Her iktidar değişikliğinde Milli Eğitim Bakanları'nın şöyle müfredatı bir elden geçirip kendilerine benzetme merakları ölümüne haz aldıkları tutkulardandır. Hani sözümüz geçse, tam anayasa değişikliği konuşulmaya başlamışken, ülkenin geleceğine zar atan iktidarlardan milli eğitimi korumak için dokunulması bile teklif edilemeyen kurumlar arasına koymayı teklif ederdik.
Çok değil bir kaç yıl önce “Tır şöförü olacaktım ama, kadere bakın ki Milli Eğitim Bakanı oldum!” diyerek güya gençlere başarı hikayesi anlatmaya çalışan bakanı hatırladınız mı? Tam bir merd-i kıpti! Onun kendini denediği müfredatı aynı iktidarın bir başka bakanı gözden geçirip “müfredatı biraz seyrelttik!” diyerek iş üzerinde olduğu imasında bulundu. Bir sonraki bakan o seyreltilen yerlere yeni gümüş dolgular yapar mı dersiniz? Hiç kimsenin aklına da “Seyretmeyi(!) neye göre yaptınız? Hangi tecrübe ve istatistikler böylesine bir kararı vermenize sebeb oldu?” gibi sıradan soruları sormak gelmiyor.
Eski Bakan acaba şimdi ne yapıyordur? Şehirler arası otobüslerde yedek şoför olarak mu çalışıyor dersiniz? Ee, şimdi onun çeki-düzen verip uygulamaya koyduğu müfredatın mağdurlarına ne olacak? Merakınızı gidereyim. Üniversiteye giriş imtihanlarında yüz üzerinden sıfırın altına düşen genç takım işte o mağdurlar kategorisinde. Eski Milli Eğitim Bakanı'nı örnek alarak önce muavinlik sonra yedek şoförlük ve daha sonra da birinci kaptan koltuğuna terfi ederek idame-i hayat edecekler.
Havuz medyasının yedeğinde modası geçmiş, söyleyecek fazla bir şeyi kalmayan ve daha kötüsü kendini tekrar ettiğinin farkında olamayan “Ağır Abi” takımı hala yerini koruyor. Yerel seçimlerde iktidarın aldığı derin yaranın acısını okullarda verilen eğitimden çıkarmaya mı çalışacaklar ne? Gençlere yatırım yaptığı iddiasındaki iktidarın yerel seçimlerde beklediği oyu alamamış olmanın vebalini lise ve dengi okulların ders programına yüklemesine sakın şaşırmayın.
İktidar ve Saray yirmi yılı aşkın dillerinden düşürmedikleri yeni bir nesil projesinde pek başarılı olamamışlar gibi görünüyorlar. Saray son ve ölümcül yenilgisinde beklediği hayat öpücüğü ve yardımı alamadıysa projenin çöpe atılması an meselesidir. Asıl kötü olan, seçim kampanyasında elinden tutup gezdirdikleri Türk Astronot'a oldu. O da bir rüzgar oluşturamamış.
Ortalığı bir “maarif” ve “müfredat” telaşı sardı ki sormayın! İki kelimeye yüklenen misyon ve gizem öylesine abartılı ki duyan da eğitim sistemimizdeki paslı kilidi açacak şifrenin bunlarda olduğunu falan zanneder. Halbuki bunlar yüz yıldır devam eden “Maarif Davamız” nostaljisinin kendini tekrarından ibaret boş avunma ve takıntılar. İsminin abartısında bir keramet falan aramayın! Çünkü yok.
Medyanın ağır abileri geçmiş kültür konusundaki derinliklerini(!) böyle numaralarda göstermeye bayılırlar. Daha duymadım ama, bir haftaya kalmaz, Milli Eğitim Bakanlığı'nın ismini Maarif Bakanlığı'na çevirerek eğitim sisteminin temel problemlerini halletmeye bile kalkışabilirler. Madem ciddi bir işe kalkışılacak o zaman ta baştan başlamak şart!
Zaten bütün bozulma bundan üç çeyrek asır önce “Müfredat” yerine Ders Programı “Maarif” yerine de Eğitim-Öğretim denmesinden kaynaklanmadı mı? Ahir ömründe yeni bir ikbal bekleyen içi geçmiş takımın sığındığı bahanenin çürüklüğü gün gibi ortada. Farzmuhal, bugün başlasalar kafalarındaki ütopik eğitim modeli ve bir türlü ete-kemiğe bürünemeyen aryanvari, insanüstü ve mitolojik nesil için yeni bir milenium daha lazım. O da eğer işler yolunda giderse!
Havuz medyasının Ağır Abiler'i kusura bakmasın. Amatör merakları ile kullanmaya can attıkları Osmanlıca terkip ve ifadeler, eğer varsa Maarif Davamız'ın çözümüne derman olmayacak kadar arkaik duruma düştü. Milenium'un ilk çeyreğini bitirdiğimiz şu günlerde, yaşadığı dönemi anlamaktan aciz münevver, yazar-çizer ve kendince entelektüel tiplerin zavallılığına bakıp karamsar olmamak elde değil.
Mili Eğitim'in anayasa maddesi ile korunma altına alınması teklifimizi es geçmeyin. Kabinenin Milli Eğitim Bakanı'nın, müfredatı seyreltikten sonra, görev bekleyen öğretmenlere atanma müjdesi vermesi acı bir ironi. Ders yoğunluğunda kadro bulamayan öğretmenlerin, bakan mahareti ile dersler azaltıldıktan sonra atanabileceklerine inanmalarını beklemekte neyin nesi? Gördüğünüz gibi mesele akli bir arızada düğümleniyor. En iyisi mi, hiç olmazsa akıl sağlığını korumak için anayasa garantisi tek çare gibi.
Yazarınız Maarif Davası gibi boş avunmalara prim vermeme konusunda ısrarlı. Ayrıca, yüz yıl önce başlayan alafranga-alaturka, modern-geleneksel, muhafazakar-gelekçi darlığına sıkışan ve modası geçmiş tartışmaları günümüze taşımanın faydasına hiç inanmadık. Bir önceki kuşağın ideolojik tartışmalarını bir yerde durdurmayı beceremeyen olgunluk ve rüştten mahrum olduğumuz için ne kadar hayıflansak yeridir.
Saray'ın üniversite diploması konusunda şaibelerden kurtulamadığı bir dönemde, tepeden tırnağa yandaş ve yalaka kesilen tiplerin maarif davası konusundaki ciddiye alınacak tarafları yok! Saray'ın yazdığı kitabı ders programlarına sokuşturmak için bu kadar gürültü çıkarmaya ya da “Maarif” ve “Müfredatı” bu kadar hırpalamaya gerek var mıydı?