Bu durum insanların yazdıkları diğer kitapların tersinedir… İlk okul mezunu bile olmayan nice Risale-i Nur talebeleri gördüm, ceplerinden, yanlarından hiç onları ayırmıyorlar ve onlara hiç doyamıyorlar. Konuştukları vakit de ilim–irfan sahibi bilgeler gibi güzel şeyler söylüyorlar…
Abdullah Aymaz