Yargı siyasi iktidara nasıl bağımlı hale getirildi; bu uzun hikâyeyi sadece bir tek kanunu örnek vererek anlatacağım.
18 Haziran 2014’te 105 maddelik bir “torba kanun” çıkarıldı. Kanunun bir maddesi, yargıya nasıl müdahale edildiğinin belgesidir. Kanunlaşmış belge!
Türk Ceza Kanunu’nun 277. maddesine göre ister “soruşturma” aşamasında olsun, ister “kovuşturma” yani mahkeme önündeki yargılama aşamasında olsun, hukuki süreci etkilemek, hele de emir vermek, baskı yapmak suçtur. Evrensel hukukta da böyle.
Fakat söz konusu torba yasadaki 69. madde ile metinden “soruşturma” kelimesini çıkardılar; artık sadece “kovuşturma” yani yargılama aşamasında yargıya baskı yapmak suç olacaktı!
Böylece 14 ve 25 Aralık soruşturmalarında Adalet Bakanlığı tarafından savcı ve hâkimlere yapılmış olan baskılar, telefonla verilen emirler, yapılan tehditler suç olmaktan çıkarıldı!
Ben okuduğum hukuk tarihi kitaplarında sivil dönemlerde bunun bir örneğini görmedim.
***
KAYYUMLAR NİYE BÖYLE?
Bunlar benim değil; saygın hukukçuların tespitidir. AB İlerleme Raporu, Venedik Komisyonu Raporu gibi uluslararası hukuk belgelerindeki tespitlerdir.
Yol böyle döşenince, gidilecek yer bellidir.
Ve bakıyoruz, Koza Grubu’na atanan kayyumların ezici çoğunluğu ya AKP ilçe yöneticisi ya AKP’li belediye üyesi veya AKP vekil adayı ya da AKP iktidarının bürokratı yahut eski medya yöneticisi...
Niye “tesadüfen” başka partililerden birkaç kişi yok? Niye tarafsız görülebilecek kişiler çoğunlukta değil? Niye çoğu avukat? Bu şirketlere işletmeci niteliğinde kayyumlar atamak gerekmez miydi?
Dahası... Madem şirketlerin para işlemlerinden şüphe duyuluyor, niye “denetçi kayyum” atanmadı da siyasi eğilimi belli “yönetici kayyumlar” atanarak yönetime ve medya organlarına el konuldu?
Bu soruların cevabı belli: Kayyumların ilk icraatı, fişi çekip ekranları karartmak oldu. Amaç buydu zaten.