Siyasal İslam Sudan medeniyetini nasıl bitirdi?

  • Türkmen Terzi
  • Türkmen Terzi
    19 Haz 2025 11:49

     

    Gazze’de insanlar soykırıma tabi tutulurken, Ruslar Ukrayna’yı bombalarken, İran ve İsrail bütün silahlarını birbirini yok etmek için ateşlerken, unutulan bir savaş var. Mekke ve Medine’nin karşısındaki topraklarda yaşayan esmer insanların ülkesi Sudan.

     

    “Bu savaş sadece silahların savaşı değil, bir halkın onuruna, kimliğine ve geleceğine açılmış topyekûn bir saldırıdır.” Sudanlı diplomat Abdul Muhammed’in bu acı sözleri, Sudan’da yaşanan trajediyi tarif etmek için seçilebilecek en kapsamlı ifadelerden biri.

     

    2023 yılında yeniden patlak veren iç savaş, Hartum’un kalbinde iki generalin, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve ordu komutanı  ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) lideri Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) arasındaki iktidar mücadelesine dönüştü. Her iki isim de Sudan’ı 30 yıl yöneten Ömer El-Beşir döneminin ürünü. Hemedti’nin liderliğini yaptığı HDK, Darfur’da soykırım suçlarıyla anılan Janjaweed milislerinden türedi. O dönem halkı öldüren milisler, bugün iktidar için savaşan bir tarafın resmi gücü olmuş durumda.

     

    Bu savaş, sadece bir toprak mücadelesi değil, siyasal İslam’ın militarist yapısının Sudan toplumunda bıraktığı derin travmanın bir yansıması. Afrika’nın en bereketli topraklarından birinde, Nil Nehri’nin yüzyıllardır suladığı bu medeniyet beşiği topraklarda, artık sadece çatışma, açlık, sürgün ve yıkım konuşuluyor. Sudan'ın son yirmi yılına baktığımızda, medeniyeti imha eden temel unsurun siyasal İslam olduğu açıkça görülüyor.

     

    İslamcı ideolojiyle yoğrulmuş bu savaş baronları, ülkenin siyasi geleceğini ellerinde tutmaya çalışıyor. Uluslararası arabuluculuk süreçleri ise başarısız oldu. Eski Afrika Birliği ve Birleşmiş Milletler elçisi Abdul Mohammed’in sözleri bu noktada aydınlatıcı. "Sudan’ın kaderi taşeronlara bırakılamaz. Sudan halkının iradesi dışında şekillenen her çözüm, geçicidir.”

     

    Sudan’ın trajedisini anlamak için biraz daha geriye gitmek gerek. Güney Sudan’ın 2011’de bağımsızlığını ilan etmesi, Sudan’daki Arap olmayan Afrikalı etnik topluluklara ve Hristiyan azınlıklara karşı sistematik baskının ve ayrımcılığın bir sonucuydu. Bu parçalanma Sudan'ı iç savaşının tetikleyicisi oldu. Petrol yataklarının büyük kısmı Güney Sudan’da kaldı ve ekonomik sıkıntılar siyasi çatışmalara yol açtı.

     

    Sudan, 19. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı ve Mısır ekseninde yürüyen, ardından İngiliz sömürgeciliğine maruz kalan bir geçmişe sahipti. Ancak 1881’de Muhammed Ahmed’in başlattığı Mehdi Hareketi, bu topraklarda dini söylemi siyasal bir iddia haline getirerek radikalizmin ilk tohumlarını attı. Mehdi Devleti kısa ömürlü olsa da bıraktığı ideolojik miras 20. yüzyıl boyunca Sudan'da varlığını sürdürdü.

     

    Bu miras, 1989’da Ömer el-Beşir’in darbeyle başa gelmesiyle yeniden dirildi. Siyasal İslam, bu kez Batı karşıtı, Arap kimliğini öne çıkaran, şeriatla yönetilen bir devlet hedefiyle iktidar oldu. El-Beşir’in rejimi, Sudan'ı İslamcı ideolojiye göre dönüştürmeye çalıştı. Üniversitelerden sokaklara, ordu yapılanmasından dış politikaya kadar her alan İslamcı kadrolarla dolduruldu. Bu sistemde laiklik, çoğulculuk, etnik çeşitlilik ve medeni haklar tehdit olarak görüldü.

     

    Ne acıdır ki Sudan’ı ne Amerika ve Avrupa ne Çin ve Rusya ne de İsrail işgal etti. Mısır kadar eski bir medeniyet olan Sudan, çok fasih Arapça konuşan, bilgili ama o kadar da kibirli yöneticilerin iç çekişmeleri neticesinde bu hale geldi.

     

    El-Beşir’in otuz yıllık iktidarı 2019’da sona erdi. Ancak bu kez de darbeyle yönetime gelen askeri elitler arasında bir başka mücadele başladı. Darbe yapanlar kısa sürede birbirine düştü. Sudan, bir kez daha iktidar savaşlarının ve çıkar çatışmalarının sahnesine dönüştü.

     

    Ülke bugünkü hâliyle ikiye, üçe, hatta dörde bölünmüş durumda. Hemedti, Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bazı Körfez ülkelerinden açık destek alıyor. El-Burhan ise Mısır ve Suudi Arabistan gibi daha geleneksel askeri devletlerle yakın ilişkiler kuruyor. Her iki taraf da Sudan halkı için değil, kendi iktidarları ve dış destekçileri için savaşıyor.

     

    Hartum’un tekrar merkezi hükümetin eline geçmesiyle çatışmalar kısmen başkent çevresinden uzaklaştı. Ancak ülkenin güneyinde, özellikle Darfur ve Kordofan bölgelerinde şiddet artarak sürüyor. On binlerce Sudanlı, Çad’a, Güney Sudan’a ve diğer komşu ülkelere göç etti. Ülke içinde de milyonlarca insan yerinden edildi. Birleşmiş Milletler kamplarında yaşamaya çalışan bu insanlar için geleceğe dair umut neredeyse kalmadı.

     

     

    Sudan medeniyetinin binlerce yıllık tarihi, Nil Nehri boyunca akan uygarlıkların izlerini taşıyor. Bu topraklar yalnızca altın, uranyum ve petrol zengini değil, aynı zamanda kültürel ve dini çeşitliliğiyle de Afrika’nın kalbidir. Ancak siyasal İslamcı otoriterlik, bu zenginliği yönetemedi. Kuraklık, gelir eşitsizliği, dış müdahaleler ve halktan kopuk elitler, çöküşü hızlandırdı.

     

    Çin ve Türkiye gibi ülkelerin Sudan’da kendi çıkarlarını korumak için zaman zaman taraflar arasında denge politikası izleyerek bölgedeki çatışmaları yumuşatma çabaları oldu. Özellikle insani yardımlar, sulama projeleri ve tarım işbirlikleri, Sudan’ın istikrara kavuşması için bir umut olabilir. Ancak çözüm, dış aktörlerin değil, Sudan halkının iradesiyle mümkün olacak.

     

    Abdul Mohammed’in şu çağrısı Sudan’ın geleceği için önemli: “Barış yukarıdan dayatıldığında çöker, halktan doğduğunda tarih yazabilir."

     

    Sudan halkı, barışı kendisi inşa etmek için çaba göstermedikçe ne siyasal İslam’ın gölgesinden ne de savaş baronlarının iktidar hırsından kurtulabilir. Sudan’ın geleceği, Sudanlıların cesaretine ve ortak vicdanına bağlı.

    19 Haz 2025 11:49