TCK'yı hazırlayan uzmanlar konuştu: Yargılama sürecinde yanlış yapılıyor

Prof. Dr. İzzet Özgenç, 15 Temmuz darbe teşebbüsü bağlamında yüz binlerce insanı örgüt üyeliğiyle ilişkilendiren bir süreç işletildiğine dikkat çekerek, “Bu doğru bir süreç değil. Bu yanlıştan dönmek için hukukçular olarak aynı dili konuşmamız lazım” dedi.

Ankara Hacı Bayram Üniversitesi’nde düzenlenen bir panelde “Darbe Teşebbüsüne İştirak ve Ceza Hukuku Sorumluluğu” konusu ele alındı.

Moderatörlüğünü Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cumhur Şahin’in yaptığı panele konuşmacı olarak Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Hocası ve Kamu Hukuk Bölüm Başkanı Prof. Dr. İzzet Özgenç ile Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Gökcen katıldı. Prof. Dr. İzzet Özgenç, 15 Temmuz darbe teşebbüsü bağlamında yüz binlerce insanı örgüt üyeliğiyle ilişkilendiren bir süreç işletildiğini ifade ederek, “Bu doğru bir süreç değil. Bu yanlıştan dönmek için hukukçular olarak aynı dili konuşmamız lâzım” şeklinde konuştu.



En büyük mağdur yargı teşkilatı

Panelde konuşma yapan Prof. Dr. Ahmet Gökcen, “Her seferinde ülkemizin önünün açılacağını ve belli hedeflere ilerleyeceğini tahmin ettiğimiz, gördüğümüz dönemlerde hepimizi kahreden birtakım hadiselere tanık olmaktayız. 



Bu hain darbe teşebbüsünün şüphesiz en büyük mağduru, mağdurlarından en çok zarar göreni yargı teşkilatıdır. Çünkü yargı teşkilatından yapılan ihraçlar ve yaşanan gelişmelerden görüyoruz bu sürecin ne kadar etkili olduğunu. Bakınız ceza hukuku devletin demir yumruğudur. 

Yani bir suç işlendiği zaman, neyle mücadele edeceksiniz? Yargı teşkilâtı... Yargı teşkilâtının da savcılık ayağı. Bu doğru bir süreçtir” ifadelerini kullandı.

Sorunlu olan husus suçların manevÎ unsuruyla ilgili

Gökcen, “Şimdi ceza hukuku bakımından, inceleme konumuz açısından TCK’nın 314. maddesindeki suçtan bahsetmemiz lâzım. Birinci fıkrasında diyor ki: “Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Örgütün tanımlandığı madde ise 220. maddedir. “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Örgütün meydana gelmesi için bir zarar meydana gelmesi aranmaz. Bu bir tehlike suçudur. Burada sorunlu olan husus bu suçların manevî unsuruyla ilgilidir. Manevî unsur dediğimiz zaman manevî unsur başlığı altında bakmamız gereken kast ve kast taksir, kast taksir kombinasyonu ve saik.  Şimdi bildiğimiz gibi suçlar kural olarak kasten işlenir. Kanunun maddesinde taksiri işaret eden bir ibare yoksa o kasten işlenir demektir” diyerek şöyle devam etti:

Kanun taksirli hali cezalandırmıyor

“Bir de belli bir amaca yönelik olarak bu suç işlendiği için o amacın da hedef alınması lâzım. Demek ki bu suçun faili olabilmek için anayasal düzene karşı suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğunu fail bilecek ve bunun içerisinde yer alacak. Yani fail içinde bulunduğu yapının silâhlı bir örgüt olduğunu ve amaç suçları işlemeye elverişli bir yapı olduğunu, zamanı geldiğinde bu amaç suçları işleyeceğini bilecek, bildikten sonra bir de bunu isteyecek. Bu bilerek yapılması amaçlanan fiilleri de isteyecek ve bu amaçla da o yapının içerisinde kalmaya devam edecek. Şimdi böyle bir yapının içerisinde efendim; bunlar suç işleyebilirler, ileride de darbe yapabilirler, ama pek de yapmayacaklar galiba. Olursa da olsun diye içinde bulunanlar... Bu durumda ne söz konusu olabilir olası kasttan söz edilebilir. Peki çok dikkatli olsa iyice bunların kılcal damarına girseydi, görecekti. Ama sen bunları görmemişsin dediğimiz zaman, öngörmüş, yapmazlar devlete sadıktır demiş. Bu takdirde belki bilinçli taksirden söz edilebilir. Ya da hiç öngörmemiş. Ön görmesi gerektiği halde ön görmemiş. Nasıl bir davranış bu? Taksirli davranış. Burada bu dâvâyı açan savcımızın veya cezayı veren hâkimimizin ya da kararı onayan yüksek hâkimlerimizin hep bunu göz önünde bulundurmaları gerekir. Aksi takdirde olacak olan şey şudur. Fiilin taksirli halini cezalandırmış oluruz. Ama kanun taksirli hali cezalandırmıyor. Hatta bilinçli taksiri cezalandırmıyor.”

Açtığımız dava başka, sorduğumuz soru başka

Gökcen sözlerini şöyle sürdürdü: “ İddianamelere bakıyoruz. 10 sayfa, 20 sayfa, 30 sayfa hikâyeden sonra kişiyle bunun ilişkilendirilmesi lâzım. İlişkilendiriliyor mesela diyelim ki. Baştan beri yapının içinde bulunmuş. Pensilvanya’ya gitmiş, işte orayla telefonla görüşmeleri, Hts kayıtları, bunlarda problem yok. Ama kişinin hiç oralarla ilişkisi yok. Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet tarzında. O en altta olanlar açısından baktığımız zaman bunlar hakkında dâvâ açan savcımızın mutlaka bu kişinin bu suçu, bir darbe girişimine kalkılabileceğini bilerek bu yapının içinde kaldığına inanarak dâvâ açması lâzım. Bunu bildiği için bu kişiye bu maddeden ceza vermek lâzım. Ama uygulamada baktığımız zaman meselâ deniyor ki sen 2009 yılında bunların kurduğu derneğe girmişsin, 17 25 Aralık’tan sonra da çıkmışsın, niye girdin? Veya işte 2010 yılında filanca derneklerine yardım etmişsin niye yardım ettin. Açtığımız dâvâ başka sorduğumuz soru başka. Yani buna sorulması gereken soru şu. Sen bu darbenin neresindesin? Ne zaman haberdar oldun? Tamam, sen darbeye katılmamışsın, ama bundan haberin var mı? Gerçekten biz at izini it izine karıştırdığımız zaman uygulamada yaşanan süreçte bir hayli aksamalara sebebiyet verilebilir.”

Delilsiz ceza verilemez 

Delilsiz ceza verilemeyeceğinin altını çizen Gökcen, “Buradaki zorluk suçun tehlike suçundan olmasından kaynaklanıyor. Zarar suçu olsa kolay. Tehlike suçu ne demek? Zarar ihtimali var sen onu önleyeceksin. Ama onu delillendireceksin. Delillendirmeden, tahmine dayalı olarak, “bilmen gerekirdi!” “Bilmen gerekirdi” ne demek? Bilmen gerekirdi demek taksirdir zaten. Sonuç itibariyle kanun düzenlemesi açıktır. Anayasal düzene karşı suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütten kişinin haberdar olması, bunu tasvip etmesi ve bunun içerisinde temadi edecek şekilde kalması gerekir. İstinaf mahkemelerinden örgüt üyeliğinden yanlış verilmiş de bozulan bir karar hiç görmedim. İstinaf mahkemelerini aslında bu suçlar bakımından devre dışı bırakmak lâzım. İşi uzatıyor. İstinaf mahkemeleri bu ateşe elini sokmuyor” dedi.

***

Bunların ortaya çıkarılması lâzım

Diğer konuşmacı Prof. Dr. İzzet Özgenç ise şunları ifade etti: “Bu darbe teşebbüsüyle ilgili olarak sadece hangi ilde kimin sıkıyönetim komutanı olduğunun belirlenmesiyle mi yetinilmiştir. Yoksa 18 Temmuz pazartesi günü Ankara’da kimin valilik koltuğuna oturacağının belirlendiği bir planlama var mıdır? 18 Temmuz günü Anayasa Mahkemesi başkanlığına kimin getirileceğine dair bir belirleme yapılmış mıdır? Bunların ortaya çıkarılması lâzım. Yani bunu sadece bürokrasi anlamında düşünmeyin. Siyaset anlamında da düşünün. Ya da şunun üzerinde durmak lâzım. O gün darbeye teşebbüs ettiniz. Pazartesi gününe kadar askerler sağda solda. Bu insanların yeme içme ihtiyacının giderilmesi lâzım. Birçok insanı bir yerlerde toplayacaksınız. Bu insanlara da az da olsa bir kuru ekmek yedireceksiniz. O ekmeğin teminine yönelik ihalenin de nasıl yapılacağı planlanmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü bağlamında da böyle bir hazırlık var mıdır yok mudur bunun ortaya konması lâzım.”



Hepimiz bir yanlışın içinde olabiliriz

Özgenç süreçin doğru işletilmediğini savunarak, “Bu kadar fazla örgüt üyesi üretmenin suç siyaseti bakımından sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Ve bu örgüt üyesi diye ürettiğimiz insanların toplumda eğitim görmüş bir kesim olduğunu da göz ardı etmeyelim. Yüz binlerce insan örgüt üyeliğiyle ilişkilendiren bir süreç işletiyoruz. Bu doğru bir süreç değil. Hepimiz bir yanlışın içinde olabiliriz. Ama bu yanlışın üzerine bu insanları terör örgütüyle ilişkilendirerek gidemeyiz. Bunun altından bizim hukuk devleti olarak çıkma şansımız yok. Terör örgütüyle ilgili mahkûmiyet kararları verilebilir, ama bunları somut suç temelli olarak vermek lâzım gelir. 

Bu yanlıştan dönmek için hukukçular olarak aynı dili konuşmamız lâzım, aynı endişeyi paylaşmamız lâzım, aynı hassasiyetle aynı yaklaşım biçimiyle üstüne gitmemiz lâzım. Suçla mücadele ederken yeni bir takım mağduriyetlere sebebiyet vermememiz lâzım” ifadelerini kullandı. 

Üniversiteler suskun kaldı

Panelin soru cevap kısmında söz alan yüksek yargı mensubu bazı hâkimler ise üniversitelerin bu dönemde suskun kaldığını, akademisyenlerin korktuğunu ve bu durumu bildiklerini ancak korkmamalarının gerektiğini, anayasal düzene karşı işlenen bu suçlarla ilişkili dâvâların yeni olduğunu ve bu dâvâlarla ilgili yerleşik içtihatlar oluşturabilmek için farklı görüşlerin dile getirilmesi gerektiğini belirterek bu dâvâların kamuoyunda bir zulüm makinesi gibi gösterilmesinin ve böyle bir algı oluşturulmasının yanlış olduğunu ifade ettiler
15 Temmuz 2019 09:25
DİĞER HABERLER