Dinde Reform Peşinde Olanlar –2

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    26 Şub 2021 11:35
    SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 11

    Kalbi ve ruhi hastalıklarla ma’lül (yakalanma) olanlar, İslam’ın yeni baştan bir reforma tabi tutulmasını, böylece arzu ve isteklerine daha uygun bir din haline getirilmesini istemektedirler.

    Körü körüne Batı Dünyası taklitçiliğinin etkisi…

    Üstad Hazretleri Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta, Batılıları körü körüne taklitçilik hastalığının etkisiyle reform taleplerinin ortaya çıktığı tespitini yapmaktadırlar. Dini tahrif etmek isteyenler, Batı dünyasına bakıp, onların Katolik mezhebini tahrip ederek Protestanlığı ortaya çıkarmalarında ve daha sonra Protestanlığın Hristiyanlık olarak kabulünde olduğu gibi, İslam dini içinde de böyle bir inkılap veya reform olabileceği iddiasında bulunmaktadırlar.  
    Üstad Hazretleri bu iddiadaki kıyaslamanın yanlış noktalarını, İslamiyet ve Hristiyanlık arasındaki temel farkları ve her iki dinin tarih boyunca medeniyetlerin gelişmesi üzerindeki farklı etkilerini ve bu çerçevede sorulan soruların cevaplarını, etraflıca Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta bulunan İşârât-ı Seb’a’da detaylı olarak açıklamaktadırlar. 

    Kur’ân Müslümanlığı

    Fethullah Gülen Hocaefendi, “Kur’ân Müslümanlığı mı?” başlıklı Kırık Testi’de, ““Kur’ân müslümanlığı” ifadesiyle ortaya konan anlayışın iyi niyetli olmadığı, Kur’ân’a saygı amacı taşımadığı, bu anlayışın temsilcilerinin birtakım lüksler ve fanteziler peşinde koşarak kendilerini ifade etme kompleksine yakalandıklarını ifade etmektedirler:
    “Ayrıca, “Kur’ân müslümanlığı” diyen kimselerin ortaya koydukları müslümanlık tarifleri ve anlayışları da birbirini tutmuyor. Zaten, duygu duruluğundan ve kalb safvetinden mahrum kimselerin anlayışlarının aynı olması düşünülemez. Çünkü, merkezden ve ana hattan ayrılan kimse, tâli bir sürü yola sapmaktan kurtulamaz. Nitekim, Cenâb-ı Hak, “İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Sakın, sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın.” (6/153) buyurmuştur. Evet, Kur’ân-ı Kerim’i ve Din-i Mübin’i, Sahabe-i kiramın anladıkları ve yaşadıkları gibi kabul etmeyenlerin, akla hayale gelmedik patikalara, farklı farklı yollara sapmaları kaçınılmaz olur. Zira, o takdirde herkes kendi kafasına ve hevasına göre uygulamalara dalar, düşünce inhiraflarına kayar.”

    Bu iddia ile yola çıkıldığında, yani sadece Kur’an tek başına, Sünnet’ten bağımsız olarak ele alındığı zaman, insanların zekâları, anlayışları, yetiştiği kültür ortamları, eğitim durumları, ilmi dereceleri, ona verilen maddi ve manevi donanımları ve kabiliyetleri, hedefleri, arzuları, istekleri ve daha birçok hususlarda farklı oldukları için, herkes Kur’an’ı farklı farklı yorumlayacak ve neticede insanlar sayısınca Kur’an yorumları ortaya çıkacaktır.

    Dinde reform talep edenlerle “Kur’ân müslümanlığı” iddiasında bulunanların aynı ortak paydalarda buluştukları çok rahat görülmektedir. Hepsi de, dini kendi arzuları, hevesleri, menfaatleri ve amaçlarına göre tahrip ederek değiştirmek istemektedirler. 

    Bu yüzden, Hazret-i Peygamber’in dindeki belirleyici konumunu ortadan kaldırmak, dolayısıyla Sünnet’i Seniye’yi geçersiz kılmak, sahabelerin temsilini ve Sünnet ve sahabe üzerinden kendilerine ulaştırılan dinin temellerini en mükemmel ve sistemli bir şekilde tespit ederek tahribatlara karşı koruma altına alan, başta mezhep imamları olmak üzere Müçtehidin-i İ’zam’ı ve içtihatlarını değersiz kılmak istemektedirler. 

    Hocaefendi, aynı yazıda, bu problemleri ortadan kaldırabilmek ve Allah’ın (celle celalühü) muradının, Kur’an’ın ve İslâm’ın tam ve doğru anlaşılıp yaşanabilmesi için olmazsa olmazları çok güzel bir şekilde özetlemektedirler: 

    “Hâsılı; asıl “Kur’ân müslümanlığı”, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz’in, Kur’ân ayetlerinin yanı sıra kendi ifade ve beyanlarıyla da tebliğ ettiği, sonra da İnsan-ı Kâmil oluşuna muvafık bir keyfiyette mükemmel bir temsille ortaya koyduğu ve Ashâb-ı Kiram efendilerimizin de Rehber-i Ekmel’den öğrenip uyguladıkları müslümanlıktır. Selef-i Salihîn tarafından, aslî ve fer’î bütün deliller gözetilerek çerçevesi belirlenen bu İslam anlayışını bırakıp, heva ve hevesine fikir sureti vererek Kelâm-ı İlâhî’ye sahip çıktığını iddia edenlerin yaptıkları, olsa olsa, Kur’an-ı Kerim’i mehcur tutmaktır (terk edilmek).”

    Günün problemlerine çözüm bulma adına reform isteyenler…

    “Günümüzdeki insanlara veya Batı toplumuna Kur’an’daki bazı hükümleri nasıl açıklarız” endişesi taşıyanların, dinin yeniden yorumlanmasını istemeleri ve buna matuf olarak birtakım arayışlar içerisine girmeleri de söz konusudur. 

    Bu insanlara, içinde bulundukları zaman diliminde yaşayan, gerekli olan maddi ve manevi donanıma sahip olan yüce kametler tarafından, çağın ihtiyaçlarına uygun ve yeterli olan yorumları ve istikametin korunabilmesi adına ortaya koydukları, ekseriyeti Kur’an’ ve Sünnet kaynaklı olan kriterler ve prensipler bir şey ifade etmemektedirler.  
    Dinin esaslarını başka türlü yorumlamaya ve tağyire imkân bırakmayacak şekilde, Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas delilleriyle çok sistemli ve sağlam bir şekilde ortaya koyan, başta mezhep imamları olarak Müçtehidîn-i İzâm için “Onlar da bizim gibi insandırlar, dolayısıyla biz de yeni baştan içtihatlara girebiliriz. Mezheplere ne gerek var.” diyerek bu engeli ortadan kaldırmak isterler. Bunların bu davalarının ne kadar çürük olduğu ve bu hususta ne kadar haksız oldukları, Bediüzzaman Hazretleri tarafından, İçtihat Risalesi’nde açık ve net olarak ispat edilmiştir.

    Onlara göre, 13-14 asır boyunca ihtiyaçlara cevap verebilen ve geçerli olan, Kur’an ve Sünnet’teki hükümler ve bunları sistemli bir şekilde tespit eden büyük müçtehitler tarafından inşa edilen ameli ve itikadi mezhepler bu asra hitap etmemektedirler.  

    İçtihad Risalesi’nde, bu anlayış ihanet olarak nitelendirilmektedir: “Dinin zarûriyâtı ki, içtihad onlara giremez. Çünkü; kat’î ve muayyendirler. Hem o zarûriyât, kut ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler ve bütün himmet ve gayreti, onların ikamesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyet’in nazariyât kısmında ve selefin içtihadat-ı sâfiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid’akârâne bir hıyanettir.”

    Başlangıçtaki niyetleri ne olursa olsun, zamanla bu insanlar, mezhepleri inkara giderek, Ehl-i Sünnet çizgisinden uzaklaşmışlar ve Kur’an’ın bazı hükümlerinin günümüzde geçerli olmadığını savunan tarihsellik fikrini kabul etmişlerdir.

    İnşaallah bir sonraki yazıda, tarihsellik ve tarihselciler konusu ile devam edelim.
    26 Şub 2021 11:35