Selam Tevhid gerçeği

Selam Tevhid gerçeği
"Belki karşı dava demek daha doğru olacak. Çünkü Selam Tevhid davası kapatıldı. Bu dava, kapatılan davanın bir nevi rövanşı."

Türkiye'yi derinden sarsan ve Cumhuriyet tarihinin ve dünyanın en büyük casusuluk dosyalarından biri olarak görülen 'Selam Tevhid' davası konuşulmaya devam ediyor.

Avukat İrfan Sönmez konuyla ilgili bir yazı kaleme alarak 'Selam Tevhid' davasının gizli gerçeklerini anlattı.

İşte Sönmez'in Meydan Gazetesi'nde yer alan o yazısı:

"Belki karşı dava demek daha doğru olacak. Çünkü Selam Tevhid davası kapatıldı. Bu dava, kapatılan davanın bir nevi rövanşı.

Devasa bir casusluk ağını ortaya çıkaranlar şimdi casusluktan, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmak ve silahlı örgüt kurmaktan yargılanıyor.

Dava iki temel iddiaya dayanıyor, birincisi: Selam Tevhid örgütü diye bir örgüt yok, dolayısıyla kadim dostumuz İran'ın Türkiye'ye karşı bir casusluk faaliyeti de yok. Olmayan bir örgüt var edilerek -hükümetin bazı üyelerinin- dinlendiği, görevini yapması engellendiği iddia ediliyor.

İkincisi ise bazı HDP'liler dinlenerek Barış ve Kardeşlik projesinin, yani çözüm sürecinin akamete uğratılmak istendiği iddiası.

Aslında her iki iddia da kendi içinde tenakuzlar taşıyor. İddia ile bugün karşı karşıya olduğumuz acı gerçekler karşılaştırıldığında bu mesnetsiz dava için söyleyecek fazla şey kalmıyor. İktidarın casusluk faaliyeti yakıştıramadığı İran, 5 yıldır Suriye'de Türkiye'ye karşı dolaylı bir savaş veriyor. Bozmaya çalıştılar dedikleri çözüm süreci Türkiye'yi iç savaşın eşiğine getirdi. Güneydoğu'dan gelen şehit cenazeleri, yükselen feryatlar, evini barkını terk etmek zorunda kalan insanların dramı bu sürecin ürünü.

Aslında bu tip davaların bir adalet arayışı ile ilgisi yok. Mahkeme dekoru altında siyasi bir hesaplaşma ve cenaze merasimi yapılıyor. Yargı burada sadece hukuksuzluğu meşrulaştırma işlevi görerek, tepkilere karşı siyasetin paratoneri görevini yapıyor. Zulme, haksızlığa, adalet kisvesi giydiriyor.

Selam Tevhid örgütü yeni bir örgüt değil. 1979'da İran devriminden hemen sonra çevre ülkelere devrim ihraç etmek maksadıyla kurulmuş bir örgüt. Türkiye'de de uzun yıllardır faaliyette. Nitekim 90'lı yıllarda öldürülen Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kışlalı gibi isimlerin bu örgüt tarafından katledildiği ortaya çıktı. Yoktur denilen örgütle ilgili bundan tam 16 yıl önce 12 Mayıs 2000 tarihinde DGM Başsavcılığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nden bilgi istiyor. 2002 yılında Ankara 2 No'lu DGM tarafından mahkum edilenler var, Yargıtay'ın 2014 yılında terör örgütüdür diye kararı var.

Selam Tevhid: Hayal değil gerçek bir örgüt
Örgütün son uzantısı ise tamamen bir rastlantı sonucu ortaya çıkıyor. Bursa'da uygulama yapan polis GBT taraması sırasında bir bayanın (K.Y.) kocası tarafından kayıp müracaatı olduğunu görüp kendisine söylüyor. Kadın eşinin bu müracaatına bozulup bir gün sonra Bursa Emniyeti'ne gidip eşinin (H.A.Y.)İran adına çalıştığını, devlete ait bilgileri para karşılığı sızdırdığını söylüyor. İmzalı ifade vermeyi reddedince kendisine bu bilgilerle bir işlem yapılamayacağı söyleniyor. Bir kaç gün sonra Bursa Emniyeti ek bina kantinine bir koli gönderiliyor. Kantin yetkilileri bir sipariş vermediklerini söyleyince bomba şüphesi ile bomba imha ekipleri çağrılıyor. Koli kontrol edilince içinde çeşitli bilgi ve belgelerin olduğu görülüp, Bursa, İstanbul Terör Savcılığı'na bağlı olduğu için belgeler olduğu gibi oraya naklediliyor.

Soruşturmanın fitilini ateşleyen bayan, İstanbul Emniyeti'ne çağrılarak ifadesi alınıyor. Hedef 55 kişinin dinleme kararı alınıyor, soruşturma esnasında İran Konsolosluğu ile bağlantılar, alınan paralar, el yazılı belgeler, devlet güvenliği açısından çok tehlikeli ilişkiler ortaya çıkarılıyor. Öyle ki telefonda İran konsolosluk çalışanıyla bilgi/para pazarlığı yapanlar bile var. Soruşturma medyaya düşer düşmez hedef kişilerin tamamı kaçıyor. Mahkemede bir Avukatın, bu adamlar masum ise niye hiç biri Türkiye'de değil ve niye hiç biri bizi niye dinlediniz diye bu davaya müdahil olmadı sorusu, Selam Tehvit örgütü var mı yok mu sorusunu açıklar mahiyetteydi.

Siyasi davalar mahkemelerde karara bağlanmaz
İşte açılan karşı dava böyle bir örgüt olmadığı ön kabulü ile başlıyor. Örgütün binlerce insanı dinlemek, iktidarı dikizlemek, politikalarına müdahale etmek amacıyla cemaat yapılanması tarafından uydurulduğu iddia ediliyor. Soruşturma medyaya düştüğünde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı 7000 civarında insanın dinlendiğini söyledi. Gazeteler infazı kolaylaştırmak için Başbakan'ın, bakanların dinlendiğini yazdılar. Bunların hepsinin gerçek dışı değil,-yalan-olduğunu söylemeye gerek var mı? Dosyada 4 yıl süren soruşturma boyunca dinlenen insan sayısı sadece 232. Bunların 55 tanesi hedef kişiler, diğerleri onlarla şüphe uyandırıcı düzeyde irtibatı olanlar. Milletvekiliyken dinlenen hiç kimse yok.

Başbakan veya Bakanların dinlendiği tamamen çarpıtma. Başbakan'ın 2 danışmanı hedef kişilerle dikkat çekici düzeyde telefon görüşmeleri olduğu için tamamen yasal mevzuata uygun olarak CMK. 135 gereği 3 aylık bir süre için dinlemeye alınmış. Başbakan bu telefonlarla görüşme yapınca da derhal o telefonlarla ilgili dinlemelere son verilmiş.. Buna Başbakan'ı, bakanları dinlemişler denilebilir mi? Yüzlerce danışmanı olan bir Başbakan iki danışman üzerinden mi takip edilir?

HDP'liler, PKK'lılar dinlenerek barış sürecinin akamete uğratılmak istendiği de öyle. Doğrudan dinlenen hiç bir HDP'li yok. Sadece iki HDP milletvekili dinlenen kişilerle telefon görüşmesi yaptıkları için dinlemeye takılmışlar. PKK' yı niye dinlediniz diyebilmek için ise uzayda yaşamak gerekir. Keşke PKK zamanında takip edilse, Türkiye içinde bulunduğumuz bu kanlı süreci hiç yaşamamış olsaydı. İddianame çözüm süreci devam ettiği dönemde hazırlandığı için -kurgusunu- çözüm sürecini savunma üzerine kurmuş. Şimdi o süreci sahipleri bile savunamıyor. İddia makamı davasını siyasete endeksleyince değişen şartlarla birlikte iddia da boşlukta kalmış.

17/25 Aralık'tan sonra açılan davaların birçoğunda ciddi dezenformasyonlar yapıldı. Görsel ve yazılı medya kullanılarak vicdanlar kirletildi. Yoğun algı kampanyaları ile insanların hakikati görebilmeleri engellendi. Toplum gerçeği, yalanı tefrik edemez hale geldi. Bu davalar siyasi olduğu için sanık sandalyesinde suçlular değil, siyasi gücü elinde bulunduranların hasımlaştırdığı kişiler oturur. Onlar suçlu değil, siyasetin düşman ilan ettikleridir. Siyasi davalar mahkemelerde karara bağlanmaz. Bu davaların nihai kararını tarih verir. Tarih bu davaları yeniden düşünecek ve karara bağlayacaktır. Tıpkı Yassıada kararları gibi..."

*Avukat İrfan Sönmez

10 Şubat 2016 10:31
DİĞER HABERLER