Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni köşe yazısını 'Tesadüf değil tevafuk' başlığı ile kaleme aldı.
Üstad Hazretleri tevâfuk hususunda diyor ki: “Tevâfuktaki, ilâhî, gaybî müdâhaleyi bir mektupta size böyle bir temsil ile beyan etmiştim. Mesela, benim avucumda nohut, leblebi, üzüm, buğday gibi maddeler bulunsa, ben onları yere atsam, üzüm üzüme, leblebi leblebiye karşı sıralansa hiç şüphe kalır mı ki, elimden çıktıktan sonra ayrı bir el müdahale edip sırlanmasın. İşte harfler ve kelimeler o maddelerdir, ağzımız o avuçtur.” (Barla Lâhikası)
“Malumdur ki, TEVÂFUK, cifir ilminin anahtarlarından mühim bir anahtardır. Eğer bir defa tevafuk ise (yani sadece bir tane olduğu için ona) Delâlet denilmez. Fakat HAFİ bir ÎMÂ olur. Eğer iki cihet ile aynı meseleye tevafuk gelse, îmâdan Remiz derecesine çıkar. Eğer iki-üç cihetle aynı meseleye gelse, İşaret olur. Eğer lâfızların mânâları, harflerin işaretlerine münasip gelse ve işaretle bahsedilen insanların ahvâli o mânaya mutâbık ve muvafık olsa, o işaret, o vakit Delâlet derecesine çıkar. Eğer altı-yedi vecihle tevâfukla beraber, kelimelerin mânası, harfî işaretlere muvafık gelse, halin muktezasına da mutabık olsa, o dalalet o vakit SARAHAT derecesine çıkar.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî)
İlk Ve İkinci HASAN FEYZİLER
Üstad’ın talebelerinden Milaslı Halil İbrahim Ağabeyimiz, Üstadımıza yazdığı mektubunda diyor ki: “Muhterem Efendim! Duyduğuma göre, Denizli’de bundan 70-80 sene evvel, büyük evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine, “Bugün Kürdistan’da bir evliya dünyaya geldi!.” diye müjde vermekle, sizin doğumunuzu işaret buyurmuş. Üstadım sizin daha sonra Denizli’ye başka başka perdelerle teşrifiniz o zâtın ruhunu şâd etmek ve aziz tutmak için olduğunu telakki etmiştim. Az zaman sonra aynı isimde vefat eden Hasan Feyzi Efendinin Risale-i Nur’a hürmetle birinci Hasan Feyzi’ye imtisâlen istikbal etmesi ve Nurlara âşık olarak Nurlara dahil olması bu kanaatımı kat kat ziyadeleştirdi.” (Emirdağ Lâhikası)
1971 İzmir davası sonra bir müddet Denizli’de kalmıştım. O zaman Birinci Hasan Feyzi Efendinin kabrini ziyaret etmiştim. Kabri bir caminin çevresindeki türbede bulunuyor. Hakikaten yoğun bir mâneviyat var.
Birinci Hasan Feyzi Efendinin halifesinden sonra ikinci Hasan Feyzi o tarikatta Şeyh olmuştur. Denizli hapishanesinde şehid olan Hafız Ali Ağabeyin kabrinin bulunduğu kabristanda İkinci Hasan Feyzi Efendinin de türbesi vardır. Müridleri tarafından mezar taşında şeyh olduğu yazılı… Ben okudum.
Üstad Hazretlerinin Denizli’ye gelişini “Merace’l-bahreyn” olarak yani iki denizin, yani iki Hizmetin birleşmesi olarak değerlendirenler vardır. Ayrıca bu birleşme yerinin Denizli isimli bir şehir olmasını bir tevafuk sayarlar.
İkinci Hasan Feyzi (Yüreğil) Üstad Hazretlerine yazdığı bir şiirinde diyor ki:
“Bâb-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem
Dahi nezrim bu ki, CANIM SANA KURBAN OLACAK”
Gerçekten adağı kabul edilmiş ve vefat etmiştir.
Onun için Üstad Hazretleri şöyle diyor:
“Risale-i Nur’un kahramanlarından ve Hafız Ali’nin makamına geçen merhum Hasan Feyzi’nin vefatı, Denizli’ye, Risale-i Nur dairesine ve bu memlekete ve Âlem-i İslama büyük bir zayiattır. (…) Ben bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım. Hem size bundan evvel yazdığım mektuptaki, şiddetli hiddetin ve beynimdeki perişaniyet, şimdi tahakkuk etmiş ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününde başlamış. Hatta o tesir, irademi selbetmişti. Demek ki, ikinci bir ruhum hükmünde Hasan Feyzi, benim bedelime ölmüş ve ölüyor.”
Hayat Vahdet Ve İttihadın Neticesidir
Üstad Hazretleri, Re’fet Beye yazdığı bir mektubunda diyor ki:
“Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. (…) Tesânüd bozulsa, cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa, kıymeti üçtür. Rakamların dayanışması ile yanyana bir araya gelseler, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi… Sizin gibi üç dört tane Hak Hizmetkârı, ayrı ayrı, taksîmü’l-âmal olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakiki bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüd ve dayanışma ile, birbirinin aynı olma derecesinde birbirinde fâni olma (tefânî) sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. (…) Sakın birbirinizi tenkit kapısını açmayınız.” (Barla Lâhikası)