Zarrab pazarlığında ABD'ye neleri verdi?

ABD ile Zarrab pazarlığının yürüdüğünün ortaya çıkması, 'davada ileri gidilmemesi karşılığında ABD'ye pazarlıkta ne gibi tavizler verildiği' sorusunu ortaya koyuyor.

Reza Zarrab davasında çok ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Türkiye ile ABD arasında, Zarrab'ı salıverecek bir “anlaşmadan” bahsedilmeye başlandı.

Açıklamayı yapan, Zarrab'ın avukat olarak tuttuğu Rudolph Giuliani. New York eski Belediye Başkanı da olan ve ABD Başkanı Donald Trump'a yakınlığı ile tanınan Giuliani, mahkemeye verdiği ifadesinde, dava sürecindeki rolünün “Türkiye ile ABD arasında, Amerikan ulusal çıkarlarına uygun bir anlaşma sağlamak” olduğunu söyledi.

Buradaki “Amerikan çıkarlarına uygun” sözünün altını özellikle çizmek gerekiyor.

Giuliani, hem Zarrab, hem de Amerika'nın “çıkarları” için Ankara'ya geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti'nin en tepe noktasındaki isimle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la “pazarlık” yaptığını açıkça ifade etti.

Peki ya “Türk çıkarları”?

İşte karanlıkta kalan nokta bu; Zarrab'ın avukatları ile en üst düzeyde sürdürülen bu pazarlıklar konusunda Türk tarafından, “Türkiye'nin çıkarının ne olacağı”, ya da “Türkiye'nin herhangi bir çıkarı olup olmadığı” konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı.

Değil açıklama Türk yetkililer Erdoğan ile Zarrab'ın avukatları arasında bir görüşme yapıldığından bile şimdiye kadar hiç bahsetmedi. Giuliani resmen Amerikan çıkarları için “pazarlık yaptığını” duyurduğuna göre, şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a düşen, pazarlıklarda “Türkiye'nin çıkarlarının nasıl korunduğunu” açıklamaktır.

‘EYYYYPG!' BİTTİ, ‘EYYY İRAN!' GELDİ

Son dönemde yaşanan gelişmelere bakıldığında, aslında Giuliani ile yapılan pazarlığın ne olabileceğinin işaretlerini de çıkarmak mümkün. ABD, Suriye ve Irak'ta İŞID'e karşı mücadelesinde ana unsur olarak Kürtleri kullanıyor.

Bu çerçevede, Musul'da savaşan Barzani'nin peşmergeleri için ABD Dışişleri Bakanlığı bu hafta 295 milyon dolarlık silah ve mühimmat hibesini onayladı.

Şimdi benzer yardımın Suriye'deki YPG/PYD'ye yapılacağı kulislerde konuşuluyor. Bu konuda Trump yönetiminin önündeki tek engel, Ankara'nın YPG/PYD'yi terörist ilan etmiş olması.

ABD şimdilerde Türkiye'ye yönelik diplomasisini, Ankara'nın YPG/PYD'ye yönelik vetosunu aşmak için kurguluyor; 
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'un Ankara'ya yaptığı son ziyaret de; 
ABD Başkanı Trump'ın, referandum sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı araması da;
Erdoğan'ın Mayıs'ta Washington'a davet edilmesi de;
Hatta Trump'a en yakın isimlerden Giuliani'nin koltuğunun altına Zarrab dosyasını alıp Ankara'da Erdoğan'la “pazarlık masasına oturması” da hep Washington'un diplomasi atağının parçası.

Üstelik, Amerikalılar bu diplomasi atağında başarılı olmuş gibi de görünüyorlar; son dönemde Ankara'dan da YPG/PYD'ye çok fazla ses çıkarılmamaya başlandı;

Eleştiri tonu düştü. YPG/PYD'nin Rakka operasyonunun “başat gücü” olması, Ankara açısından adeta “sümen altına” itiliverdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyaretiyle bağlantılı olarak, Trump'ın çok yakında YPG/PYD'ye doğrudan silah ve mühimmat verilmesine ilişkin talimatı imzalaması, kimseyi şaşırtmamalı.

PAZARLIĞIN İRAN AYAĞI DA VAR MI?

Ancak Washington'ın Ankara'ya yönelik bu “diplomasi atağının” tek ayağı YPG/PYD değil; işin bir de İran bölümü var.

Donald Trump, seçim kampanyası boyunca dış politikada iki konuya ağırlık verdi:
* Ortadoğu'da İsrail'in çıkarlarının korunacağı vaadi;
* İran'la Obama dönemindeki uzlaşmanın ortadan kaldırılacağı sözü.

Şimdi yeni Amerikan yönetimi, Ortadoğu politikasını bu iki unsur üzerine kuruyor.

Washington elbette, İran'la girişeceği büyük itişmeyi “doğrudan” değil, “güçlü bir ülke” üzerinden yapacak. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson geçen hafta bunu açık açık dile getirdi; “Biz İran'ı rüşvetle kısa bir süreliğine ikna ettik, sonra birileri onlarla ilgilenmek zorunda kalacak” dedi.

Sakın bu “İran'la ilgilenecek” ülke Türkiye olmasın?
İlginçtir, Tillerson'un İran'a yönelik sert çıkışlarıyla aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Tahran yönetimine yönelik kullandığı dili çok sertleştirdi. Referandum sonrasında dış politika konusunda yaptığı ilk açıklamalarda Erdoğan, “İran'ın Pers yayılmacılığı anlayışı, son zamanlarda
bayağı baş ağrıtmaya başladı” dedi.

Çok ciddiye aldığım bir söz vardır; “Tarih tekerrürden ibarettir…”
1980'li yıllarda Saddam'ın Irak'ı ile Humeyni'nin İran'ı arasındaki savaş, her iki ülkenin de yıkımı ancak bazen açık, bazen el altından iki tarafa da silah satan ABD'nin daha da güçlenmesiyle sonuçlanmıştı.

Bölgede, İran ile Türkiye arasında çıkabilecek benzer bir çatışmanın sonucu da farklı olmaz.

Ne diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yandaşlar; “üst akıl…”
Şimdi o “üst akıl” devrede.
İlk yaptığım çağrıyı, bir kez daha yineliyorum; Türkiye'yi “üst akıl”dan kurtarmak için, öncelikle Saray ile ABD arasındaki “Zarrab pazarlıklarının” içeriğinin açıklanması gerekiyor.

Durum çok ciddi; “Bir kişi” ya da “bir zümre” değil tüm Türkiye tehlike altında…

ZEYNEP GÜRCANLI / SÖZCÜ

24 Nisan 2017 08:32
DİĞER HABERLER