Ruh zehirlenmesi 2

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin yeni köşe yazısını 'Ruh zehirlenmesi 2' başlığı ile kaleme aldı.
Günümüzde yaşanan ifritten süreci ve bu süreçte insanların şeytanlaşıp çok büyük zulümleri yapabilmelerinin, diğer insanların ise bunlara taraf, ortak ve destek olabilmelerinin veya sessizce seyirci kalabilmelerinin nedenlerini anlama ve değerlendirme konusuna bu yazıda da devam ediyoruz…

İnsanın farkına varamadığı ve onun manevi vücut anatomisini mahveden ruh zehirlenmesine yol açan çok dehşetli hastalıklar vardır:

“İnsan ruhunu zehirleyen faktörler sayılmayacak kadar çoktur ve bunlardan bir tanesi dahi insanı insanlığından uzaklaştıracak mahiyettedir. Bunların birkaçının birden bulunması ise, Arap’ın “dâü’l-udâl” dediği maraz türünden, kâbil-i iltiyam olmayan (tedavisi mümkün olmayan) iç içe ne illetlere (hastalıklara) ne illetlere sebeptir!..

Kibir, gurur, bencillik, ucub, fahirlenme, şöhret hissi, makam tutkusu, alkışlanma ve takdir edilme arzusu, servet sevdası, nefis ve hevâ esareti, menfaat ve çıkar zaafı, sonradan bulma ve görme küstahlaştırması… gibi hususlar bunların başında gelir.

Bunlara karşı açık duran biri, enâniyeti, çalımı, cakası, şımarıklığı ve kaba tavırlarıyla öyle bir şirazesizlik (düzensizlik) sergiler ki, gayrı egosantrizm çağlayanına yelken açmış böyle birine -Hak’tan ekstra bir inayet olmazsa- ne o en güvenli sahiller, ne o en müsait limanlar, ne de herkese kucak açan o şirin rıhtımlar hiçbir şey ifade etmez ve o, sürüklenir narsizm çağlayanlarıyla Nemrutların, Şeddadların, Amnofislerin… helâk olup gittikleri girdaplara doğru.” (Ruh Zehirlenmesi)

Bu duruma düşmüş bir insan, kendine göre, o doğru yoldadır.. ama olayları bütüncül değil de sadece kendi dar ve bozuk penceresinden ele aldığından doğru okuyamaz ve hak ile batılı, doğru ile yanlışı zamanla fark edemeyecek hale gelir. Dolayısıyla, içine düştüğü bataklıkta debelendikçe daha da beter batmaktadır.

Hak’tan bir inayet olmazsa, inayet imdada koşup selamete çıkaracak sebepleri yaratmazsa böyle bir durumdan çıkmak çok zordur:

“Sürüklenir gider de görüp sezemez o kahreden sû-i âkıbetini (kötü sonunu) ve lânet ile yâd edilen biri hâline geleceğini. Görüp sezemez zira o, ruhu zehirlenmiş, mantık ve muhakemesi meflûç bir düşünce fakiri; hayatını hayvânî ve cismânî zevklerin tesirinde sürdüren şehevât-ı nefsâniyesi güdümünde bir bohem; mal-menâl, dünya debdebe ve şatafatını hak duygusu yerine koymuş bir sapkın; geçici zevk u safaları ötelerin ebedî güzelliklerine ve Hak hoşnutluğuna tercih etmiş bir kör, bir sağır, bir kalbsiz ve hayvânî tutkularının dürtüleriyle yarınları görmeyen bir hissizdir.

Bir âyet-i kerimenin mazmunu çerçevesinde böyle biri şöyle resmedilir: Büyülenmiştir kadınlara/kızlara, yığın yığın mala, mülke, menâle; altına, gümüşe, dolara, dinara; ata, katıra ve emsaline -günümüz açısından- zırhlı lüks arabalara.. ve daha ne dünyevî debdebe ve ihtişama… Bu pes bayağı şeylerle görmez olmuştur öteler adına vâdedilen baş döndürücü güzellikleri ve Hak nezdindeki hüsn-ü âkıbeti.”
(Ruh Zehirlenmesi)

İnsan mantık ve muhakeme (değerlendirebilme) kabiliyetlerini işlemez hale getiren böyle hastalıkların pençesine düşüp, dünyanın baş döndüren güzelliklerine meftun, aşık hale gelince sanki büyülenmiş gibi olur, artık onu uyaracak şeylere kapanır ve belki de ebedi hayatını tamamen kaybedebileceği bir yola girmiş olabilir:

“Evet, insanın ruhî hayatındaki virütik alanlar böylesine cismânî ve nefsânî arzulara açık olursa, böyle birinin vicdânî hayatı için ölüm kaçınılmaz olmuştur.

Mehâfet ve mehâbetullahla (Allah korkusu, heybet ve azametiyle) mamur olan bu en mühim sistem böyle felç olunca da gayrı öyle biri asla kendini doğru okuyamaz.. ahsen-i takvime (yücelerin en yücesine ulaşabilecek bir suret) mazhariyetin ifade ettiği o engin gayeyi anlayamaz.. baş döndüren insan anatomisini, topyekûn kevn ü mekânların (varlık alemlerinin) bir fihristi gibi göremez; göremez ve varlığı böyle bir temaşa ile değerlendiremez.. eşya ve hâdiseler arasında yer ve konumunu doğru belirleyemez; hatta bazen sebepler girdabına kapılarak natüralizm türküleri mırıldanmaya durur.. bazen hiç olmayacak faraziyelerin tesirinde materyalizm şarkılarıyla soluklanır…

Bazen de hakikî din ruhuna aykırı bir çeşit dindarlık kisvesine bürünerek sûrî ve şeklî Müslümanlık görüntüsü sergiler ki, kanaatimce bu, diğer inhiraf ve sapmalardan daha tehlikeli ve münafıkça bir davranış biçimi aksettirmektedir. -Bu konu, üzerinde daha uzunca durulması gereken bir husustur; biz şimdilik sırf bir işaretle yetinmek istiyoruz-.”(Ruh Zehirlenmesi)

Vicdan hayatı ölenler aslında realitelerden, gerçeklerden kopmuş insanlardır. Bunların etraflarında cereyan eden olayları, insanı ve kâinatı doğru okumaları artık neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Varlığın gayesini ve bunun içerisinde insanın o muhteşem mahiyetini ve konumunu da bilemediklerinden tabiatı ve sebepleri aşamadıklarından maneviyata karşı tamamen körleşip bir maddeci haline gelirler.

İşte kalp ve ruhun en büyük dayanak noktalarından mahrum hale gelen bu talihsizler için hayat artık bir çeşit cehenneme dönmüştür:

“Yukarıdaki hususlardan hangisi olursa olsun, zehirlenmiş bir ruh, sürekli iç içe kalak ve ızdıraplar yaşar.. sürekli, o güne kadar elde ettiği şeylerin elinden gideceği hafakanlarıyla oturur-kalkar.. mevcudu muhafaza ve ona yeni şeyler ilâve etme hırsıyla tûl-i emelden tûl-i emele (uzun emeller) koşar ve yer yer tevehhüm-i ebediyet (ebedi yaşayacağını zannetme) hezeyanlarına girer; bu konuda zihni olmazlara takılınca da ölüm korkusuyla soluklanmaya durur.. ve bu düşünce fasılalarının, daha doğrusu hezeyan vetirelerinin hemen hepsinde kendini çepeçevre ve iç içe zulmetlerle kuşatılmış gibi hisseder.

O, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın resmettiği şu tablodaki bedbaht gibidir: “Onların/onun hâli -duygu ve düşünce itibarıyla- derin bir denizde yoğun bir karanlık içinde bulunan birine benzer ki, bir yandan denizde dalga dalga üstüne, diğer yandan üstünde ürperten kopkoyu bir bulut.. öyle ki bu üst üste karanlıklar içinde o, kendi elini çıkarıp görmek istese onu dahi göremez.” (Nur, 40) Evet, o genel atmosferi hep böyle görür ve elem üstüne elem kâbuslarıyla kendini cehennem gayyasında sanır.” (Ruh Zehirlenmesi)

İşte en yüce makamlara ve yükseklere namzet ve aday iken en derin çukurlara düşen bu zavallılar için bütün kâinatta işleyen o harikulade icraat ve faaliyetler görülüp anlaşılamaz olur ve bunlar artık bir nevi körler ve sağırlar haline gelirler:

“Ruhunu mâsivâ (günahlar) ve mâlâyâniyât (lüzumsuz işler) ile zehirleyip felç etmiş böyle biri, tıpkı avlanmak için ormana açılmış acemi bir avcıya benzer ki, bir yandan o “av, av” derken diğer yandan da başkası tarafından avlanma korkusuyla tir tir titrer ve bağırıp çağırarak müteselli olmaya çalışır. Aslında o çoktan his ve kaprisleri tarafından avlanmıştır ama bunun farkında değildir.

Kapalıdır kapısı-penceresi fizik ötesi âlemlere. Ne mahiyet-i insâniyedeki derinliklerden bir şey anlar ne de fezâ-yı ıtlaktaki beşyüz milyar galaksinin, dört yüz elli milyar yıldız kümesinin ahenk içindeki nağmelerini duyar.

O, enfüsteki (içindeki) pırıl pırıl parıldayan bir meşaleyi söndürdüğünden, ne o başları döndüren eşya ve hadiselerin nizam ve şiiriyeti ne de onun arkasındaki muhit ilim, kâhir kudret ve bâhir meşîet ona bir şey ifade etmez; etmez de o bu yoklar sarmalı içinde hep hiçlik soluklanır durur.

Evet o, ruhunu zehirlemekle, görme, duyma ve değerlendirme mekanizmalarını da felç etmiştir. Kur’ân-ı Mu’cizu’l-Beyan böylelerini o enfes üslubuyla şöyle resmeder: “Kalbleri var ama idrak edilecek şeyleri idrak etmezler/edemezler; gözleri vardır fakat görmezler/göremezler; kulakları vardır ancak işitilecekleri işitmezler; bu itibarla da onlar -bir mânâda- hayvan, hatta ondan da sapkın ve sapıktırlar.” (Ârâf, 179)

Dünden bugüne bu tip ve bu çizgide dünya kadar insan, daha doğrusu insan suretinde pek çok kimse gelip geçtiği gibi, bundan sonra da o şeytan figürleri hep olagelecektir. Bunlara mukabil cismâniyetini kontrol altına alan, hayvaniyetten sıyrılıp kalbî ve ruhî hayata müteveccih bulunan dırahşan çehreler de eksik olmamıştır ve olmayacaktır. Bu durumda bize düşen şey, gölgemizi arkamıza alarak ihlâs, rıza ve iştiyak-ı likâullah (Allah’a kavuşma arzusu) yolunda soluklarımız kesilesiye O’na müteveccih yürümek olmalıdır; zira teveccühün teveccühe vesileliği değişmez bir âdet-i Sübhâniyedir.” (Ruh Zehirlenmesi)

İnşallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim…
14 Kasım 2025 18:38
DİĞER HABERLER