İmanın etrafındaki şüpheler (2)

  • Cuma Karaman
  • Cuma Karaman
    07 Oca 2022 11:31
    Geçen yazımızda değindiğimiz fikrî ve itikadî inkırazlara dikkatleri çekerek bu konudaki endişelerini dile getirenler ve çözüm arayanların önde gelenlerinden biri de hiç kuşkusuz ki Bediüzzaman Said Nursi Hazretleridir. Geçen yazının bir devamı olarak bu yazıda Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki görüşleri üzerinde durmaya çalışacağım. 
     
    Yaşadığı çağa sığmayan isimlerden biri olan Bediüzzaman, küreselleşmeye eşlik eden sorunların zamanlıca ele alınmaması halinde bunların gelecekte ciddi anarşiye yol açabileceği üzerinde durur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla ortaya çıkan hiziplere ve gruplara çatışma yerine, hedef gayede birleşmeyi tavsiye eder. Aksinin felaketlere yol açacağına dikkatleri çeker. Geçmişi tekrardan inşa etmek isteyenlere karşı gelir ve “eski hâl muhâl; ya yeni hâl ya izmihlâl” diye haykırır.

    Yaşadığı çağın ihtiyaçlarını çok iyi okuyan bir alim olarak Bediüzzaman, İslam Birliği gibi fikri akımlara karşı asıl meselenin imanî, yani itikadî olduğu fikrini savunur ve sorunun odağına imanla ilgili sıkıntıları koyar. Fen ve felsefeden gelen ve gelebilecek şüpheleri ilmî, aklî ve mantıkî yöntem ve argümanlarla izah ve izale eder. Buna rağmen, ne dediğine kulak bile asmayan muasırları onu türlü yaftalarla yaftalarlar. Pek çokları onu ve çabasını görmezden gelirken, birçokları da ceberrut rejimin zulmünden korkarak hem kendisinden hem de fikirlerinden uzak durur. Bediüzzaman ise, 28 yıl sürecek hapis ve sürgünlere, defalarca zehirleme teşebbüsüne rağmen asla pes etmez ve haklı davasını mahkeme salonları dahil bulduğu her fırsatta dile getirir. 

    Bugün şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliyoruz: Şayet çağdaşı olan alimler ve sonrasında gelenler imanî ve itikadî sorunlar üzerinde Bediüzzaman gibi durmuş olsalardı, hiç şüpheniz olmasın ki, İslam aleminde gün be gün yaygınlaşan Deizm bugünkü kadar etkili olamayacaktı. Bediüzzaman’ın soruna yaklaşım yöntemini ve yolunu takip etmek yerine bir kısım “alimler,” İslam dünyasının düçar olduğu problemi fıkhın bilinmemesine, bir kısmı tarikata ait bazı mistik ritüellerin terkine bağladılar. Bir kısmıysa tümden reaksiyoner bir tavra girerek kurtuluş umudunu “cihad”da gördüler. Tabii bir de sorunun çözümünü iktidar gücünü eline geçirmekte görenler oldu. İktidar olabilmenin yolu olarak da siyasi-dini istismarı ve geçmişe dair hamaseti gördüler. 

     

    Günün sonunda tüm bu farklı yöntem ve faliyetlerin sağlam bir muhasebesi yapıldığında Bediüzzaman’ın tespit, görüş ve yöntemlerinin ne kadar isabetli olduğu ehl-i vicdan ve akıl tarafından takdir edilecektir. Şüphesiz ki, diğer bazı grupların izledikleri bazı yöntemlerin haklı ve isabetli olduğu bazı hususlar da yok değildir, ancak problemin aslını teşhis ve tedavi etmekten çok uzak olduklarını yaşanılan hadiseler defaatle göstermiştir. Geçmişteki hataların bir uzantısı olarak problemin esasına odaklanamama İslam coğrafyasında bugün de bütün şiddetiyle devam etmektedir. Dini önderlerin ekseriyeti kendi takip ettikleri yolu din, farklı olanı ise küfür saymayı sürdürmektedir. Kendilerine muhalif olan fikirleri ise, kolayca sapıklıkla itham edebilmektedirler. 

     

    Bediüzzaman ve çağdaşı olan bazı ehl-î ilim zevat, itikadî ve akaide dair sorunlara dikkatleri çekmişler, ancak sorgulayıcı ve eleştirel düşüncenin her şekline karşı olanlar tarafından şiddetle reddedilmişlerdir. Gelenekçi düşüncenin devamı uğruna fikri gelişmelere ve yeni düşüncelere karşı zihin kapılarını tamamen kapatmışlardır. Diğer birçok sebebin yanısıra çağdaş fikirler ve yeni düşünceler uzun süredir İslamcoğrafyasına saldıran ya da hükmeden Batı hegemonyası ile özdeşleştirildiği için Batı’nın uzantısı olarak görülen bu fikirlerin ve gelişmelerin önüne yüksek setler, aşılmaz yasaklar koymuşlardır. 

     

    Malum olduğu üzere, çağının büyük bir dahisi olan İbn-i Sina kendisine ahiretin varlığı ile ilgili bir soru sorulunca, “Bu yolda akıl gitmez, nakle inanıyoruz” şeklinde cevap vermekle yetinmişti. Şüphesiz İbn-i Sina’nın yaşadığı dönemde bu cevap belki kafî gelebilirdi, çünkü o devirde inkâr cehalet kaynaklıydı. Modern zamanlarda inkâr fen ve felsefe kaynaklı olduğu için İbn-i Sina’nın verdiği o cevap bugün artık bir cevap teşkil etmiyor. Sorunun ciddiyetini ifade babından Bediüzzaman “Eski zamanda, imanın esasları mahfuzdu, teslim kuvvetli idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalalet-i fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan...” (Şualar) der. Bir başka yerde ise “Bu zamanda ehl-î İslam’ın en büyük tehlikesi, en önemli meselesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir,” tespitinde bulunur. Ruhun şad olsun Üstadım!..
    07 Oca 2022 11:31