Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni köşe yazısını 'Sahabe kokusu var bu bahçelerde' başlığı ile kaleme aldı.
Osman Özsoy arkadaşımız sormuştu: “Efendim, nüfus sayımında bize vazife vermişlerdi. Ev ev dolaştık. Dikkatimi çeken şu oldu; her evin kokusu ayrı… Fakat bizim yurtların ve talebe evlerinin kokusu bir… Sanki hepsinde aynı koku var. Bunun sebebi ne olabilir?” Cevaben, “Osman Bey, bizim müesseselere uğruyorlar!..” buyurmuştu. Başta Efendimiz’in (S.A.S.), Sahabe Efendilerimizin ve diğer mübarek büyüklerimizin manevî ziyaretlerinden bir şekilde sinen koku idi bu elbet…
Erzurum’da Hocaefendi, Hizmet’i ilk tanıyışını anlatırken “Bizi ilk defa dersaneye davet ettiklerinde Hâtem Hoca arkadaşımla gitmiştik. Çok sade, basit fakat tertemiz bir mekâna girince, oradaki insanların ihlaslı halleri bana, sanki sahabelerin bulunduğu bir mekâna girmişim gibi geldi. Babam Ramiz Hoca, çok sahabe aşığı bir insandı ve onlarla ilgili çok kitap okurdu. Ben de öyle… İçimden, ‘Ya Rabbi beni bu cemaatten eyle’ diye dua ettim. Birkaç gün sonra Cuma idi. Vaiz çok güzel konuşuyordu. Coşup kendimden geçmişim, ‘Allah’ım beni bu cemaatten ayırma diye yalvardım yakardım.” dedi.
“Işık Evlerde Hayat” yazısında da şöyle diyor: “En derin ledünnî güzelliklere açık saniyeler, ruhun isteklerini çoğaltarak ve inkişaf ettirerek geçen dakikalar, gönüllere genişlik salıp sonra da sonsuzlaşan saatler, çağımızda dünyanın en güzel biraz da muhataralı yerleri olan IŞIK EVLERE yaraşır.
“Her akşam, işinden, okulundan, dairesinden ayrılıp bir VAHA’ya koşuyor gibi, ışık evlere koşup gelenler, bu evlerin kendilerine has büyüleyici duygularına dalar, şurada-burada zihinlerine ilişen kötü, duygu ve tutkulardan sıyrılır, başları Cennetlere ulaşmış gibi derin bir huzura ererler. Her akşam her vazife dönüşü, ışık evlerin MÜDAVİMLERİ için hayata yeniden dönüş ve kendilerini idrâk ediş demektir. Onlar, her yirmi dört saatte bir kere yeni bir BA’SÜ BA’DEL MEVT (Öldükten sonra dirilme) görür, ruhlarındaki Cennetlerde dolaşır ve renkli talihlerine tebessüm eder, kendilerinden geçerler.
“Biz hepimiz, MÂBEDLEŞEN bu IŞIK EVLERİN gölgesinde varolmanın, yaşamanın, ümitlenmenin, ölçülü bulunmanın ne demek olduğunu daha iyi anlar, kendimizce hayatı daha derinden kavrar ve varlığı daha farklı buluruz. Güya her gün onlara ulaşacağımız ana kadar birer KADAVRAYMIŞIZ da, onlara ulaşınca, KUDRET’ten İlahî nefhalara ermiş gibi dirilip, başkalaşıp ötelere uyandığımızı ve birer mânâ insanı haline geldiğimizi hissederiz. Sanki onların içinde geçirdiğimiz her dakika, sonsuz zamandan bir parçaymış gibi, ruhlarımızda ebediyet duygularını deşer ve gönüllerimize hayat üfler geçer; geçer de bu sihirli esintilerin, bu tılsımlı tesirlerin altında hayatı, daha bir başka hisseder ve daha bir başka yaşarız.
“Bizler, çok defa bu sihirli muhitte, hazların en erişilmezine, itminan ve sükûnun en baş döndürücülerine erer, her şeyi bir aşk ve şevk neşvesi içinde tanır, duyar ve kendi kendimize: ‘Yoksa bu yaşadığımız hayat CENNET HAYATI MI?’ diye mırıldanırız.
“Ben şahsen, Işık Çağından bu yana, varlığını Cibril’in emniyetle açılıp-kapanan kanatları altında sudûre gelmiş bu NURDAN EVLER’de akıp duran zamanları, onların hususî şivesini her zaman kanımda ve asabımda hissetmişimdir. (…) Öyle zannediyorum ki, dünyada, en tesirli zevkler, en baş döndürücü lezzetler, en canlı şiirler, en tatlı musibetler ülfete, ünsiyete yenilseler de, her zaman sonsuza açık bu IŞIK EVLER, gönüllere bakan derinlikleri ve gözleri kamaştıran renkleriyle ebedlere kadar pür pür parıldayacak ve ülfetler karşısında renk atmayacaklardır.” (Günler Baharı Soluklarken)
Bizim ocakları hâlâ tüten bu mekânlarımıza, bu huzur odağı serâlarımıza, bu sahabe kokusu yayan bahçelerimize, çok büyük aşk-şevk ve gayretler ile candan sahip çıkmamız gerekiyor…