Bir kişiyi tanımanın kriterleri nelerdir?

  • Numan Yılmaz Yiğit
  • Numan Yılmaz Yiğit
    02 Eyl 2022 11:35

    Dini ve siyasi alanda topluma rehberlik yapan kişileri o toplumun yakından ve iyi tanıması büyük önem arz etmektedir. Maksadımız hiç kimseyi töhmet altında bırakmak değil. Ancak, insanların biraz da kitle psikolojisi ile hareket ederek adeta bir meczup gibi hiçbir kriter gözetmeden gerek dini gerekse de siyasi bazı  şahısların arkasından koşturmalarının ülkeyi getirdiği hale bakınca birkaç konuyu Hakk ve hakikat adına dile getirmenin lüzumu ortaya çıkıyor. 

    Kitlelerin sorgusuz sualsiz peşine düştüğü bu siyasi, dini şahsiyetlerin hem dinen hem de hukuken ciddi problemler sarmalı içinde oldukları, neredeyse gözle görünür şekilde bilindiği halde bazı kişilerin buna aldırış etmeden halen o insanlara, akla hayale gelmeyen dini, (Gavs, Kutup) siyasi (halife, dünya lideri gibi) yakıştırmalar yapmaları, insanımız adına son derece üzüntü verici bir durumdur.

    Bu duruma düşmenin tabi ki farklı nedenleri olabilir. Fakat en önemlilerinden biri, kitlelerin o kişileri, “dini kriterler” açısından tanımada zorlanmaları ve tavırlarını buna göre ayarlayamamalıdır. Yani, o kişilerin düşünceleri, hedefleri nedir, ilmi-irfanı ne seviyededir, ahlakı, karakteri nasıldır, hareketlerine ihlas, samimiyet mi hakim yoksa riya ve gösteriş mi, zaafları var mı yok mu, güvenilir mi değil mi, kimlerle oturur-kalkar, aile hayatı, çocuklarının terbiyesi, ne yer ne içer, nereden kazanır, nasıl kazanır, yaptığı işle kazancı doğru orantılı mı değil mi, şeffaf bir yaşayışı var mı, ismi, dini hukuki olumsuzluklara karışmış mı -karışmamış mı? Gibi soruların cevaplarıyla, yakın plandan tanınmadıkları kişilere, sadece sosyal hayatta verdikleri  görüntüler üzerinden veya uyarlanmış birkaç dalkavuğun medih ve senaları penceresinden bakarak  güvenmek, değerlendirmek/değer vermek , acaba ne kadar doğrudur?

    Ne yazık ki bugünkü topluma yön veren, dini veya siyasi şahsiyetlerin, toplum tarafından tam tanınmadığı/tanınamadığı görülmektedir. Herhangi bir kişi -Allah muhafaza- kafir, ateist, şirk ehli olsa, tanımak, tavır ayarlamak kolaydır. Fakat bu zamanda, mümin, hatta, hacı-hoca, şeyh, dindar bir siyasi olduğunu iddia ettiği halde pek çok yanlış işle anılan, fakat dilinden “Allah, peygamber, din, iman’’ düşürmeyen kişilerin sayısı hiç de az değildir. 

    Sağlam kriterler var fakat bakan var mı?

    İster dini kullanan siyasiler için isterse de dini kisve altında şarlatanlık yapan hacı-hoca, şeyh, alim gibi kişilerin tanınması adına aslında Kur’an ve Sünnet, Efendimizin şahsiyeti, kriter ve ölçü olarak yeterli olması gerekirken, maalesef halkın bunu tam tefrik edemediği anlaşılıyor. Çünkü Kur’an’ın tarif ettiği, ’’Allah’ın sevdiği insan’’ modeli, tafsilatlı bir şekilde Kur’an’da anlatılıyor. Efendimiz (as) canlı bir Kur’an gibi, model bir şahsiyet olarak hem hayatı, hem sözleri, hem tavsiye ve emirleri ile gerçek bir mümin nasıl olmalıdır? Bunu temsil ediyor. Nasıl bir cehalet yaşanıyor ki, darı ambarında aç kalan tavuk gibi, kriter zenginliği içinde adeta kriter, kıstas, ölçü, mizan fukaralığı yaşanıyor.

    “İnsanı tanıma” adına en temel ölçülerden sadece bir kaçını zikrederek bu konuya küçük bir katkı sunmak, herhalde daha yararlı olacaktır. O da , Kur’an ve sünneti en iyi anlayanlardan biri “Muvafakat-ı Ömer-İstediği, söylediği şeylerin vahyin inmesine- denk gelen, vesile olan’’ Hz Ömer (ra )den nakledilen bir rivayet, bakalım, neler söylüyor?

    Konuya başlamadan önce şunu ifade etmekte yarar var. Bu ifade edilen kriterler sıradan bir insan/mümin içindir. Eğer mevzubahis olan herkesin arkasından gittiği dini bir şahsiyet veya bir önemli siyasi lider ise, tabi ki bu kriterlere ilave edilebilecek daha pek çok husus olacaktır.

    Hz Ömer'in kriterleri

    İbn Kuteybe Uyunu’l Ahbar adlı eserinde şöyle bahsediyor. Oldukça mütevatir, yaygın bir rivayettir. Hz Ömer (ra)’in yanında bulunan birisi, bir kişi hakkında “Çok doğru, temiz, iyi birisidir’’ diyerek onu methettiğinde, Hz Ömer ona, bir kişiyi gerçek manada; yani dini, ahlak ve karakteri, zaaflarını tanımada yardımcı olacak  üç-dört soru soruyor. Bunlardan birincisi, “Sen o kişiyle hiç yolculuk yaptın mı? Metheden kişi, “hayır yapmadım’’ diyor. Peki, ona hiç bir emanet verip, o emanete sahip çıkıp-çıkmadığını test ettin mi? O kişi  yine, “hayır’’ diyor. Peki, hiç aranızda herhangi bir alacak verecek hususunda bir tartışma, husumet oldu mu, tepkileri nasıldı? Adam cevap veremiyor ve susuyor. Hz Ömer (ra) buyurdular ki, “Ben senin onu çok iyi tanıdığını zannetmiyorum, sen sadece onu mescitte yatıp kalkarken (namaz kılarken) görmüşsün o kadar!’’ 

    Bunu destekleyen farklı bir rivayette de bu soru cevaplar şöyle devam ediyor. Hz Ömer (ra) yanında biri diğer birini öyle bir tezkiye etti ki, Hz Ömer (ra) o adama sordu; “Sen methettiğin o kişi ile sabah ne yapar, akşam ne yapar, bunu bilecek kadar yakın bir komşuluğun oldu mu, o kadar yakından tanıyor musun?’’ Adam, “Hayır” dedi. Ömer (ra), “Peki onunla para, altın gümüş, mal alış verişi, ticari bir ilişkin oldu mu? Zira insanların çoğu halkın kendilerine emanet ettiği mal-mülk, para ve imkan gibi şeylerle imtihan yaşar ve nasıl oldukları o zaman anlaşılır. Adam “Hayır” dedi. “Peki sen onunla hiç yolculuk yaptın mı? Çünkü bir insanın ahlak ve karakteri asıl yolculukta belli olur. Adam, “Hayır” deyince Hz Ömer, “O zaman sen onu tanımıyorsun. Tahminim sen onu sadece camide yatıp kalkarken görmüşsün (ondan dolayı iyi adamdır, tanıyorum diyorsun’’ buyurdular.
     
    Yine Tahavi’nin Müşkilü’l Asarında yer alan başka bir rivayette Hz Ömer (ra) “Kişiyi değerlendirirken sadece namazına orucuna bakmayın. Konuştuğu zaman doğru mu söylüyor, yalan mı? Kendine bir emanet tevdi edildiği zaman (emanete ihanet ediyor mu, etmiyor mu) güvenilir mi değil mi? Hastalıktan sonra iyileştiği zaman Allah’a olan yakınlığı devam ediyor mu etmiyor mu? Bunlara bakarak o kişiyi değerlendirin…’’ buyurmuşlardır.

    İnsanı tanımada önemli kriterler

    Şimdi, Hz Ömer’in (ra) sözlerinde insanı, hem dindarlığı hem ahlakı, hem de karakteri açısından tanıyabilmek için sarfettiği kriterleri irdelemeye çalışalım;

    a- Bir yolculuk müddeti beraber olmak gerektiği ifade edilmektedir. İnsan bir başkasına karşı sınırlı bir zaman diliminde şirin görünebilir. Fakat uzun süreli birliktelikler insanı tanımada daha iyi bir metottur. Tabi ki günümüz şartlarında yolculukların son derece modern araçlarla yapıldığı düşünülecek olursa, kısa süren, zahmeti az olan yolculuklarda bir kişinin ahlak, karakter ve dindarlığını test etme imkanı sınırlı olacaktır. Dinimizde seferilik müddetinin asgari üç gün olduğu esas alınacak olursa, kafile, grup veya bir arkadaşla yapılan dağ ,dere ,tepenin aşıldığı, çölde, uçsuz bucaksız denizlerin aşıldığı yolculuklarda, tabidir ki, herkesin fıtri ve tabii halini görme/test etme  imkanı vardır. Grup halinde yapılan gezi ve yolculuklarda herkes biribirini daha iyi tanır; bencil mi, fedakar mı, aceleci mi, sabırlı mı, cimri mi, cömert mi, ferdi mi hareket ediyor yoksa gruba uyumlu mu? Hac kafilesine, gezi turlarına katılanlar bunu yakinen bileceklerdir.
     
    Sıradan bir insanı tanımak için asgari üç günlük yolculuk veya birliktelik ne kadar önemliyse dünya ahiret arkasından gidilecek şahsiyetleri de o derecede tanımak  o kadar, hatta daha önemlidir. Tabi ki bu yol, protokol gerektiren önemli şahsiyetler için, güvenlik önlemleri vs açısından uygulaması zor bir metottur. Fakat gerçek tanımaya ulaşmak için buna tekabül edecek bir yola başvurmadan, kim olursa olsun “tanıyorum, iyi hacı, hocadır, alimdir, şöyle liderdir vs’’ demek eksik, aynı zaman da da yüzeysel bir tanıma sayılır.

    b- İkinci kıstas olarak o kişinin  emanete gösterdiği riayete bakılması tavsiye edilmektedir. Emanet, öncelikle, büyük-küçük maddi emanetler olabileceği gibi, manevi emanetlerde (iman, İslam, Kur’an, manevi bir konum, bir kişinin sırrı, namusu, şerefi, dinin muhafazası, ilmin haysiyeti, evlat, başkanlık, imamlık, mürşitlik vs) olabilir. Bir kişiye emanet edilen değerli bir meta aynen iade edilmelidir. Yoksa emanete ihanet olur. Bir alim veya şeyhe de ilim o manevi makam, Allah’ın, Müslümanların tevdi ettiği bir emanettir. Alim veya şeyh gibi zatlar o konuma yakışmayan tutum ve davranışlara düşerlerse, bu durum, o manevi emanetlere ihanet olarak değerlendirilir. Halk, devlet, beytü’l mal, mevki makamlarda, Allah’ın o toplum adına idarecilere verdiği emanetlerdir. Başkan halka zulmeder adil olmazsa, milletin malını batıl yollarla iç eder ve konumunu  kötüye kullanırsa, o da emanete hainlik etmiş olur. Böyle kişiler mümin, namazında abdestinde de olsa, münafık sıfatı olan “emanete hiyanet” konusunda hassas olmadığı için iyilik, salihlik, doğruluk vasfının önemli bir sacayağını kaybetmiştir. Dolayısıyla da o insana tam olarak iyi insan, iyi mümin denilemez. Çünkü değildir. Zira bu kriteri Allah Rasülü koymaktadır. Kişiye, kamuya ait emanetlere ihanet etmek hadis-i şerifte münafıklık alameti olarak anlatıldığı için  bu tür insanlara iyi insan diye şehadette bulunmak, onları kamuya ait konumlara getirtmek oldukça tehlikeli ve vebali olan  bir tutumdur. Zira diğer insanlara göre ‘’emanette emin olmak’’  idareci, yönetici pozisyonundaki kişiler için olmazsa olmaz bir şarttır. Bir idarecinin camiye gelmesi namaz kılması, yani onların dini kimlikleri, yaşanan olumsuz gerçekleri görmede müminleri kör etmemelidir.

    c- Üçüncü olarak, kişileri gerçek manada tanımanın usullerinden birinin de, alışveriş, ticaret gibi muameleler olduğu zikredilmektedir. Alışveriş ve ticarette kazanma, zarar etmeme güdüsü çok güçlüdür. İnsan, daha çok kar etmek ya da daha az zarar etmek için tartışır, bazen mübalağa yapar, bazen malın eksiğini, kusurunu söylemez, hatta bazen yalan söyler. Çünkü insan, fıtraten kendini ve menfaatini sever. Fakat bu sevgi, kardeşini zarara uğratmaya sebebiyet  veriyorsa, bu güdü işte o zaman, zararlı bir noktaya ulaşmış demektir. Halbuki bu dereceye ulaşmamalıdır. Ulaştığı takdirde, bu insanlık ve imanın kemali açısından bir noksanlık, bir kusur bir eksiklik olarak addedilir. Dolayısıyla bu insana da kamil manada ‘’İyi insan’’ demek doğru olmaz. Mala, mülke, paraya, cinsel konularda zafı olan, menfaatine düşkün kişiler güvenilirlik testinden not alamazlar. Böyle kişiler camiden çıkmasalar, bağıra bağıra Kur’an da okusalar nifak özelliği taşıdıklarından dolayı güvenilmez insanlar kategorisine girerler.

    Sıradan bir kişide mal-mülk hırsı varsa meşru, helal kazançla iktifa etmekte zorlanır. Kolay ve gayr-i meşru yollara sapma eğiliminde olur. Eğer bir din adamında veya devlet başkanında mal mülk servet hırsı varsa artık o toplumun  Allah yardımcısı olsun. Bu  çeşit zaafları olduğu bilinen, tecrübe edilen, vesikalanmış kişilerin direkt veya dolaylı olarak, bile bile kamudaki maddi manevi önemli makamlara gelmesine sebep ve referans olmak Allah katında toplumun hukuku açısından altından kalkılmayacak büyük bir vebale girmeye sebebiyet verir.

    d- Dördüncü olarak, bir kişiyi hakiki manada tanımanın yolu olarak gecesini-gündüzünü bildiğin ve girip-çıktığı yerden haberdar olduğun çok yakın bir komşu gibi “yakın plan’’ tanımadan bahsedilmektedir. Zira bir komşu diğer komşusunun; kavga- gürültüsüyle aile hayatını, komşuluk hukukunu gözetip gözetmediğini, ne iş yaptığını, nasıl kazandığını, kimlerle oturup kalktığını, çoluk çocuğuna muamelesi, gibi, konuları tabii olarak yakından bilir. Sosyal hayatta, insanlarla birliktelik kısa ve idare edilebilir olduğundan insanları tam tanımak mümkün olmaz. Fakat komşuluk uzun süreli ve insanları tanımada daha müessir bir yoldur.

    Sıradan insanları komşuluk vesilesi ile tanıma imkanı nispeten kolaydır. Fakat kamuoyunun ekserisinin (güvenlik tedbirleri, iş yoğunluğu, randevu alamama vs) gibi nedenlerle çoğu zaman, önemli dini veya siyasi şahsiyetlerle böyle bir komşuluk yapma imkanı yoktur. Zaten onlarında halkla beraber olacakları zamanlar sınırlı, planlı ve programlıdır. O da daha çok ders, sohbet, zikir halkası, miting, toplantı gibi sosyal hayattaki ortamlardır. Bugün toplumu yönetenlerin halkla birliktelikleri semboliktir. Çoğu zamanları ya özel görüşmeler ya toplantılar ya da başka meşguliyetlerle doludur. Onun için bazen gerekli bazen gereksiz kapalı kapılar ardında gerçek yaşantılarını, özel konuşma ve görüşmelerini, onların içeriklerini bilme imkanı zok zordur veya yoktur. Bu noktada esas “Güven’’ olması gerekirken, küpün içinden sızanlara bakılırsa, hiç de hoş olmayan dine, hukuka aykırı bir çok olayın yaşanmış/yaşanıyor olması, kuşkudan da öte bir durum arzediyor. O halde, önemli makamlarda vazife yapacak kişileri tayin/tespit ederken sadece yüzeysel kriterlere göre değil, bir komşu kadar yakından tanımaya vesile olacak kriterlerle hareket etme gereği vardır. 

    Dini temsil eden zatların, devlet büyüklerinin, geceleri de gündüzleri kadar aydın ve şeffaf olmak zorundadır. Halk buna imkan bulamıyor olabilir. Bu konumlarda bulunan kişilerin halka bunu bilme imkanı sağlamaları/oluşturmaları hem dini hem de hukuki bir vazifedir. Bir diğer taraftan, halkında, arkasından gittiği dini, siyasi şahsiyetin, sadece namazına abdestine, sohbetine değil, mevki-makam, şan-şöhret, mal-mülk, servet, gibi şeyler karşısında değişip değişmediğine de bakmaları, ona göre bir kanaat edinmeleri, halkın, Allah nezdindeki sorumluluğudur.

    Bu rivayetlerden anlaşılacağı üzere; herhangi bir kişiyi (bu sıradan bir kişi veya toplumun önünde bulunan idareci veya bir din adamı da olabilir) değerlendirilirken sadece namazı, orucu yani dini vazifeleri, dindarlığı cihetiyle değil, ahlakı, karakteri ve zaafları yönüyle de, bir bütün olarak ele almak gerekmektedir.  Çünkü din ve dindarlık sadece ibadettten ibaret değildir. Onun iman buudunun yanında bir de ahlak ve karaktere, insani ilişkilere, topluma ait vazifelere bakan yönleri de  vardır. Din ve dindarlık bunların bütününden oluşan bir olgudur.


    02 Eyl 2022 11:35