Yaşlıyı Genç Said'ler İçin Muhafaza

"Bir sene önce ziyaretine gidince Hocaefendinin rahatsızlığının arttığını görmüştüm. Doktorlara sebebini sorunca, Türkiye’deki mazlumiyet ve mağduriyetleri işitince yemeden-içmeden kesildiğini söylediler. Doktorlar ve birkaç ağabeyimizle beraber görüşme talebinde bulunduk. Ne anlatabilirdik? Aklıma Üstad Hazretlerinden misal vermek geldi. "
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lâhikasının ikinci bölümünde (233. Mektubunda), ihtiyarlık döneminde hayatını korumak için aldığı tedbirlerin önemini, hikmet ve sırrını izah için diyor ki:

Eski Harb-i umumîde Pasinler Cephesinde şehid merhum Molla Habib'le beraber Rusya'ya hücum niyetiyle gidiyorduk. Onların topçuları bir iki dakika fasılayla bize üç top güllesi atıyordu. Üç gülle tam başımızın iki metre üstünden geçip, arkada dere içine saklanan askerimiz görünmedikleri halde geri kaçtılar. Tecrübe için dedim: 

"Molla Habib, ne dersin, ben bu gâvurun güllesine gizlenmeyeceğim." 
O da dedi: "Ben de senin arkandan çekilmeyeceğim." 

İkinci top güllesi pek yakınımızda düştü. Hıfz-ı İlâhî bizi muhafaza ettiğine kanaatle Molla Habib'e dedim: 
"Haydi ileri! Gâvurun top güllesi bizi öldüremez. Geri çekilmeye tenezzül etmeyeceğiz" 

Hem Bitlis muhasarasında ve avcı hattında Rus'un üç güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri de şalvarımı delip, iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül etmemek bir hâlet-i ruhiye taşıdığımdan, arkadan kumandan Kel Ali, Vali Memduh Bey işittiler, "Aman çekilsin veya sipere otursun" dedikleri halde, "Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmeyecek" dediğim ve hiçbir ihtiyat ve tedbire ehemmiyet vermeyerek o gençlik zamanında, o zevkli hayatımın muhafazasına çalışmadığım halde, şimdi seksen yaşına girdiğim halde gayet derecede bir ihtiyat ve hayatımı muhafaza, hattâ vesvese derecesinde tehlikelerden çekinmek hâleti acip bir tezat göründüğünden, elbette o gençlik hayatını pervasızca feda etmek, bir iki sene ihtiyarlık ve zevksiz hayatı  bu derece muhafaza etmek büyük bir hikmet içindir. Ve iki üç kudsî maksat, içinde vardır: 

Birincisi: Gizli, gayr-ı resmî ve bir kısım resmî, insafsız düşmanlarımızın desiseleriyle Nur şakirtlerinin bedeline bütün hücumları benim şahsıma ve benimle meşgul olmasına ve bilmeyerek ehemmiyeti benden bilmekle Nur şakirtlerinin bir derece desiselerden ve hücumlardan kurtulmalarına bu ihtiyar ve perişan hayatım vesile olduğundan, Eski Said'in on gençlik hayatı kadar kardeşlerimin hatırı için şimdilik ona muvakkaten ehemmiyet veriyorum. 

Eğer ben ortadan çekilsem, bana verdiği zahmet, ruhumdan ziyade sevdiğim has kardeşlerime verilecekti. O halde, bir zahmet, yüz adet zahmet olurdu. 

İkincisi: Gerçi has kardeşlerim her birisi mükemmel bir Said hükmünde Nura sahiptirler. Fakat ihlâstan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan; ve meşreplerin ihtilâfıyla, hapiste olduğu gibi, bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen; bu biçare ihtiyar hasta hayatım, tâ Lem'alar, Sözler mecmuası da çıkıncaya kadar ve korkaklık ve kıskançlık damarıyla hocaları Nurlardan ürkütmek belâsı def oluncaya kadar ve tesanüd tam muhkemleşinceye kadar o hayatımı muhafazaya bir mecburiyet hissediyorum. Çünkü uzun imtihanlarda mahkemeler, düşmanlarım, benim gizli ve mevcut kusurlarımı göremediklerinden, hıfz-ı İlâhî ile bütün bütün beni çürütemediklerinden, Risale-i Nur'a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ı içtimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Said'lerin bir kısmını, Nurun zararına iftiralarla çürütebilirler diye o telâştan bu ehemmiyetsiz hayatımı ehemmiyetle muhafazaya çalışıyorum. Hattâ yanımda bir rovelver varken, ikinci bir kuvvetli rovelver daha tedarik etmeye lüzum gördüm. Düşmanların zehirleri kardeşlerimin duasıyla kırıldıkları gibi, sâir suikastları dahi inşaallah akîm kalacaktır. 

Emirdağ Lâhikasındaki bu hatırayı anlatmamın sebebi: Bir sene önce ziyaretine gidince Hocaefendinin rahatsızlığının arttığını görmüştüm. Doktorlara sebebini sorunca, Türkiye’deki mazlumiyet ve mağduriyetleri işitince yemeden-içmeden kesildiğini söylediler. Doktorlar ve birkaç ağabeyimizle beraber görüşme talebinde bulunduk. Ne anlatabilirdik?  Aklıma Üstad Hazretlerinden misal vermek geldi. Dedim ki:  “Senirkentli Orman Mühendisi Ali İhsan Tola Ağabeyimiz riyazata bir başlıyor, 70 gün hiçbir şey yemiyor. Bunu duyan Dr. Tahsin Tola dört milletvekili arkadaşıyla  ziyaretine geliyor. Telaşla, “Seni hemen hastaneye kaldırmamız gerekiyor.“ diyor. Kabul etmeyince, “Öyleyse seni Üstad’a götürelim" diyor. Kabul edince, yatak-döşek Üstad’ın yanına götürüp durumu izah ediyorlar. Üstad kendisine diyor ki:  “Kendimize bakmazsak Hizmet edemeyiz…  Bak ben her gün bir yumurta yiyorum. 15 günde bir et aldırıp çektiriyorum, kıyma haline getirttikten sonra köfte yaptırıp yiyorum. Al, sen de ye."  Bunu anlatınca Hocaefendi „“Ben sadece yarım yumurta yiyebiliyorum" dedi.
Türkiye’deki kardeşlerin durumlarını düşündüğü için, boğazından  pek bir şey geçmiyordu. Daha sonra yine hayatı koruma meselesi açılınca Üstad Hazretlerinin Emirdağ Lâhikasında anlattığı bu meseleyi özetledim. Aslında kendi hayatına bu açıdan bakması ve dikkatle koruması için anlatmıştım. Hocaefendi öyle bir şahsiyet ki, biz “bir" söyleriz ama o “on" anlar… 
Fakat bizim de hem Üstad, hem de Hocaefendi gibi zatların sözlerinden ve tavırlarından da ders ve ibret almaya çalışmamız gerekiyor… 

Abdullah Aymaz 
08 Eylül 2020 11:33
DİĞER HABERLER