Karizma

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    24 Haz 2025 23:55


    Bizim arkasından gittiğimiz liderler illa insan üstü, deha veya karizmatik mi olmalıdır? Teknokrat liderlerle çalışamaz mıyız yani?  Bize önderlik yapanlar, Mehdi veya Mehdi kıratında mı olmalıdır? Standartları bu kadar yukarda tutarak sadece Mehdi, Mesih veya olağanüstü meziyeti olan liderlerin arkasından gidebiliriz anlayışı veya beklentisi ne kadar sağlıklı bir yaklaşımdır! Çünkü, “Bize liderlik yapacak olanların Mehdi, Mesih veya olağanüstü olması gerekir” düşüncesi, olağan liderleri de zamanla olağanüstü olarak görmemize sebep olur. Derken bu kısır döngüden kurtulamayız. Liderliğin veya yönetimin devamlılığını kolaylıkla temin açısından bizi, bizim gibi sıradan insanlar da yönetebilmelidir. Bu durumu kabullenmeliyiz.

    Bu hastalıklı yaklaşım daha çok doğu şark toplumlarında olduğundan beşer bir peygamberin bile gelmesini yadırgadılar da Allah (c.c) da onlara “Siz melek insanlar olun ben de size Melekten bir peygamber göndereyim” cevabını verdi. (İsra, 95) Biz meleklerle veya melekleşmiş insanlara hatta ilahi irade ile direk konuşmaya layık bir cemiyetiz. Öyle olur olmaz beşeri vasıf taşıyanlar peygamber de olsa bizleri kesmez. Direk Allah’la konuşma egosu, yönetirse bizi sadece direkt Allah yönetir, idare eder anlayışı Yahudilerden Haricîlere kadar varlığını devam ettirip durdu. Hz. Musa’ya ne dedi Yahudiler?  Senin konuşman yetmez biz de direkt konuştuğunu iddia ettiğin ilahınla direkt konuşmadıkça O’nu görmedikçe iman etmeyiz. Bu gurur ve kibir dolaysıyla yıldırım çarptı onlar da sarsıldılar.

    “Çünkü onlar Mûsâ’dan daha büyüğünü istemiş, “Bize Allah’ı açıkça göster!” demişlerdi. Derken, böyle küstahça istekleri yüzünden onları hemen yıldırım çarpmıştı...”(Nisa, 153)

    Pek çok kaynakta mucizeleri ile serfiraz olan Peygamberimiz’in (sav) bir “beşer” olduğu vurgulanır. Mucizelerle gelen olağanüstülükler insanların sevk ve idaresinden çok Allah’la irtibatı ve vahiyle muhatap olması yönüyledir. Yani insanların sevk ve idaresinde mucizeye ve beşer üstü meziyetlere gerek yoktur.

    “Muhammedün beşerun veley kelbeşeri

    Bel huve yakutun beynel haceri” 

    İddiam şudur ki; Eğer Mekke müşriklerini küfürlerinde şüpheye düşürme ve müminlerin de imanını takviye meselesi olmasaydı mucizelere gerek kalmazdı. (Allah u alem). Özellikle Peygamberimiz’in (sav) Medine döneminde idareciliği daha çok beşerî ve insani özellik taşır. Eğer böyle olmasaydı Peygamberimiz’den (sav) sonra hiçbir halife idarecilik yapamazdı. İdare eden ve edilen açısından hiçbir manevi ve inanca dayalı bir kabulleniş yoktur demeye getirmek istemiyorum. Fakat halifeler dönemini iyi anlar ve idrak edersek anlarız ki onların ortaya koyduğu idarecilikte manevi boyut çorbadaki tuz kadardır. Bu da niyet ve sevap noktasından ele alındığında ortaya çıkar.

    Üstadımız, Peygamberimiz’in (sav) bir pazardaki durumu bir da Allah karşısında maneviyatını yansıtan beşer kısmı olduğundan bahseder. Ve pazarda alışveriş yapmak kısmı olan beşeriyeti aynı zamanda idarecilik kısmına da dahildir.   (Said Nursi, Mektubat, 97-98.)

    Bediüzzaman Hazretleri “şeyn” Türkler olarak addedilen Jön Türklerin Osmanlı devlet idaresine itiraz eden Kürt aşiretine konuyu anlatırken Yahudi Doktoru metaforunu kullanarak cevap vermiştir. Sizi ameliyat edecek bir doktor var Müslüman ama ameliyatlarının yüzde doksanında başarısız. Fakat aynı konuda başka Yahudi bir doktor var fakat ameliyatlarının yüzde doksanında başarılı oluyor. Hangisini tercih edersin. Burada Üstadımız dini yönü zayıf da olsa yönetimi ve liderliği adil olan insanları tercih etmeliyiz demeye getirir.

    “Elbette ehliyetli ve tecrübeli olan tercih edilir; dinî kimliği değil, işin ehli olması önemlidir.” (Münazarat)

    Neden bu konuyu açtım? Çünkü sevk ve idarede en büyük sorunlarımızdan birinin bu olduğunuz düşünüyorum. Pek çoğumuzu mehdiden aşağısı kesmiyor abi. Köy muhtarına bile bakışımız karizma içeriyor.  Aslında illa liderinde karizma beklentisi veya yoksa da vehmetmesi egosunu, enesini yenememiş toplumların içine düştükleri bir zaaftır. “Kardeşim biz sıradan insanlarız başımızda sıradan bizim gibi bir insan bizi idare edebilir” diyemiyoruz.

     

    Anlatıldığına göre Samuel Peygambere Yahudiler (İsrailoğulları) geldiler dediler ki “Başımıza bir kumandan tayin et.” Yahudilerin başında bir peygamber olarak bulunuyorken illa ayrıca bir kumandan istemeleri belki de Samuel peygamberin garibine de gitti. Onlara mealen dedi ki; “Savaş lideri anlamındaki bir kumandana uymak, onun emirlerini dinlemek, zorlu savaşlara katılmak size sonra zor gelmesin, ağır gelmesin.”

    İsrailoğulları bu isteklerinde direttiler. Ve Samuel Peygamber onların başına Hz. Talut’u kumandan olarak tayin etti. Fakat Yahudiler Talut’u komutan olarak çok da beğenemediler. Fakirliğini daha alt tabakadan gelmesini bahane ettiler, itaat etmek istemediler. Fakat Samuel Peygamber; “Talut güçlü, kuvvetli bedeni dirençli ve ilmi yüksek; bu işe sizden daha çok layıktır. Siz ona itaat edin” dedi (Bakara, 247).  Bakara Suresi’ndeki anlatımdan anlıyoruz ki daha sonra Talut, onları itaat sınavından geçirdi. Şimdi bir nehirden geçeceğiz, Nehrin suyundan bir avuç içebilirsiniz. Fakat daha çok içenler benimle gelemeyecekler. İsrailoğullarının azı Talut’un emrine uyarak sudan bir avuç içti. Pek çoğu da kana kana içtiler, itaat etmediler. Nitekim yola, savaşa devam edemediler.

    Evet, İsrailoğullarının çoğunu Talut’un emrine uymadılar. Çünkü başlarına kumandan olarak tayin edilen Talut’u günümüzün modern tabiri ile “karizmatik” bulmadılar.

    Doğu kültüründe yani bizde liderler daha çok karizmatiktir. Lider ebat ve çapında olamayanları bile bu tür bir inanışla kabul ederiz. Bizim beslendiğimiz dini, tarihi ve mitolojik kaynaklarımız lider kültünü besler, onu karizma katar. Yani ilahi bir çekicilik, etkileyicilik vasfı meydan gelir.    Neredeyse lideri insanüstü yapar. 

    Allah’la irtibatı olan peygamberlerin lider kültünün oluşumunda büyük bir etkisi olabilir. Bu bakımdan bizde lider olanların ilahi bir yönü, tarafı olmalıdır düşüncesi hakimdir. Tarihe doğru geri gittiğimizde pek çok sultan veya lideri zillullah olarak algılamışız. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi.    

    Batı’da liderlik daha çok akılcılığa ve realiteye dayanıyorken, Doğu’da daha çok kalbin bir ürünü olan sevgi ve muhabbete dayanır? 

     

    Millî Mücadele’nin merkezi olan Ankara’ya 3 defa gizli şifreyle davet edilen Bediüzzaman en sonunda kadim dostu Eski Van Valisi o zaman mebus olan Tahsin Bey’in daveti üzerine Ankara’ya teşrif eder. Ankara’ya teşrif eder ancak milletvekilleri arasında intişar eden namazsızlık belası karşısında Bediüzzaman bir beyanname ilan eder. Hatta bu namazı tazim için yazılan bu beyannameyi Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’e okur. Bu beyannamenin bir yerinde Doğu’yu tanıtıcı önemli bir ibare vardır:

    “Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kaderi Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalpdir; akıl ve felsefe değildir. Madem şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen mensura gider veya sahti kalır.”(Trihce i Hayat, 132)

    Velhasıl, yani Hizmet-i İmaniye ve Kuraniye’de bizim idaremizi deruhte edecek şahısların da illa 3. devreyi temsil edecek vasıf ve evsaftaki gibi harika zatlar olması gerekmez. İçimizde Üstadımızın risalelerinde tespit ettiği 3. devreyi temsil edecek zatı karizmatik bir idareci olarak bekleyenlerle artık adem-i merkeziyet var kardeşim, hiyerarşik bir düzene ihtiyacımız yoktur diyenleri büyük bir ifrat ve tefrit içinde görüyorum. Sosyolojik olarak da önemli olan bir cemaatin dustür ve prensiplerinin belli olup sağlam bir ahlaki temele oturuyor olmasıdır. Bu varsa ki var o zaman böyle bir cemaatin sevk ve idaresinde idarecinin illa karizmatik, harika veya kerametleri olan bir zat olmasına gerek yoktur.  Bizim gibi bir beşer olsa yeterlidir.

     

    Not: Yazı içinde geçen “karizma” kelimesini daha çok sosyolojik anlamda kullandım.   

    24 Haz 2025 23:55