Kardeşlikte hissilik ve mantıkilik

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    12 Haz 2024 09:41

             “Asr-ı Saadetteki o destanlık çapındaki kardeşliği günümüze nasıl taşıyabiliriz?” diye sorulan bir soruya muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi  şöyle bir cevap veriyor: “Saadet asrında Efendimizin (S.A.S.)  sahabeleri arasında geçen kardeşlik, tarihe her yönüyle ‘örnek bir kardeşlik’  ve onu gerçekleştirenler de ‘örnek bir nesil olarak geçmiştir.’  Bu seviyede bir kardeşlik, daha sonra hemen hiçbir zaman diliminde maalesef o ölçüde temsil edilememiştir.

    “Gerçi Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde onların aralarında bir kısım ihtilaf  ve iftiraklar görülmüştür, bunları çıkaranlar, o ilk saffı teşkil eden YILDIZLAR değil, arkadan gelen ÇİLESİZLER’dir. (…)

       “Evet, o ‘yıldız insanların (r. anhüm) arasında ilk dönem itibariyle hem hissî, hem de mantıkî kardeşlik hâkimdi. Ancak bu kardeşliğe (Cemel ve Hakem olaylarında)  bir dünyevilik tosladı ve aradaki Vahdet muvakkaten  kırıldı. Bu kırılmadan sonra da bir daha temsil edilemedi.

       “Pekâla ‘Duygu ve düşüncede, elem ve lezzetlerde tam bir paylaşımın  yaşandığı bu altın dönem seviyesinde bir kardeşlik yeniden kurulabilir mi?’  denilecek olursa;  böyle bir uhuvvetin teşekkülü için her şeyden önce güçlü bir insibağa ihtiyaç vardır. (Sahabeler, Efendimizin (S.A.S.)  huzurunda inikas ve insibağa mazhar oluyorlardı. Yani vahyin ve mâneviyatın aynı yansımalarına ve aynı renklerle boyanmaya mazhar oluyorlardı.) Bu mevzuda hissî kardeşlik önemli bir esastır; ancak yeterli değildir. Malum olduğu üzere aynı anne ve babadan meydana gelen kardeşler arasında ‘hissi kardeşlik’ vardır, ama onlar, bazen çok basit bir miras meselesinde bile birbirleriyle kavga edebilir, hatta birbirlerini öldürebilirler. Öyleyse öz kardeşleri bile bir arada tutamayan ‘hissî kardeşlik’ , Sahabe ölçüsünde bir kardeşliğin kurulması için yeterli değildi.

    Kaldı ki, bu kadar geniş bir dairede herkesin menfaat ve çıkar noktaları, his ve anlayışları, mezak, meşreb ve mizaçları ayrı ayrı olunca, bu kardeşliği tesis için mantıkî unsurlarını ilave etmek gerektir. O bakımdan Bediüzzaman Hazretleri, bize meselenin daima mantıkî yönlerini ve dinamiklerini göstermiştir. Mesela, ‘Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir..  bir  bir..  bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir..  bir bir yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir… ona kadar bir bir.’ demiştir. Şimdilerde ilave edecek olursak; komşularınız bir düşmanlarınız bir, sizi istemeyenler bir, büyümenizi engelleyenler bir.. bir..

    Vifak, Tevfik-i İlahi’nin çok önemli bir vesilesidir

             “Meseleye, daha farklı bir zaviyeden bakacak olursak; Cenab-ı Hakkın Tevfik, bizim vifak ve ittifakımızla çok alâkalıdır. Çünkü VİFAK,  TEVFİK-İ  İLÂHÎ’nin (Allah’ın muvaffak kılmasının )  çok önemli bir vesilesidir. Vifak, bir çizgi üzerinde birleşme; ittifak da geldiği ‘bâb’  itibariyle bu meselenin mutavaatı yani insan ruhunda tabiat haline gelmesi… yani insanların, anlaşıp bütünleşerek onu, tabiatlarının ayrı bir derinliği ve ayrı bir boyutu haline getirmeleri demektir ki, kanaatimizce böyle bir ameliye, el açıp ‘Mecmuatü’l-Ahzâb’ı günde bir - iki defa hatmetmekten  daha çaplı bir şekilde Cenab-ı Hakkın tevfikini yâr etmesi adına Allah’a sunulmuş önemli bir dua ve bir münacattır.

             “Evet, Allah’ın lütuflarına mazhariyet, insanın bir kısım vasıflarla vasıflanmış olmasına bağlıdır. Çünkü Efendimiz (S.A.S.)’in mübarek beyanlarına göre Allah (c.c.)  insanların suret ve dış görünüşlerine değil,  kalblerine iç âlemlerine ve karakterlerine bakar. Bu açıdan önemli olan insanların sıfatlarıdır. Yani kişinin mümin görünmesi değil, mümin olması; namaz kılması değil namaza düğümlenmesi, Kâbe’yi tavaf etmesi değil tavaf düşüncesine odaklanması, kısacası Allah’a ve Resulüne kilitlenmesi önemlidir. Unutmayalım, Allah (c.c.) sıfatlara bakarak hükmünü icrâ etmektedir.

             Kabe’yi her gün 50 kere tavaf etse bile

             “Buna göre şayet bir kâfir, sistemli düşünür, eşya ve hadiseleri hallaç eder, vaktinin kıymetini bilerek onu boşa harcamaz ve hep çalışırsa; bu sıfatlar birer mümin sıfatı olduğu için Allah (c.c.) o kâfir hakkında muvaffakıyet ve başarı hükmünü verir. Diğer taraftan, bir başkası Kâbe’yi her gün elli tavaf etse bile, kalbi dünyası, düşünce yapısı, sistem anlayışı bozuk ve kâfir sıfatı taşıyorsa, mümin hakkında mağlubiyet ve hezimet hükmünü verebilir. Çünkü mümin olmanın mükâfatı, ekseriyet itibariyle âhirette, şeriat-ı fıtriyeyi bilmemenin ve ona riâyet, etmemenin cezası da ekseriyet itibariyle dünyadadır. Bu iki kitabı dengeli yaşamak bizi gerçek takvaya ulaştıracak olan tegâne yoldur.

             “Sahabe –misal kardeşliğin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynayan bir diğer faktör de bu zorunluluğun hissedilmesi, onun bir niyet halinde kalblerde ağırlığının  duyulması, sonra da bu niyet istikametinde atılacak olan adımlardır.

             Mercûh râcihe teveccüh edebilir

             “Evet, Sahabenin mazhar olduğu lütuflara mazhar olabilmenin, yegâne yolu, istenilen mevzuda en azından onlar ölçüsünde performans  sergileyebilmek ve bu uğurda önümüze çıkan bütün fırsatları değerlendirebilmektir. Kim bilir, belki de bunlar hayata geçirilebilirse, ‘mercûh râcihe teveccüh edebilir’ fehvasınca ilgili alanda o alana mahsus olmak üzere Sahabenin hizasına ulaşabilir.

             “Hâsılı: Sahabenin yaşadığı o kardeşliği tesis etmek için, hissin yanısıra, mantıkî unsurların dikkate alınması, vifak ve ittifak çizgisi üzerinde birleşilmesi ve bunun ağırlığının kalbde daima duyulması ve mutlaka gözle görülür adımların atılması gerekir.”   (Prizma-2)


             Evet gerekir
    12 Haz 2024 09:41