15 Temmuz’dan itibaren, değerini yitiren onlarca kavramdan biri de “rakamlar” oldu. Yüzbinlerce yargısız infaz, onbinlerce hukuksuz tutuklama ve hala nihai yekün dökümü tesbit edilemeyen görevden almalar, vazifeden el çektirmeler, bitme tükenme bilmeyen yıldırma operasyonları...
Daha dün 11 bin küsur öğretmenin işine resmen son verildi. Türkiye’de bir türlü kapatılamayan öğretmen açığına paranoyak vehimlerle yeni gedikler açmak akli sınırlar içinde izah edilemiyor. 11 bin yetişmiş kabiliyet. Mevcut sistemin okullarında, Milli Eğitim müfredatına uygun eğitim formasyonlarına göre mezun olmuş ve bir çoğu yıllardır eğitim veren maarif kadrosu. O kadar derslik, sınıf ve ders bu sezon boş kalacak. Mağdur edilen öğrenci sayısının kaça tekabül ettiğini hesap edemiyorum. Rakamlar kemmi değerini yitirdi.
11 bin öğretmen eksiğinin, önümüzdeki yıllarda hangi içtimai çatırtılara sebep olacağını dile getirmek için fazla derin düşünmeye gerek yok; her tarafın Güneydoğu olduğu bir Türkiye çok uzak değil. Güneydoğu girdabı, halkın değil, yüzyıllık müstebit-devlet ayıbının faturası. Benzer bir devlet terörü daha derin yaralar açma konusunda çok fütursuz, çok acul ve bir o kadar da vurdumduymaz.
Devlet güç ve imkanlarıyla şahsi hataları örtmek için sarf edilen korkunç maliyet gözler önünde. Hakim ve savcılar geçtiğimiz iki ay içinde sadece öğretmenlerin soruşturmalarıyla ilgilenmiş olsalardı bile hukuki sürecin bu kadar çabuk bitirilme imkanı yoktu. Kurum içindeki idari problemleri, devlet-güvenlik sorunu haline getirip, kendine iş çıkaran ve önemli işler yapıyor görüntüsü veren garip bir hukuk anlayışı hakim. Belli ki, mesele hukuki değil. Masa başı kararlarla, rakamlara bakılmaksızın büyük bir “sakıncalı piyade taburu” oluşturulmaya karar verilmiş. İşi adalet ve hukuk olanların sayılardan korkusu yok; ha on bin olmuş ha yüz bin...
Türkiye’deki yanlış eğitimin semereleri bunlar. Sayısal bölüm, sosyal bölüm ayırımının sebep olduğu büyük yanlışa bakın! Sözel bölüm mezunu hukuk adamlarının sayı ve kemmiyet ile aralarında bu kadar mesafe olduğunu kim tahmin edebilirdi. Alınmasınlar ama, oturup, yorulmadan 11 bin’e kadar sayabildiklerini veya sayabileceklerine kani değiliz. Sosyal bölüm deyince, dört işlemi de mi öğretmiyorlar. 11 bin ismi sadece isim-soyad olarak okuduğunuzda iki-üç saatinizi alıyor. Nerde kaldı, dosyaları incelemek, delilleri ve avukat savunmalarını dinlemek...
Büyük bir kadro kıyımına giren devlet işleyişi, genel-geçer hukuki normları hiçe saymakta ısrarlı. Yaptıkları temizliğin ismini koymakta zorlanıyor olabilirler. Dış basın bu konuda oldukça dikkatli. Şu an Türkiye’de yaşananların “etnik bir temizlik” olduğu konusunda ortak kanaat oluşmuş durumda. Uzak-yakın, bilir-bilmez, iyi ya da kötü niyetli bu icraatlara bulaşanlar en azından kendilerini kurtaracak kadar “rakam”ı akıllarında tutsalar pek fena olmaz. Sosyal bilimcilerin, sayısal zaafları olduğu bilinir de, hafızalarına mukayyed olsalar iyi olur.
Nasreddin Hoca’nın fıkrası malum. Ne olmuşsa, arkadaşı ve dostu kadı efendi birisi hakkında alalacele yüz değnek cezası takdir edince, Nasreddin Hoca “Azizim, bu ne acele, sen hayatında ya hiç yüze kadar saymadın ya da yüz değnek hiç yemedin!” diye sitem eder. Türkiye’deki durum aynen öyle. Cezaları kesen rical-i hukuk, sayılara hiç bakmıyor. Hapse atıp, aylardır dosyalarına bakmadıkları ve insani haklarını ihlal ettikleri onlarca mağdurun hayatından çaldıkları hep bir dakikanın faturası çok ağır olacak. O zaman da rakamlar en az şimdiki kadar acımasız ve can yakıcı olur.
Hukuk sistemi ve hukuk adamları, büyük bir sosyal çatırtının en baş aktörleri olmak üzereler. Alet oldukları gayri hukuki uygulamaların on yıllar içinde ferdi sınırlar içinde kalmayacağını hiç mi hiç düşünmüyorlar. Mahkeme ve hukuk’un da “kadı ya tapulu” olmadığını şimdilik unutmuşa benziyorlar.
Bugün kudret ve iktidara sırtını dayayanlar, işler kötüye gitmeye başladığında yine gemiden birilerini atmaya başlayacaklar . Çözüm sürecinde, mülki amirleri suçlayan iktidar, bir sonraki raund’da neden hakim ve savcıları gemiden atmasın? Siz siz olun, cadı avından lezzet alan maaşlı yazar-çizer ve entellektüel takımının, her kadro kıyımından sonra “daha fazla daha fazla!” höykürmelerine aldanmayın.
Kadir Gürcan