'Zorla Kaybetme Kurbanları Uluslararası Günü': Ümitsizliğe yer yok

"Şüphesiz bu kaçırma hadiseleri sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Diktatör yönetimler insan kaçırma ve yok etme eylemlerine sık sık başvurduğundan 30 Ağustos günü “Zorla Kaybetme Kurbanlarının Uluslararası Günü” olarak anılmaya başlanmıştır. "
AZİZ KAMİL CAN | Tr724
30 Ağustos: Zorla Kaybetme Kurbanlarını Anma Günü

30 Ağustos kimileri için sıradan bir tarihtir, kimileri içinse 30 Ağustos 1922’de kazanılan Dumlupınar zaferinin anma yıldönümü olarak kutlanan Zafer Bayramı. 

Son 10 yıldır bu tarihin başka bir anlamı daha var. Birleşmiş Milletler 2011 yılından itibaren 30 Ağustos’u resmi olarak “Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü” olarak anmaya başladı. Biz bu yazıda, 30 Ağustos vesilesiyle, Türkiye de yaşanan kayıp ve kaçırılmalara dikkat çekmek istiyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihinde nice bireyler veya topluluklar bu kaçırma, yok etme ve sindirilme eylemlerinden acı çektiler. İktidara boyun eğmeyen Ermeniler, Rumlar, Aleviler, Kürtler, değişik din alimleri ve özellikle şu sıralarda Hizmet Hareketi mensupları, kaçırılma ve yok edilme eylemine maruz kaldılar, kalmaya da devam ediyorlar.

Şüphesiz bu kaçırma hadiseleri sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Diktatör yönetimler insan kaçırma ve yok etme eylemlerine sık sık başvurduğundan 30 Ağustos günü “Zorla Kaybetme Kurbanlarının Uluslararası Günü” olarak anılmaya başlanmıştır. 

1981 yılında Kosta Rika’da kurulmuş olan Latin Amerika Kayıp Aileleri Dernekleri Federasyonu’nun ilan ettiği “30 Ağustos Kayıpların Uluslararası Günü”, daha sonra Birleşmiş Milletler öncülüğünde kayıplar sorununa dikkat çekilmek için her yıl o tarihte etkinlikler düzenlenen özel bir gün halini almıştır.

Kayıplar sorununun evrensel çapta ulaştığı noktaya çare olmak amacıyla BM Genel Kurulu 1992 yılında Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Deklarasyonu’nu yayımlamıştır.

Bunu 2006 yılında kabul edilen ve tüm taraf devletler açısından bağlayıcı olan BM Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Uluslararası Sözleşmesi izlemiş ve Sözleşme, 2010 yılından itibaren yürürlük kazanmıştır. Bugün itibariyle 98 ülke Sözleşmeyi imzalamış 63 ülke onaylamıştır.

Yine BM Kayıplar Sözleşmesi’nin imzaya açılması ile aynı tarihlerde, 2007 yılında, BM İnsan Hakları Konseyi’nin Cenevre’deki toplantısında “Zorla Kaybedilmeye Karşı Uluslararası Koalisyon” adlı bir örgüt kurulmuştur. Bu örgüt, zorla kaybedilmeye karşı yerel, ulusal ya da uluslararası çapta barışçıl mücadele veren tüm sivil toplum kuruluşlarını kendi çatısı altında topluyor ve BM Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanması için kampanya yürütüyor.

Maalesef haydut devlet hüviyetine bürünen Türkiye, hesap vermemek için bu organizasyonların hiçbirinde yer almamıştır. 

Diğer yandan anılan Sözleşmenin ikinci maddesi, “Fiili savaş durumu, savaş tehdidi, ülke içinde siyasal istikrarsızlık veya başka herhangi bir kamusal acil durum dahil olmak üzere, hangi istisnai koşullar söz konusu olursa olsun, bunlar zorla kaybedilme olayları için gerekçe olarak ileri sürülemez” diyerek, zorla kaçırma ve kaybetmeyi mutlak surette yasaklamıştır. 

Beşinci maddesinde, “Zorla kaybedilmelerin yaygın veya sistematik biçimde gerçekleşmesi, uluslararası hukukta da tanımlandığı gibi, insanlığa karşı işlenmiş suç anlamını taşır ve bu mahiyetiyle bu fiil yürürlükteki uluslararası hukukun yaptırımlarına tabidir.” şekli ile yer alan hüküm, bu eylemi insanlığa karşı suç olarak kabul etmiş ve diğer yürürlükteki ilgili uluslararası hukuk yaptırımlarına tabi kılmıştır.

Zorla kaybetme Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nde de insanlığa karşı suçlar arasında sayılmıştır.

Ayrıca Türk Ceza Yasasının 77. maddesinde insanlığa karşı suç unsurları düzenlenmiş, zorla kaybetmenin doğal sonucu olan; kişi hürriyetinden yoksun kılma, kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet veya köleleştirme, bilimsel deneylere tabi kılma, cinsel saldırıda bulunma gibi eylemler cezalandırılmıştır. Son fıkrada ise, bu suçlardan dolayı zamanaşımının işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Türkiye, yukarıda anılan sözleşmeye taraf olmasa da adam kaçırma, “kişinin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının” şiddetli halidir ve TCK 77. madde unsurlarını ihtiva eden gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile İşkenceyi Önleme Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere taraftır. 

Bu Sözleşmeler, denetim organları olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, BM İnsan Hakları Komitesi, BM İşkenceyi Önleme Komitesi gibi kurumlarca korunmaktadır. Yine bu suçlar, insanlığa karşı suç olarak belirlendiğinden “evrensel yetki” ilkesi gereği birçok ülke ceza yasalarınca soruşturulmaya tabi olabilmektedir.

Tüm bu realitelerin gereği bu suçları işleyen faillerin er ya da geç Türkiye’de, başka bir ülkede veya uluslararası denetim organları kapsamında hesap vermeleri kaçınılmaz olacaktır. Günün vermiş olduğu güç sarhoşluğu ne faillerini şaşırtıp, şımartıp aldatsın ne de mağdurlarını ümitsizliğe düşürsün.

Nitekim şimdiden bazı yurtdışı kaçırmaları uluslararası denetim organlarının kararlarına yansımış ve Türkiye mahkûm olmuştur. Bilindiği gibi Devletin haydut görevlileri Pakistan, Malezya, Kosova, Moldova, Ukrayna, Gürcistan gibi birçok ülkeden onlarca insanı tüm insan hakları sözleşmelerine aykırı biçimde sistematik bir plan dairesinde kaçırdılar. Bununla da yetinmeyip ülke içerisinde de onlarcasını kaçırıp yok ettiler. Hala bir kısmında haber alınmış değildir. 

MİT’in 13 yıldır Malezya’da ikamet eden öğretmen Turgay Karaman ve akademisyen İsmet Özçelik’i kaçırması sonucunda Türkiye’de özgürlüklerinin hukuksuz sınırlandırılması nedeniyle, BMİHK, Türkiye’nin bu başvurucuların özgürlük ve güvenlik haklarını ihlal ettiğini tespit etti.

Yine MİT’in hukuksuz kaçırdığı 5 öğretmen ile ilgili olarak AİHM, 11 Haziran 2019 tarihinde özgürlük ve güvenlik hakkı ile özel ve aile hayatın korunması haklarının ihlal edildiğini tespit ederek, her başvurucuya ayrıca 25 bin Euro tazminata hükmetmek suretiyle Moldova Devletini mahkum etti ki bu mahkumiyetin satır aralarında ya da genel gerekçesinde aslında Türkiye mahkum edilmiştir.

Ayrıca Kosova’daki hukuksuz kaçırmalar nedeniyle Avrupa Birliği sert tepki göstermiş, Başbakanı Ramuş Haradinaj, kendisinden habersiz yapıldığını söylediği gözaltı ve iade operasyonu sonrası İçişleri Bakanı ve istihbarat şefini görevden alarak konuya ilişkin soruşturma başlattırmıştır.

Görüldüğü üzere kaçırmalar uluslararası denetim organları ve ülkelerce hukuksuz görülmüştür. Bu durum aynı zamanda gelecekte bu sorumluların insanlığa karşı suç kapsamında cezai soruşturmalara tabi tutulacaklarının habercisidir. 

Bu nedenle tüm kayıpların ve kaçırılmaların kayıt altına alınması oldukça önemlidir. Normalde Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Kayıplar Alt Komisyonu diye bir birim bulunsa da Hükümet kontrolündeki bu birimden bir şey beklemek saflık olacaktır.

Bu noktada uluslararası tecrübelerden faydalanmak gerekmektedir. Örneğin Arjantin’de sistematik bir devlet terörü haline gelen zorla kaybetmeler, 1983 yılında kurulan Zorla Kaybetmelerle ilgili Ulusal Arjantin Komisyonu’nda araştırma ve soruşturmaya tabi tutulmuştur. Kişileri zorla kaybetme yöntemi Arjantin ve Guatemala dışında aynı zamanda Şili, Peru, Salvador, Kolombiya, Uruguay ve Honduras’ta da uygulanmıştır.

Latin Amerika’da devlet eliyle bu suç işlendiğinden sivil toplum kuruluşları inisiyatifi ele almış ve “Latin Amerika Kayıp Aileleri Dernekleri Federasyonu” kurmuşlardır. Bu sivil çaba daha sonra tüm dünyada kabul görmüş ve anılan ülkelerde de bu yöndeki eylemler sonlandırılmıştır. 

Türkiye’de yıllardır kaçırmalara maruz kalan Kürtler, Aleviler, Hizmet Hareketi mensupları, diğer grup ve kişilerin bir araya gelmesi, farklılıklarını zenginlik olarak görerek bir federasyon altında toplanmaları ve tiranlar ve haydutlarının yaptıkları kaçırma ve kaybetmelere karşı ortak mücadelede bulunmaları sorunların çözümüne ve faillerinin cezalandırılmalarına hız verecektir.
30 Ağustos 2020 11:53
DİĞER HABERLER