Başkalaşma, Aslını inkar, Taklit ve Yetersizlik düşüncesi 1

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    22 Eki 2021 10:43

    Fethullah Gülen Hocaefendi, Düşünce ve Aksiyon İnsanı başlıklı yazısında, maddi ve manevi dinamiklerin bilinmesinin önemi ve bu hususta günümüzdeki cehaletin yol açtığı problemlere Hazreti Bediüzzaman üzerinden dikkat çekmektedirler:

    “Bedîüzzaman'a göre, bugün olduğu gibi o gün de, bütün fenalıkların menbaı, cehalet, fakr u zarûret ve iftiraktı. Evet içtimâî sıkıntılarımızın en birinci sebebi, millî sefâletlerimizin en önemli sâiki cehalettir. Allah bilmeme, peygamber tanımama, dine karşı lâkayt kalma, maddî-mânevî târihî dinamiklerimizi görememe mânâsına gelen cehalet, hiç şüphesiz o gün-bugün başımızın en büyük belasıdır.. ve Bedîüzzaman da ömrünü bu öldürücü mikropla savaşa vakfetmişti. Ona göre kitleler, ilimle, irfanla aydınlatılmadıkça, toplum sistemli düşünmeye alıştırılmadıkça ve yanlış, sapık düşünce akımlarının önü alınmadıkça, milletimiz için kurtuluş ümidi beslemek abestir.

    Evet, o cehalet yüzünden değil midir ki; kâinât Kurân'dan, Kur'ân da kâinâttan koparıldı.. koparıldı ve biri, varlığın sırlarını bilmeyen, eşya ve hâdiselere kapalı, bağnaz ruhların hayal zindanlarında yetim kaldı; diğeri de her şeyi maddede arayan ve mânâya karşı bütün bütün kör, mük'ab cahillerin elinde bir kaos halini aldı. Yine bu cehalet sebebiyle değil midir ki; bu mübarek dünya, en münbit ovaları, en feyyaz obaları ve en bereketli ırmaklarına rağmen, zarûret ve sefâletlerin pençesinde inim inim inlemekte ve eski kapıkullarına dilencilik etmekte…

    Yine bu cehalet ve cehalet kaynaklı tefrika sebebiyledir ki; cihanın dört bir yanında bizimle alâkalı bir dünyada 'tegallübler, esaretler, tahakkümler, mezelletler, türlü iptilâlar, türlü türlü illetler' yaşandığı, hatta kan gövdeyi götürdüğü, ırzlar çiğnenip namuslar payimâl olduğu, dünya dengesizlikler ağında bir oraya, bir buraya kayıp durduğu halde, bir türlü tefrikadan sıyrılıp bu fecâyi ve bu fezâyie 'dur' diyemiyor; İslâm âleminin her gün daha korkunç, daha vahim uçurumlara yuvarlanması karşısında onun sıkıntılarına çare olamıyor, vahdet ruhuyla gerilemiyor ve çağımızla hesaplaşamıyoruz.”

    Cehaletten kastedilen sadece maddi ilimler sahasındaki cehalet değildir. Hiç şüphesiz ki maddi ilimlerdeki terakki de çok önemlidir. Ama ondan da önce halledilmesi gereken husus, Allah bilmeme, peygamber tanımama, dine karşı lâkayt kalma ve maddî-mânevî târihî dinamiklerimizi görememe mânâsına gelen cehalet problemini çözmektir. Buna muvaffak olmadan maddi ilimlerde meydana gelen gelişmeler tek başlarına faydalı, derde derman ve kalıcı olamayacaklardır.

    Dikkat edilirse, Hocaefendi burada, Hazret-i Bediüzzaman’ın tespitlerinden hareketle, Müslümanların yaşadığı coğrafyanın neden bu kadar problemli olduğunun sebeplerine parmak basmaktadırlar. Müslüman dünya denmesine rağmen, İslâm’ın gerçek anlamda yaşanmadığı bir coğrafya. İslâm’ın ruhlarda, kalplerde ve toplum hayatında meydana getirdiği muazzam inkılaptan ve tarihten gelen maddi ve manevi değerlerinden habersiz yığınlardan ve iman hakikatlerini tam yaşayamayan bireylerden oluşan bu toplumlar, bir türlü kendilerine gelememekte ve toparlanamamaktadırlar. İçine düştükleri cehaletten dolayı da nasıl kurtulabilecekleri veya dirilebilecekleri hakkında fikir sahibi olamadıklarından dolayı da dirilme adına yaptıkları teşebbüslerinde hüsran üstüne hüsran yaşamaktadırlar.

    Hocaefendi, “Düşünce ve Aksiyon İnsanı” başlıklı yazısında ayrıca, bu maruz kalınan felaketler ve Batı Dünya’sının ulaştığı maddi ilerlemelerin de etkisiyle, insanların köklerinden koptuklarının ve milli ve dini dinamiklerini kaybettiklerinin tespitini yapmaktadırlar:

    Biz, milletçe, bu kahredici hastalıklar ağında kıvranırken, batının sûrî ve maddî terakkisi karşısında bir kısım kamaşan gözler, bulanan bakışlar ve dönen başlar, dimağlarını müspet fenlerle, gönüllerini dinî hakikatlerle donatıp, maddî-mânevî zenginliklere ereceklerine bütün bütün ruhsuz ve köksüz davranarak, millî ve dinî en hayâtî dinamiklerimizi görmemezlikten gelerek, kör bir taklit ve şablonculukla, kitleleri millî seciyeden tecrit, tarih şuurundan mahrum, ahlâk ve fazîletten de yoksun bıraktılar. Bence, milleti kurtarma mülâhazasıyla sapılan bu ikinci yol ve gerçekleştirilen bu ikinci hareket daha zararlı oldu ve toplumun ruhunda onulmaz yaralar açtı.

    Birinci durum itibarıyla insanımız, seneler ve seneler boyu boğucu bir kâbus altında kıvranıp durmasına karşılık, ikinci hâl itibarıyla da millî faziletlerimiz, rûhî necâbetimiz, cihanpesendâne aksiyonumuz bütün bütün yıkılıp gitti.”

    Asrımızda birçok problemlerle karşı karşıya kalan insanımızın, dimağlarını pozitif ilimlerle ve gönüllerini dinî hakikatlerle donatıp, maddî-mânevî zenginliklere kavuşmaları beklenirken, maalesef bunlar, bütün bütün ruhsuz ve köksüz hareket etmişler, millî ve dinî en hayâtî dinamiklerinden habersiz davranmışlar veya görmemezlikten gelmişler ve kör bir taklit ve şablonculuk içerisine düşmüşler ve bunlara bakarak hareket eden kitlelerin millî karakterlerini kaybetmelerine ve tarih şuurundan mahrum, ahlâk ve fazîletten de yoksun hale gelmelerine sebebiyet vermişlerdir.

    Sonuçta, bir toplumu ayağa kaldırabilecek ve ayakta tutabilecek olan millî değerler, rûhî asalet ve dünya çapında büyük işlere imza atabilecek aksiyon yok olup gitmişlerdir.

    Aynı yazıda, Bedîüzzaman Hazretlerinin, bu her iki cephedeki yanlış müdahaleler ve bu yanlış tedavilerden kaynaklanan toplum çapındaki komplikasyonları göğüslediği, asırlık yaralarımıza neşter vurduğu ve bu yaraların sebebiyet verdiği felaketleri masaya yatırarak çözüm yolları gösterdiği ve böylece ülke ve insanımızın yıkılıp gitmekten kurtarılması adına hep yürekten ve samimi olarak dertlerimizin üzerine yürüdüğü ifade edilmektedir.

    DÜNYAYA TAPANLARIN ÇAĞI

    Günümüzdeki Müslümanlar, kendi dinlerini, manevi değerlerini ve geçmişlerini tam bilmediklerinden ve içinde bulunulan asrın dünyevi cazibelerinin çok fazla olması ve maneviyattaki körlük ve hastalıklar sebebiyle çok büyük sarsılmalar, savrulmalar yaşamışlar ve büyük bunalımlara ve manevi hastalıklara yakalanmaktan kurtulamamışlardır.

    Hocaefendi, “Ruhuna Yönel!..başlıklı Bamteli’nde, içinde yaşadığımız zaman diliminin insanları maneviyattan uzaklaştırıp dünyaya meftun etme hususunda çok ileri olduğunun ve mü’minlerin de bundan etkilenerek önemli kayıplar yaşadığının altını çizmektedirler:

    Çağ, o çağ… Çağ, yıkılası çağ… Çağ, karn-ı şeytân; tam bir şeytan çağı, bu çağ!.. Öyle ki mü’minler bile, o çağın olumsuz tesiriyle zükkâm (zükâm da denir, nezle demektir) olmuşlar. Bütün bütün inkârcılar, kalbleriyle ölmüşler. Diğerleri, dimağlarıyla, mantıklarıyla, muhakemeleriyle, nazarlarıyla ölmüşler. Mü’minler de zükkâm olmuşlar; burunlarını silmekten elleri olmuyor ki, çevrelerini görsünler, etraflarına baksınlar, o kitab-ı kebîr-i kâinatı okusunlar ve Kur’an-ı Kerim’in, o kitab-ı kebîr-i kâinatı okuduğunu duysunlar, anlasınlar!..”

    Dünyaya Tapanların Çağı başlıklı Bamteli’nde ise bu çağ şöyle tarif edilmektedir: “Fakat ne acıdır ki, bu çağ, dünyaya tapanların çağı.. bilerek dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenlerin çağı.. camiden Kabe’ye, oradan Mina’ya, Müzdelife’ye ve Arafat’a kadar!.. Bütün kulluğu kirletecek şekilde dünyaya birinci sırada yer vermek, onu birinci tercih yapmak -hafizanallah- bu çağın vebadan, taundan, cüzzamdan, AIDS’ten daha tehlikeli bir hastalığıdır; o virüs kime musallat olursa, onu yere serer.”

    Hazreti Üstad, Kastamonu Lahikası’nda “Onlar dünya hayatını bile bile âhirete tercih ederler.” (İbrahim, 14/3) ayetinin bu çağa baktığını ifade ederek, şöyle demektedirler: “Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara, bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.”

    Ayrıca aynı risalede, hırs ve tutku derecesinde hayatı muhafaza ve yaşama arzusu, dünyevi zevklere düşkünlüğün, insandaki diğer duyguları (latifeleri) kendisi ile meşgul edip susturduğundan ve böylece insanlara asli vazifelerini unutturduğundan bahsedilmektedir: “Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve adi bir zarar-ı dünyevî yüzünden, elmas gibi umûr-u dîniyeyi terk eder.

    Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisatsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden berekatın kalkmasıyla ve fakr u zarûret, maîşet ziyadeleşmesiyle, o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu fanî hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mesele-i dîniyeye tercih ettiriyor.

    Bu acîb asrın bu acîb hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’cizü’i-Beyanın tiryakmisal ilaçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkar, halis, sadık fedakar şakirtleri mukavemet edebilir.”

    22 Eki 2021 10:43